RAFFAELLO SANZIO: SANATIN TANRISI – Karaköy Mono

(1483 – 1520)

Rönesans’ın ve sanat akımının en büyük isimleri Michelangelo ve Leonardo da Vinci’den sonra sayılacak üçüncü isim Raffaello, yüksek Rönesans’ın olağanüstü değerlerinden ve en etkili ressamlarından biridir. Kısa yaşamı boyunca sayısız eser üreterek sanatsal gelişimi Umbria, Floransa ve Roma olmak üzere üç farklı dönemde ve üslupta gerçekleşti. Sıklıkla “Sanatın Tanrısı” olarak anılan Raffaello çoğu klasik eserdeki zarafet ve sükunete öykünüyordu ve dolayısıyla sanat kariyerine nereden başlayacağını daima iyi biliyordu. Resimlerini gereksiz detaylardan sakınarak muhteşem bir durulukla, müthiş bir duygu ve düşünceyle yahut incelikle; daha iyisini yapmanın mümkün olmadığı yeni standartlar geliştirerek icra etmenin peşinde olmuştur.



Raffaello’nun hayatında şüphesiz babasının rolü çok büyüktür. Babası Giovanni Santi farklı türde eserlerin ressamı olarak anılır. Vasari, Santi için “Zeka dolu, çocuklarına bu hayırlı yolda rehberlik etmekte hayli becerikli bir adam,” sözlerini dile getirir. Santi, ressamların şairler ve tarihçiler gibi itibar görmesi gerektiğini belirtmiştir ve bu yaklaşımını oğluna da aşılamıştır. Kimi zamanlar Raffaello, Dukalık sarayına giderken babasına eşlik ediyor ve üzerinde çalışılan eserleri görme ve resim yöntemlerini gözlemleme fırsatı buluyordu. Raffaello büyürken sanattaki Rönesans gelişmeleri de olgunlaşmaktaydı ve dolayısıyla daha derin gözlemlere daldı; hissederek daima inceleyerek özümsedi. Sanatçı sanat kariyeri boyunca durmaksızın diğer sanatçıların yaklaşımlarını ve yöntemlerini sentezlerken çevresindeki sanatçılar da onun fikirlerini alıp kendi eserlerine eklemeye çalışıyordu. Hayli yaygın olarak fikir alışverişinde bulunmak Rönesans üslubunu belirleyen en önemli etkenlerden biri olarak kabul edilmektedir.

Raffaello’nun eserlerini zenginleştiren ve hayatına genel bir bakış atıldığında atlanmaması gereken uç nokta; kadınlara duyduğu şehvetli ilgi. Vasari, Raffaello’dan “Tutkulu bir âşık, kadınlara bayılan ve her daim onlara hizmet etmeye hazır biri,” olarak bahsetmiştir. Maria adlı bir kadın ile nişanlı olmasına rağmen Roma’dayken Luti adında bir sevgilisi olduğu bilinir ve kadın öylesine aklına takılmıştır ki, Chigi’nin villasındaki fresk işlerine odaklanamadığı söylenir. Duygu bakımından kadınlar daima ilham vermiş ve hatta biçimli, şehvetli ve ilgi çekici, olağanüstü çıplak kadın resimleri üzerinde durmuştur. Raffaello’nun Siena Katedrali’ndeki hasar görmüş bir antik mermer heykelden ilhamla yarattığı düşünülen Üç Güzeller eserindeki üç çıplak figürün zarafet ve güzellik, baştan çıkarma ve doğurganlığın vücut bulmuş halleri oldukları görülür. Raffaello bu eserleri tamamlarken sevgililerini düşünerek ilham almıştır ve kadınlara, kadın vücutlarına ve cinselliğe hayli düşkün bir kişi olan sanatçı vücut hatlarını resmederken olağanüstü bir zevkle haz aldığını gösterir. Raffaello, Beatrice’nin ve kendi metresi de dahil daha bir çok kadınların portrelerini de yapmıştır. Çok şehvet dolu bir adam olmakla birlikte büyük bir düşkünlük gösterdiği kadınlara daima hizmet etmekten yana keyif alıyordu. Sanatçı cinsel isteklerine hiç karşı koyamıyor ve bu açıdan dostları fazla anlayışlı ve hoşgörülü davranıyordu. Vasari’nin aktardığına göre sanatçının erken ölümü Luti ile aşırı cinsel ilişkinin sebep olduğu ateşlenmeyle ilgilidir. 

                                         URBİNO VE FLORANSA

Raffaello’nun ilk yıllar sanat gelişimini sıklıkla geçirdiği Urbino şehri, İtalya’da bir tepenin üstünde kuruludur. Söz konusu şehirde sanatın desteklendiği ve teşvik edildiği, güçlü ve bağımsız bir kültür gelişmiştir. Apennin dağlarıyla çevrili Urbino, Rönesans dönemi İtalya’sındaki başlıca güç merkezleri olan Bologna, Ferrara, Venedik, Mantova, Milano, Floransa, Roma ve Papalık Devletleri’nin tam ortasında yer almaktadır. Raffaello daha sonraları Floransa’ya gitmiş ve oradaki işleri hayli yoğun geçmiştir. Birkaç Altar panosu ve daha küçük boyutlu pek çok eser üretmekle birlikte henüz çok genç yaşta çok çeşitli kaynaklardan fikir ve teknikleri benimsemiştir. Floransa’da Donatello ve Masaccio gibi daha önceki ressamlar üzerinde çalıştığı bilinmektedir fakat özellikle çağdaşı Michelangelo ve Leonardo’nun eserlerini inceleme heveslisiydi. Raffaello, öğrenmek için Floransa’ya gelen bir çok sanatçıdan biridir. İki Floransa muharebesinin Anghiari ve Cascina’nın çok beğenilen tasvirleri üzerine çalışmakta olan Michelangelo ve Leonardo’dan büyük derecede etkilenmişti. Ne var ki çağın en ünlü iki ressamı freski tamamlayamayıp başka eserlere geçtiğinden yarım kalmıştır. Yine de her iki taslaktaki güçlü imgeler Raffaello’nun ufkunu açmaya yetmiştir. Leonardo’nun diğer yarım bıraktığı eseri 1481 tarihli Müneccim Kralların Tapınması’ da  burada görmüş ve kırktan fazla figüre yer verilen yenilikçi bir kompozisyona sahip bu eseri inceleme fırsatı bulmuştur. Kompozisyonların dinamizmine, hayat dolu jestlerine ve ifadelerine ressamın boya uygulamaları ve son olarak ton kullanımına hayran kalmıştır. Kendi tabiriyle Raffaello, Leonardo’nun sanatının bir benzerini görmemiş ve Leonardo’nun tarzı ona her şeyden daha çok haz vermiştir. Raffaello o zamana kadar gördüğü tüm eserleri kontrollü olarak nitelendirir, Floransa’da gördükleri ise Leonardo’nunkiler kadar başta olmak üzere cüretkar ve bir o kadar da heyecan vericidir. Leonardo’nun eserlerini görmek sanatçının ufkunu açmıştır ve hatta Kutsal Aile resimlerinde Leonardo’nun Piramit kompozisyonunu kullanmıştır.

Raffaello Floransa’dayken resmin yanı sıra heykel, özellikle de çok mühim isimler Donatello ve Michelangelo üzerine çalışmıştır. Vasari, sanatçının Floransa’ya Michelangelo ile Leonardo’nun Palazzo Vecchio için ürettiği taslakları görebilmek için geldiğini kaydeder. Ne var ki en az Leonardo kadar Michelangelo da sanatçıyı hayli etkilemiştir.

                                                       ATİNA OKULU

Birçok alanda başarısını sergileyen sanatçının en devrimci eseri olan Atina Okulu antik çağın bilim insanları, felsefecileri ve şairlerinden oluşur. 1509’da Michelangelo’nun Sistina Şapeli resmetmeye başlamasından bir yıl sonra Raffaello,  Stanza della Segnatura’da çalışmaya başlar. İşe, İncilden bölümler, klasik mitoloji ve Aristoteles ile Platon’un felsefelerini görselleştirerek başlar ve ardından odanın ikinci büyük freski Atina Okulu gelir. 

Odadaki dört büyük freskten biri olan Atina Okulu, akılla ulaşılan hakikati, felsefeyi temsil etmektedir. Erken Rönesans döneminde bu ilkeleri anlatmak için alegoriler resmetmek gelenektir ve Raffaello’dan beklenen de budur. Ancak sanatçı bunun yerine geçmişin ve o dönemin en büyük düşünür ve filozoflarının klasik bir mimari mekanda toplandığı bir sahne resmetmiştir. Sanatçının en büyük eserlerinden biri olarak kabul edilen bu eserde, farklı çağlardan bu kadar çok düşünür ve yazarı bir araya getirme fikrini tümüyle Raffaello düzenlemiştir. Bu eserde belgelenmiş kişisel semboller hakkında filozofları tanımak hayli zordur ve sanatçı eser hakkında hiçbir tanımlama yapmamıştır. Ancak her figürün kim olduğunu belirtmek için kimi işaretler yer alır, ön planda olanlar ise Bramente (Eukleisdes olarak) ve Leonardo (Platon olarak) gibi dönemin en büyük sanatçılarının ve mimarlarının portreleridir. Resim karşı duvardaki semavi alem tasvirinin zıddı olarak dünyevi alemi temsil eder. Tartışma inanca odaklanırken Atina Okulu hakikat hakkındadır ve bilginin farklı alanlarını betimler. 

                                          PLATON VE ARİSTOTELES 

Resmin merkezindeki iki figür Platon ve Aristotelestir. Platon elinde Timaios’u MÖ 360 civarında yazdığı ve fiziki dünya ile insanın doğasını tartıştığı diyaloglardan birini tutarak göğü gösterir. Elinde etkin ciltlerinden birini tutan Aristoteles ise, yeryüzünü işaret eder. Raffaello olağanüstü deha gücüyle zıt yalınlıkla iki büyük düşünürün zıt görüşlerini apaçık sentezlemiştir.