Orijinalliği ve Anadoluya ait özellikleriyle, sabırsızlıkla beklenen ve özgün bir masal olan “Tahir ile Zühre” müzikali, Türkiye’de ilk olmak üzere Broadway tiyatrolarının aksine ticari anlamda doruklarda olmayan, daha küçük bütçeli ve bağımsız sahnelerde hazırlanan projeler için kullanılan ”Off-Broadway” yöntemi uygulanarak gösterime girmeden önce konser formatında seyircisiyle buluştu.
Duygu Varlıer’in yapımcılığını, Onur Turan’ın yönetmenliğini, Şefik Onat’ın yazarlığını, Eylem Pelit’in müzik direktörlüğünü, Aslı Varlıer Pelit’in kreatif iletişim direktörlüğünü, Nur Sonbahar’ın kareograflığını üstlendiği müzikalin oyuncu kadrosunda; Ayça Varlıer, Barbaros Büyükakkan, Seyyal Taner, Renan Bilek, Can Bora Geç, Kenan Dağaşan ve Zafer Erdaş yer alıyor.
“Tahir ile Zühre” müzikalinin tanıtım konseri; 19 Aralık 2017, Salı akşamı saat 20.30’da Zorlu PSM Drama Sahnesi’nde seyircilerle buluştu.
Şiirlere, şarkılara konu olan aşk masalı ise şöyledir;
Çocuğu olmayan padişahın ve vezirinin yediği bir elmanın iki yarısından dünyaya gelen iki çocuğun kaderleri en başından beri birlikte yazılmıştır. İlerleyen dönemlerde sürgün edilmiştir. Tahir’in sürgüne gönderilmesiyle ayrı kalan aşıklar birbirlerini unutmamıştır. Zühre’nin başkasıyla evlendirileceği haberini alan Tahir, sürgüne gönderildiği yerden kaçar ve düğüne engel olmaya çalışır fakat padişah emriyle saraya girmeye çalışırken öldürülür. Mezarında can veren Zühre ise onun yanına gömülür. Mezarları ise Konya’da bulunan Tahir ile Zühre Camii’dedir.
Tahir ile Zühre
Tahir olmak ta ayıp değil
Zühre olmakta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil
Bütün iş Tahir ile Zühre olabilmekte yani yürekte….
Mesela bir barikatta döğüşerek
Mesela Kuzey Kutbu’nu keşfe giderken
Mesela denerken damarlarında bir serumu ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak ta ayıp değil Zühre olmak ta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil..
Seversin dünyayı doludizgin ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istersen dünyadan ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık Yahut hiç sevmeseydi Tahir ne kaybederdi Tahir’liğinden
Tahir olmak ta ayıp değil
Zühre olmak ta
Hatta sevda yüzünden ölmek te ayıp değil…
Nâzım HİKMET
Özgün bir Anadolu masalı olan Tahir ile Zühre’yi oynuyorsunuz. Peki, bu masal sizlere neler hissettirdi? Karakterlerinizi kolay benimseyebildiniz mi?
Ayça Varlıer: Öncelikle Tahir ile Zühre masalında anlatılan o saf aşk beni çok etkiledi. Yaklaşık 5 senedir üzerinde çalıştığımız bir proje. Zühre karakterini benimsedim ve özümsedim. Avrupa’nın Romeo Julliet’i varsa, Tahir ile Zühre de bizim topraklarımıza ait. Tiyatro eğitimim sırasında Shakespeare ekolunu öğrenmiş ve oynamıştım. Çok benzer hikâyeler temelde. Sadık Onat’ın edebi nitelikte yorumlayarak yazdığı, Eylem Pelit’in muhteşem besteleriyle tamamladığı bu eserin kahramanına hayat verdiğim için şanslıyım. Zühre’yi oynamak çok keyifliydi.
Tahir ile Zühre Türkiye’de ilk kez “Off-Broadway” yöntemi uygulanarak gösterime girmeden önce konser formatında seyirciyle buluştu. Hazırlık süreci nasıl geçti? Ne tür zorluklar yaşadınız?
Ayça Varlıer: 5 sene önce kafa kafaya vererek bu projeye birlikte hayat vermeye karar verdik. İlk önce 4-5 şarkının demosunun profesyonel kayıtlarını yaptık. Sponsorluklar için sunumlar hazırladık. Zorlu Grubu bize ve projeye inandı, Performans Sanatları Merkezi’ni bize açtı. Başlangıç olarak, konser niteliğinin ötesinde rejili bir gösteri yapmaya karar verdik. Gala gecemiz harika geçti. Bundan sonrası için çalışmalara başlayacağız artık.
Bu proje sizin için aynı zamanda bir aile projesi. Diğer projelerinizden farklı neler yaşandı?
Ayça Varlıer: Tahir ve Zühre bizim aile projemiz evet. Hepimizin farklı dallarda sanatsal uzmanlığı var. Bu projede herkes kendi yeteneği, deneyimi ve uzmanlığıyla yapıtaşı oldu. Verimli ve keyif aldığımız bir çalışma oldu bizim için.
2013 yılında oldukça güzel bir albüm çalışmanız oldu. “Elif” sizin için nasıl bir deneyimdi? Hazırlandığınız yeni bir albüm var mı?
Ayça Varlıer: Elif, çok iyi bir ekiple çalıştığım, içimize sinmiş bir işti. Her şeyiyle ilgilendiğim, çocuğum gibi olan bir işti. 2018’de bir küçük sürprizim olabilir.
Şimdilerde bir dizide de oynuyorsunuz, aynı zamanda farklı bir tiyatro projeniz daha var. Bu kadar yoğun çalışmalar arasında neler yaşıyorsunuz? Hiç kendinizi bu yoğunluk arasında kaybetmekten korktuğunuz olmuyor mu?
Ayça Varlıer: Hayli yoğun bir dönem evet ama şikâyetçi değilim, çalışmak bana çok iyi geliyor. Bu sezon TRT’de yayınlanan Kalk Gidelim isimli dizide oynuyorum. Onun dışında Leyla’nın Evi 8. Sezonunda ve farklı şehirlerde dolu salonlara oynamaya devam ediyoruz. Eylül’de Braoadway’den İstanbul’a Müzikaller projesinde yer aldım biliyorsunuz. Aralık ayı içinde de Tahir ile Zühre’nin konseri vardı. Peş peşe çok keyifli bir yoğunluk yaşadım. Zaman zaman fiziken büyük bir yorgunluk hissettiğim oluyor ama kaliteli bir uyku ile üstesinden geliyorum.
Özgün bir Anadolu masalı olan Tahir ile Zühre’yi oynuyorsunuz. Peki, bu masal sizlere neler hissettirdi? Karakterlerinizi kolay benimseyebildiniz mi?
Barbaros Büyükakkan: Bir karakteri benimsemek bir süreç. Kafanızda, karakteri iyice şekillendirdiğiniz zaman, karakter zamanla içinize sızıyor, her yerinize siniyor. Bir süre sonra repliklerin, hareketlerin dışarı yansıması farklılaşıyor.Bunda elbette size verilmiş olan text’in de rolü çok büyük. Önemli olan şey, duyguları en iyi biçimde yansıtabilmek. Karakterimi daha rahat benimsememde Ayça’nın da büyük yardımı oldu, repliklerimiz onun sayesinde daha kolay şekil aldı.
Günümüzde her şey çok daha mekanik ve dar zamana sıkıştırılmış aşklar şeklinde yaşandığı için, bu masal kendimi daha temiz ve çocuksu hissettirdi.
Tahir ile Zühre Türkiye’de ilk kez “Off-Broadway” yöntemi uygulanarak gösterime girmeden önce konser formatında seyirciyle buluştu. Hazırlık süreci nasıl geçti? Ne tür zorluklar yaşadınız?
Barbaros Büyükakkan: Müzikal, Türkiye’de zaten yürütülmesi zor ve zahmetli bir gösteri biçimi. Tahmin ettiğiniz gibi saatler süren provalar, sayısız kez tekrarlar, hem fiziksel hem de ruh olarak sizi çok yorabilen bir hazırlık dönemi atlattık. Ama ben, bu dönemin bir müzikal sanatçısını çok beslediğini ve onu güçlendirdiğini düşünüyorum. Elbette sayısız teknik aksaklıklarımız oldu, ama sanırım en büyük zorluğumuz hep zaman oldu. Hepimizin ayrı ayrı sorumlulukları ve yetişmesi gereken başka yerler de vardı. Aynı anda bir arada olabilmek zordu. Ancak ne olursa olsun hepsinin üstesinden geldik.
Müzik alanında yaptığınız işler seviliyor, devamı gelecektir muhakkak. Peki, kendinizi müzik yaparken nasıl bir ruh hali içinde hissediyorsunuz?
Barbaros Büyükakkan: Müzik benim için kendini ifade edebilme biçimi. İçinde bulunduğum ana göre değişiyor elbette. Mutluysanız daha ritmik bir ezgi yakalayabiliyorsunuz ya da bıkkınsanız daha monoton veya daha sert bir şarkı çıkabiliyor. Özgür hissediyorum
açıkçası.
Sizi, bu tarz gösterilerde görmeye devam edecek miyiz?
Barbaros Büyükakkan: Önce ocak ayı gibi DMC’den çıkmasını planladığım bir single’ım var,
sonrasında da elbette müzikale devam edeceğim.
Müzik olmasaydı, “şunu yapardım” diyebileceğiniz bir şey var mı?
Barbaros Büyükakkan: Sanatın herhangi bir şekilde içinde olurdum sanırım.
Fotoğraflar: Ozan TEZVARAN