İtalyan yazar, şair, edebiyat ve müzik eleştirmeni, gazeteci Eugenio Montale 12 Ekim 1896 tarihinde Cenova’da ticaretle uğraşan beş çocuklu bir ailenin beşinci çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Ailedeki en küçük çocuk olması münasebetiyle çalışmak zorunda olmadığını belirten Montale’nin hayatında, Cenova’daki kütüphaneler ve müzik birer tutku olmuş; o edebiyata yöneldikten sonra da müziği hiç bırakmaması, kendisine edebiyat eleştirmenliği yanında müzik eleştirmenliği de yapmanın kapılarını açmıştır. Kendi kendine İngilizce, Fransızca ve İspanyolca öğrenen Montale, İtalyan edebiyatının yanı sıra yabancı ülkelerin edebiyatlarını da incelemiş, İtalyan klasiklerinden Dante, Petrarca, Leopardi ve Foscolo’nun öğretilerini özümsemenin yanı sıra, Poe, Valéry, Proust ve Yeats gibi Avrupalı dekadentleri de kendi kültür birikiminin birer parçası haline getirmiştir.
Ne ki, bu kültür hazinesi, Montale’nin hayatında etkisini, şüphesiz duyguların çok yoğun bir biçimde yaşandığı, insanın dünyadaki yalnızlığının acımasızca gözler önüne serildiği Birinci Dünya Savaşı sırasında göstermiştir. İlk şiiri Meriggiare pallido e assorto (Kestirmek için öğle sıcağında hafifçe ve pür dikkat)’yu bu yıllarda zorunlu askeri hizmetini yerine getirdiği Trentino’da yazan Montale, Cenova’ya döndüğünde yazmaya devam etmiştir. İlk şiirlerini bu dönemde kaleme alan şair, şiirlerinde de müzikten ayrı kalmaz: 1922’de Torino’da Primo Tempo adlı dergide yayımlanan yedi adet şiirine bir orkestranın temeli sayılabilecek yedi müzik aletinin adını verir.
Montale, 1920’li yıllarda yazar ve eleştirmen Piero Gobetti ile tanışır. O yıllarda Faşizm karşıtı etkinlikleri nedeniyle dikkat çeken Gobetti ile tanışması, onun düşünce dünyasını zenginleştirmiş ve yurt sorunlarına yönelmesine vesile olmuştur.
Şair ilk şiir derlemesi olan Ossi di Seppia (Mürekkep Balığı Kemikleri)’yı da Gobetti’nin yayınevi vasıtasıyla bastırmıştır. 1920-1925 yılları arasında yazdığı şiirlerden oluşan bu derlemeye ilk şiiri Meriggiare’yi de eklemiştir.
Nitekim derlemedeki şiirlerinden biri olan Arsenio’nun Mario Praz tarafından İngilizceye çevrilmesi ile uluslararası üne kavuşmuştur. Bu uluslararası ün Montale’ye, İtalya’nın önemli kültür merkezleri sayılan Milano, Floransa, Roma ve Trieste gibi şehirlerdeki büyük edebiyat dergilerinde Fransız ve İtalyan yazarları üzerine makaleler yayımlama olanağı sağlamıştır. Yazar L’esame dergisinde yazdığı makalesi ile İtalyan edebiyatında henüz tanınmayan Italo Svevo’yu üne kavuşturmuştur. 1925 yılında Manifesto degli intellettuali antifascisti (Antifaşist Entellektüeller Bildirisi)’yi imzalayan Montale 1927 yılında, artık kendisine küçük gelen Cenova’dan ayrılıp kendisine daha geniş bir çevre sağlayabilecek olan, ülkenin önemli kültür merkezlerinden Floransa’ya taşınır. Floransa’da ilk olarak Bemporad Yayınevinde çalışan Montale, bu yıllarda La Fiera Letteraria, Il Quindicinale, Solaria, Pegaso, Pan gibi dergilerde yazılar yazar ve E. Vittorini, R. Poggioli, G. Manzini, A. Loria ve C. E. Gadda gibi antifaşist yazar ve aydınlarla sıkı ilişkiler kurar. Bu kişilerin Montale’ye katkılarının yanı sıra, Montale’nin de onlara katkısı hiç şüphesiz yadsınamaz derecede büyük olur. O dönemlerde, bir sanat eleştirmeni ile evli olan ve hayatının sonuna kadar önce arkadaşı daha sonrasında da eşi olarak kendisini ölümüne değin yalnız bırakmayacak olan Drusilla Tanzi ile tanışır. Daha sonra, Gabinetto Scientifico Letterario Vieusseux isimli bilim-edebiyat kurumunun müdürlüğüne atanan Montale, dokuz yıl kadar bu kuruma hizmet ettikten sonra, faşizm karşıtı görüşleri sebebiyle 1938 yılı sonunda görevinden alınır. Bu yıllarda yaşanan İkinci Dünya Savaşı, Montale’yi yazmaktan alıkoymaz, tam tersine savaşın İtalya’yı kasıp kavurduğu yıllarda yazdığı şiirler, sadece kısıtlı edebiyat çevrelerinde beğenilmekten öteye geçer ve Nazi barbarlığı gölgesinde büyüyen kötü politik rejime tepkinin âdeta bir simgesi haline gelir. Öyle ki, savaşa katılan bazı askerlerin ceplerinde Montale’nin şiirlerini bulundurdukları günümüzde bilinmektedir. Şair, 1948 yılında Milano’ya taşınır ve Corriere d’Informazione’de müzik eleştirmenliği yaparken Corriere della Sera için de edebiyat sayfasını düzenlemeye başlar.
Montale ölümüne kadar Milano’dan ayrılmaz. Eşine yazdığı Xenia isimli 14 şiirden oluşan şiir derlemesini onun 1963 yılında acı çektiği bir hastalıktan ötürü ölümünden üç yıl sonra (1966) yayımlar. 1967 yılında İtalyan Cumhurbaşkanı Giuseppe Saragat kendisine senatore a vita (yaşam boyu senatör) unvanını verir. Lincei Akademisi Uluslararası Ödülü’nü (1962), Uluslararası Struga Şiir Festivali Altın Çelenk Ödülü’nü (1973) ve Nobel Edebiyat Ödülü’nü (1975) alan yazar 1981 yılının 12 Eylül akşamı hayata gözlerini yumar.
Eugenio Montale, 1900’lü yılların İtalyan edebiyatına damgasını vurmuş, çağdaş dünyada, sanatın değerini yitirmesine karşı, “ne gerçekçi, ne romantik, ne tam tamına dekadan” (Montale, 10) diye tanımladığı, onu diğer şairlerden ayıran eşsiz şiir biçimiyle bu yozlaşmaya karşı savaşımını vermiş, bu savaşımın neticesinde, insani değerleri, büyük bir sanatsal duyarlılıkla, yanılsamalardan yoksun bir hayat görüşü çerçevesinde yorumlayan ve bu çabaları neticesinde 1975 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülen dünya edebiyatının önde gelen şairlerinden biridir. Montale’nin anlaşılması güç olsa da yalın, buruk ve sert bir dili vardır. Bu yazım dili yansıtmaya çalıştığı yaşam gerçeği ile aynı nitelikleri taşımaktadır. Şair, kendisinin ve modern insanın varoluşsal dramını, sıkıntısını ve umutsuzluğunu anlatır. Yapıtlarında, doğanın ve insanın yaşamındaki yalnızlık duygusu, her tür teselliden yoksun olan kaçınılmaz yaşam çilesi ve sancısı gibi konulara, yok olma tehdidi altındaki varlıklar ve sembolik anlamlarla yüklü, ama somut biçimde işlenmiş ve net bir dille ifade edilmiş figürler eşlik eder. Montale’ye göre yaşam, etrafımızdaki nesnelerle yoğunlaştırılmış, durağanlaştırılmış ve kaçışı mümkün olmayan bir hapishanedir ve insan bu hapishanede yararsız uğraşlar ve davranışlar içerisinde ömrünü tüketmektedir. Oysaki sonuçta tüm insanları bekleyen şey, bir boşluk, hiçliktir. Özellikle Faşizm sebebiyle toplumdan soyutlanması Montale’yi sadece insanlarla değil, Tanrı ile de iletişime geçme çabalarının boşa olduğuna, iletişimsizliğin yaşamın temelinde yer aldığına ilişkin bir inanca sevk etmiştir. İnsan için dünyada hiçbir şey kalıcı değildir. Yitip giden her şeyin arkasından bize kalan tek şey sandığımız anılar bile yitip gitmekte, hiçliğe karışmaktadır. Bu karamsarlığın temelinde yatan şey, gerçeğin ne denli anlamsız olduğunun, yaşama dair tüm çabaların, bağlılığın sonunda insanı bekleyen tek gerçek olan hiçlik olgusundan uzaklaştırmaya yönelik birer yanılsama olduğunun ayırdına varmaktan kaynaklı, bir nevi farkında olmaktan kaynaklı bir karamsarlıktır. Şaire göre varoluş, monoton ve anlamsız bir yolculuktur ve bu anlamsızlık şairin şiirlerine bir hayret duygusu ile yansımakta, insanın çevresindeki duvarları aşması imkânsız olarak görülmektedir.
Savaş deneyimi, Montale’nin yaşamı bir acı, bir çeşit sancı olarak algılamasına yol açar. Montale’ye göre eğer bu yaşamda bir iyilik varsa bunu görmenin tek yolu kayıtsızlıktır ve bu kayıtsızlığı bulmanın tek yolu da zaman kavramı, anıları ve beklentileri olmayan boş bir varoluştan ibarettir.
Hazırlayan: Ömer YÜCEDAL