Tina Valles: Daha çok görsel düşünerek yazıyorum – Karaköy Mono

Ağacın Hafızası (La memoria del árbol) ile Anagrama edebiyat ödülü (2017) ve Jean Monnet (2020) ödüllerini alan Katalan edebiyatının en önemli yazarlarından Tina Vallés ile söyleşi. Kendisiyle on iki dile tercüme edilmiş olan Ağacın Hafızası romanının Türkiye’de beşinci baskıya ulaşması üzerine konuştuk. Roman, hafızasını kaybetmeye başlayan dede ve torun arasındaki duygusal ilişkiyi köy ve şehir hayatını karşılaştırarak sadece Avrupa’da değil ülkemizde de kaybolmaya yüz tutmuş zanaatkarlık sanatlarından saat tamirciliğini, anneannesi üzerinden yine sadece Katalunya Pirine dağ köylerinde yapılan geleneksel sıcak tencere yemeklerini merkeze koyarak üç farklı nesli bir arada farklılıklarıyla nostaljik, hüzünlü ve aynı zamanda eğlenceli bir dille özlemini duyduğumuz şekilde anlatıyor. 



  1. Türkçe ve Katalanca dünyanın az tanınan iki dillerinden. Bu yüzden Ağacın Hafızası (La memoria del árbol) kitabının Katalancadan Türkçeye tercüme edilmesinin önemi çok büyük. Ayrıca Türkiye’de kitabın beşinci baskısı yayınlandı. Kitaptaki hikayelerin dünyadaki herkese hitap ettiği anlamına mı geliyor?

La memòria del arbre (Kitabın Katalanca ismi☺) aslında bir roman, ama hikâye kitabıyla karıştırılması da hoşuma gidiyor. Çünkü her hikâye ‘kendine özgü düşünülüp yazıldı aslında.  Bence de romanların dünyada herkese hitap ettiği doğru (on iki dile tercüme edildiğine göre!): Kimliklerimizin nasıl nasıl inşa edildiği, ailelerle olan ilişkilerimizin yansıtılması ve bunu yaparken günlük hayattan yola çıkıldığı için farklı okurların farklı hayat hikâyeleriyle birbirine bağlanıyor. Yazarken bunların hiçbirisini düşünmemiştim ama dört yıl sonra bir çok okurumla konuştuktan sonra bunları düşünmeye başladım.

  1. Barselona Üniversitesinde Katalan Dili ve Edebiyatı eğitimi aldın. Katalan edebiyatının daha çok hikâyeye dayandığı söyleniyor…

Öyle görünüyor. Ama çok büyük roman yazarlarımız ve şairlerimiz var. Elbette ki hikâye türünde Katalan edebiyatı gerçekten çok zengin bir geçmişe sahip. Buranın çok tanınmış şairlerinden Francesc Garriga bu hikâye türünün gelişmiş olmasını Akdeniz iklimine bağlayarak roman yazmanın aylarca bir mekana kapanmayı gerektirdiğini söylemişti. Elbette şaka ama haklı tarafı da yok değil!

  1. Sinematografik bir kitap olduğunu sen de düşünmüyor musun?

Bilmem ki. Ama doğru aslında. Ben kelimelerden daha çok görsel düşünerek yazıyorum. Yani sahneleri, anları ve hatta diyalogları bile kurgularken daha çok ‘göze’ odaklanıp ‘kulağı’ ikinci plana bırakıyorum. Belki de bu yüzden sende matografik hikâyeler etkisi yapmış olabilir. 

Bu yüzden kitabı sinema perdesinde görmeyi ve bu hikâyenin görsel metninin yapılmasını çok isterdim.

  1. Bir röportajında rutin hayatın bizi koruduğunu ve yuvamız olduğunu söylüyorsun. Romanın sonunda ise Joan dede evini, köyünü ve saatçi atölyesini bırakıp Barselona’ya taşınıyor…

Haklısın! Sonradan bunun farkına varmak beni biraz düşündürdü. Ama bazen asıl yerin coğrafi anlamdan çok değer verdiğin insanların olduğu yer oluyor. Vilaverd köyündeki evini bıraktığı an kitabın en üzgün anı. Bir çok okurdan bununla ilgili eleştiri aldım ama rutin hayat ile dedenin hayatı arasında bağlantı kurmak hiç aklıma gelmemişti. Daha çok Jan’ın rutin hayatına odaklanmış ve dedesi Joan’nun gelmesi ile bu rutin hayatının nasıl değiştiği üzerine yoğunlaşmıştım. 

Yorumun bir kez daha gösterdi ki bir roman farklı okuyucuların yorumları ile zamanla daha da gelişip okundukça canlı kalmaya devam ediyor. 

Çok teşekkürler, Tina. (Moltes gràcies,Tina) 

Çok teşekkür ederim, Nesrin.

 

Hazırlayan: Nesrin Karavar