Bir yerlerde bir sorun varsa, o sorunun mutlaka öğreteceği bir ders de vardır – Karaköy Mono

Karşımıza yetenekli, özverili, duyarlı  yeni sanatçılar çıktıkça heyecanlanmadan edemiyoruz. Alıştığımız, hep mırıldandığımız bestelere, seslere yenilerini katanlar kesinlikle çok önemli bir şey yapıyor. İşte Burçe Karaca, tam da bahsettiğimiz bu kişi, sanatçı! Usul usul ve derinden geliyor, ayrıca hayata dair güzel fikirler veriyor bize. Bir de yeni albümünün müjdesini… Yolu açık olsun. Bizler de kendisine birkaç soru yönelttik ve sizinle paylaşıyoruz. Şimdiden keyifli okumalar…



1. Merhaba Burçe Hanım. Umarım her şey yolundadır. Müzik hayatınız nasıl başladı, biraz bahsedebilir misiniz?

Müziğe ailemin doğru gözlemleri ve yönlendirmeleri sonucu beş yaşında piyano dersleri alarak başladım. Lisede Ankara Güzel Sanatlar Lisesi sınavlarını kazanarak ilk profesyonel adımımı atmış oldum. Son sene Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi sınavlarını kazanarak yatay geçiş yaptım ve flüt bölümünden mezun oldum. Üniversite eğitimime Başkent Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın Müzik Teorisi ve Kompozisyon bölümünü birincilikle ve tam bursla kazanarak devam ettim. Takip eden sene, ikinci dal okumak için girdiğim Piyano Bölümü sınavında da başarı göstererek bu bölümde okumaya hak kazandım. Eğitimimi her iki bölümden de birincilikle mezun olarak tamamladım. Müzik yaşantım; yeni besteler yapmak, albümler çıkarmak, konserler vermek ve mevcut öğrencilerimle ders yapmak şeklinde devam ediyor.

2.  Bir duyarlılığınız var hayata dair. Sizdeki kökeni, sebebi nedir?

Empati yapmaktan geçiyor sanırım. Etrafta bu kadar acı varken bunu yapmak iyi mi kötü mü ben de bilmiyorum. Gerek kimi zaman kendi hayatımda, gerek çevremde yaşananlar, bu özellik dolayısıyla otomatik olarak sanatıma yansıyor. Sanat yaşı ilerledikçe kırılgan ve naif bir halden çıkıp kurşun geçirmez bir hale geliyorsunuz. Kozadan çıkmak gibi. Hem acı veren  hem  de aynı oranda keyif veren bir süreç.

3.  Heidegger aletlerin vücudumuzun, kolumuzun birer uzantısı, parçası olduğunu söyler ünlü Varlık ve Zaman kitabında. Herhangi bir enstrüman ya da çaldığınız piyano sizin için ne ifade ediyor?

Bir uzantıdan ziyade daha çok iç içe geçmiş bir model görüyorum kendimde. Enstrüman vücudunuzun bir parçası gibi evet, yıllar içinde bir bütün oluyorsunuz. Karşılıklı besliyorsunuz birbirinizi. Özellikle sahnede veya icra sırasında bir uzantı haline gelmekten çıkıp birleştiğiniz ve bir olduğunuz bir duruma geliyor. İç içe geçmekten kastım bu. Bambaşka bir duygu, uçmak gibi sanki. Tarif etmek zor.

4.  Moving Along the Blanks, adlı albümünüz beklentileri fazlasıyla karşılamış görünüyor. Yeni bir albüm çalışmanız var mı yakın zamanda?         

Evet, şubat ayında Galata Canavar Stüdyoları’nda kaydettiğimiz 8 parçayı ekim ayında çıkarmayı planlıyorum. “Journey on Rails” olarak belirlenen albüm, solo piyanonun yanı sıra yaylı enstrümanlar için yazdığım parçaları da içeriyor. Albümde, ilk parçadan son parçaya kadar dinleyebileceğiniz bir tren yolculuğu hayal ettim. Bu yüzden albümün ismini Raylarda Yolculuk seçtim. Bir tren istasyonunu metafor olarak aldım ve o istasyonda trenden inecek olan yolcuları bekleyen kişileri, hayattaki beklentilerimizle eşleştirdim kafamda. Albüm kaydını kemanda Maya Victoria, viyolonselde Ege Atalay ve kontrbasta Barış Çelik olmak üzere dört günlük bir stüdyo kapanmasının ardından  tamamladık. Parçalar karakter olarak kasvetli bir havada olduğu için albümü yaz aylarında çıkarmama ve bekletme kararı aldık. Ekim ayını yayınlamak için uygun bulduk. Umarım güzel dönüşleri olur.

5.  Ankara’ya dair güzel hisleriniz var. Peki İstanbul ne düşündürtüyor size?

Ankara benim doğup büyüdüğüm şehir, duygusal bağım oldukça güçlü bu şehirle. Dinleyicimiz çok sadık. İstanbul’a işim dolayısıyla sık gelip gidiyorum, orası da kültürün başkenti, bunu hiçbir şekilde göz ardı edemem. Ankara’nın sakinliğine alışmış birisi olarak, İstanbul’un hızına yetişmekte bazen zorlanıyorum, yine de her gittiğimde etkilenmemek elimde değil. Olağanüstü, kelimelerle tanımlayamadığım bir büyüsü ve gizemi var İstanbul’un.

6.   Sadece bir piyanist ya da besteci değil bir taraftan eğitimci tarafınız da var. Özellikle çocuklar üzerinde müziğin geliştirici etkisi hoşunuza gidiyor. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?      

Çocukların bir enstrüman çalabilmeleri, yabancı dil öğrenmeleri ve muhakemeyi geliştirici, düşünmeye ve sorgulamaya iten her türlü aktivite ile iç içe olarak bir dünya insanı olma yolunda ilerlemeleri onlar adına en büyük dileğim. Eğitim sistemimiz çok acımasız. Özel okullarda çocuğuna yığınla para dökenler sıyrılıyor bir şekilde, ama ya devlet okulları? Tüm çocukların aynı seviyede eşit eğitim alması şart. Devlet okulunda okuyan çocukların kendilerini geliştirmeleri için ekstra çaba sarf etmeleri gerek. Derste beş öğreniyorsa eve gidip araştırarak, onu on yapması lazım. Hiçbir çocuk diğerinden üstün değil, hepsi aynı kaliteli eğitimi hak ediyor.

7.   Ülkemiz ve dünyanın karşılaştığı sorunlar hakkında bir sanatçı olarak neler       söylemek istersiniz? 

Bir yerlerde bir sorun varsa, o sorunun mutlaka öğreteceği bir ders de vardır. Sorunlar karşımıza durduk yerde çıkmaz, altyapısını ya kendimiz hazırlamışızdır ya da bilinçli şekilde çağırmışızdır, çünkü o dersin sonunda bir şey öğrenecek olduğumuz gerçeği yatar ve bize katacağı bir tecrübe dolayısıyla o sorunu yaşıyoruzdur. Esas olan sorunu görüp yakınmak değil, mantıklı şekilde düşünerek sorunun üstünden atlamaktır. Tecrübe etmek ve olgunlaşmak bu yollardan geçer. Sorunsuz bir hayat zaten dümdüz ve sıkıcı bir yola benzer. Hayat iniş çıkışlarıyla çok daha keyifli.

8.   Son olarak, etkilendiğiniz ya da tavsiye ettiğiniz kitap ve filmler var mı, söyleyebilir misiniz?

Öyle çok ki… Filmlerden başlayayım, Shawshank Redemption, Never Look Away, The Piano, Only Lovers Left Alive, Yüzüklerin Efendisi üçlemesi bu liste uzar gider. Kitaplarda ise Don Miguel Ruiz ve Krishnamurti’nin felsefesini seviyorum. Hem rahatlatıyor, hem de düşünmeye itiyor. Başucu kitabım ise Ruiz’in “Dört Anlaşma”sı…