Seni Yakından Sevmek Maria Puder – Karaköy Mono

 

“Berlin’de yalnızsınız değil mi?” dedi.
‘’Ne gibi?”
“Yani… Yalnız işte… Kimsesiz… Ruhen yalnız… Nasıl söyleyeyim… Öyle bir haliniz var ki…”
‘’Anlıyorum anlıyorum… Tamamen yalnızım… Ama Berlin’de değil… Bütün dünyada yalnızım… Küçükten beri …”
“Ben de yalnızım…” dedi. Bu sefer benim ellerimi kendi avuçlarının içine alarak:
“Boğulacak kadar yalnızım…’’diye devam etti, “hasta bir köpek kadar yalnız…”
Kürk Mantolu Madonna*–Sabahattin Ali

 

Achtung! (Dikkat!) Bu yazı “Aman ne okuyacağım kitabı, filmini izleriz” diyenler için ziyadesiyle spoiler içerir.

Cuma akşamı… Sinema salonu hınca hınç dolu… Seyirciler yüzlerinde meraklı ifadelerle bir an evvel reklamların sona ermesini bekliyor. Işıklar sönüyor ve beyazperdeyi Mozart’ın Allegro’sunu andıran ritmik keman konçertosu eşliğinde renk paletinden fışkıran fırça darbeleri kaplamaya başlıyor. Yolunu şaşırmış serseri mayın gibi ekranı sağdan soldan, üstten alttan bombalayan fırça darbeleri, kemanın arşesi yaylarına vuruş hızını artırdıkça suretlere dönüşmeye başlıyor. Yaklaşık 4 dakika süren bu görsel şölenin finali dev ekranı o meşhur tablonun kaplamasıyla son buluyor ve filmin ismi çıkıyor karşımıza: Kürk Mantolu Madonna!

Düşünsenize ne etkileyici ne evrensel bir açılış jeneriği olurdu.

Hiç şüphe yok ki 2017’nin başı çekecek kültür-sanat olaylarına Türk Edebiyatı’nın kült romanlarından Kürk Mantolu Madonna’nın beyazperdeki raksı damgasını vuracak. Muhteviyatında oldukça fazla içsel betimleme barındıran eserin sinemaya uyarlanması için birçok çalışma yürütülmüş, ancak prodüksiyonel ve metinsel anlamda ortak paydada buluşulamamıştı. En nihayetinde 2016 senesinin son günlerinde ülkenin önde gelen yapım şirketlerinden Ay Yapım, Sabahattin Ali’nin bu unutulmaz eserini sinemaya aktarmak için kolları sıvadığını açıklamıştı.

Bu durumda Kürk Mantolu Madonna’yı başucu kitabı yapan her edebiyat ve sinemaseverin merak ettiği soru; zamanının ötesinde bir popülariteye sahip olan bu şahikanın; izleği, karakterleri, olay örgüsü, hikâyenin geçtiği zaman ve mekân gibi anlatım boyutlarının ruhuna sadık kalınarak beyazperdeye nasıl aktarılacağı oldu.

Sabahattin Ali’nin kendi deyimiyle novella (uzun hikâye) olarak tanımladıği Kürk Mantolu Madonna’sı ilk olarak 1940 yılında Hakikat gazetesinde ‘’Büyük Hikâye’’ adıyla 48 bölüm yayımlanmıştır ve daha sonra 1943’te kitap  olarak piyasaya sürülmüştür.

 

Kimdir Bu Meşhur Kürk Mantolu Kadın?

Roman, 1930’ların başlarında Batı dünyasının modernizmine ayak uydurmaya çalışan, yollarında tek tük araba lastiği izine rastlanan bir Ankara sonbaharında kahraman-anlatıcımızın işsiz bir şekilde sokaklarda dolaşırken, eski okul arkadaşı Hamdi Bey ile karşılaşması ile başlar. Hamdi Bey bir şirkette müdür yardımcılığı yapmaktadır ve kendisine iş teklif eder. İşi kabul eden anlatıcının şirketteki oda arkadaşı, görevi Almanca çeviri yapmak olan Raif Efendi’dir.

Raif Efendi sessiz, içine kapanık bir mizaca sahiptir. Bu özelliklerinden dolayı şirket çalışanları tarafından alaya alınan, Almancayı bile doğru dürüst bilmediği iddia edilen bir kişiliktir.

Günlerce aynı odada çalışıp aralarındaki sığ iletişimden oldukça muzdarip olan anlatıcının Raif Efendi’ye olan bakış açısı; bir çevirinin zamanında yapılmaması yüzünden Hamdi Bey’in Raif Efendi’yi azarlaması ve Raif Efendi’nin aniden çekmeceden çıkardığı kâğıt kalem ile patronunun sinirli ifadesinin etkileyici portresini çizmesiyle değişir.

Artık anlatıcı için Raif Efendi hiç de sıradan, basit birisi değildir. O da kendisi gibi iç dünyasının zenginliğini, yaratıcılığını dış dünyayla paylaşmada zorlanan yalnız ve topluma yabancılaşmış bir bireydir.

Raif Efendi’yi yakın takibe almaya karar veren anlatıcının, onun özel hayatıyla ilk kesişmesi bir hastalık ziyaretiyle olur. Raif Efendi’nin hastalanıp şirkete gelememesi üzerine görev icabı tercüme edilmesi gereken bir yazı için evine giden anlatıcı, Raif Efendi’nin ailesiyle de tanışmış olur.

Tek göz oda bir evde maaile yaşamlarını sürdürmeye çalışan, aslında orada yaşayan bireylerin hiçbirisinin memnun olmadığı tırnak içerisinde aile tablosudur. Onlar aslında Raif Efendi’nin eşi ve çocukları da dahil olmak üzere enişteli, baldızlı, kayınçolu birbirlerine yabancılaşmış steryotiplerdir.

Raif Efendi hastalığın ilerlemesi sonucunda kahraman-anlatıcıdan işyerindeki eşyalarını toplamasını ister. Eşyalar arasında kahraman-anlatıcının dikkatini bir not defteri çeker. Fakat Raif Efendi kendisinden bu defteri sobada yakmasını ister. Defterde neler yazıldığını merak eden kahraman-anlatıcı Raif Efendi’yi ikna edip defteri alır ve okumaya başlar.

Romanın ikinci ve ana olay örgüsü 1920’lerin başlarında Berlin’de geçer. Raif Efendi babası tarafından sabunculuk tekniğinin inceliklerini öğrenmesi için Berlin’e gönderilir. Küçüklüğünden beri edebiyata, resime meraklı olan Raif Efendi Berlin’deki vaktini müze ve sanat galerileri ziyaretleriyle geçirmeye çalışır. Berlin’de geçen birinci yılın sonlarına doğru yine bir galerideki resim sergisini gezerken genç bir kadın ressamın otoportresi fazlasıyla dikkatini çeker. Bu portre, Maria Puder’ın ‘’Kürk Mantolu Madonna’’sıdır… Raif Efendi bu otoportredeki kadına adeta âşık olur. Bu tabloyu görmek için her gün resim galerisine gider ve bütün zamanını tabloyu inceleyerek geçirir. Bu görsellik onun için bir tutku haline dönüşmüştür. Bir akşam kaldığı pansiyondaki arkadaşıyla birlikte Berlin sokaklarını arşınlarken bir kadın görür; bu, Maria’dır… Namıdiğer “Kürk Mantolu Madonna’’… Maria, Atlantis isimli bir kulüpte keman çalıp şarkı söylemektedir. Maria Puder’ın performansını bitirip kendisini büyük bir hayranlıkla izleyen Raif Efendi’nin masasına oturmasıyla bu sıradışı aşkın ilk tohumları atılmış olur. İlk başlarda bu bağ tek taraflı gözükmektedir; Maria her defasında Raif Efendi’ye geçmişinde yaşadıklarından ötürü, karşı cinse olan öfkesini belli eden söylemlerde bulunmaktadır, fakat Raif Efendi vazgeçmez ve birlikte neredeyse her gün buluşup Berlin sokaklarını, botanik bahçelerini, resim sergileri gezerler. Maria da bu buluşmalar neticesinde Raif Efendi’yi daha yakından tanıyarak onun oldukça naif, içe dönük dünyasını keşfeder ve ona gerçek sevgisini sunar.

 

Âşık Olmanın Anlık Bakış Açısı Diyorlar Platoniğe…

Kürk Mantolu Madonna’nın senaristliğini, fenomen olmuş televizyon dizilerine imza atan (Aşk-ı Memnu, Yaprak Dökümü, Fatmagül’ün Suçu Ne?, Kurt Seyit ve Şura)  Ece Yörenç üstleniyor. Edebiyat uyarlamalarına aşina olan usta kalemin aynı zamanda ilk sinema uyarlaması olacak Kürk Mantolu Madonna.

Romanda kullanılan yalın, gösterişten uzak, bir o kadar da sürükleyici şiirsel dilin, romanın giriş bölümünü oluşturan çerçeve hikâyenin, yani kahraman-anlatıcının Raif Efendi’nin not defterini okumaya başladığı geçiş noktası ile asıl hikâyeyi oluşturan Raif Efendi ve Maria Puder’in sıradışı aşkının, senaryoda hangi yöntemlerle harmanlanacağı filme olan merakımızı gittikçe artıran unsurlar…

Film ile ilgili elimizdeki bir diğer bilgi; Maria Puder karakterine (henüz tam olarak netlik kazanmasa da) Beren Saat’in hayat verecek olması. Ama şunu burada açıkça belirtmeliyiz ki; sistemin normlarına karşı çıkan, sanatçı kişilikli, keman çalan, resim yapan, şarkı söyleyen uyumsuz protagonist Maria Puder’i hangi aktris rolünün hakkını vererek oynarsa oynasın; Natalie Portman’ın Black Swan (Siyah Kuğu)  ya da Marion Cotillard’ın La Vie En Rose‘daki (Kaldırım Serçesi) performanslarında gördüğümüz üzere; kendilerine uluslararası arenada da başarı getireceğine, kariyerlerine altın harflerle yazılacağına inanmamak için hiçbir sebep yok.

Burada bir parantez açıp yazının girişinde hayalini kurduğumuz, Maria Puder’in portresine dönersek eğer, ki bana göre romanda olduğu gibi, Kürk Mantolu Madonna’nın beyazperde uyarlamasında da akıllara kazınacak sahnelerin ilk sıralarında yer alacak olanı, Raif Efendi’nin Berlin’de bir sanat galerisi ziyaretinde Maria Puder’in kendisini resmettiği otoportresi ile karşılaşması olacak…

 

Sanat İçinde Sanat

Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna romanını yazmasına sebep, ilham kaynaklarından olan rönesans dönemi Andrea del Sarto tarafından çizilen ‘’Madonna delle Arpie” tablosunun reprodüksüyonel olarak, Maria Puder’i oynayacak olan aktrisin yüzüyle resmedildiğini görecek olmamız, büyük ihtimalle filmin afiş tasarımına da başlı başına bir sanat olayı olarak tarihe geçecek. CGI efektleri ile oluşturulmayacağını temenni ederek bu çizilecek tablonun film vizyona girdikten sonra da sadece dekor olarak kalmayıp, sanat eseri statüsünde değerleneceği aşikâr…

 

Kitapta oldukça sinematografik bir dil ile kelimelere dökülen mekân tasvirleri 1. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmış Berlin sokakları, 1930’lar Ankara atmosferi, Maria Puder’in çalıştığı Atlantic kulübü, Berlin’deki botanik bahçeleri, sergi salonları, Raif Efendi’nin çalkantılı aile yaşantısının geçtiği Ankara evi, kahraman-anlatıcı ile Raif Bey‘in ilk teması olan patron Hamdi’nin yüz ifadesinin karakalem çizilme sahnesinin yaşandıği Ulus’taki ofis, sobada yakılmaktan kurtulan hikâyenin ana objesini oluşturan defter, unutulmaz  Berlin yılbaşı sekansı, filmin tüm dinamiğini oluşturacak unsurlar…

Yönetmen ve Ece Yörenç kimyasının iyi uyuşacağını umut ederek tüm bu parametreler yerli yerine oturursa ortaya çıkacak eser için hepimiz ‘’sinemadan çıkmış insan ‘’ deyimini kullanacagız film sonrası.

 

Beyazperde Sabahattin Ali

Türk Sineması, Kürk Mantolu Madonna öncesinde de Sabahattin Ali’nin metinlerini beyazperdeye aktarmıştır. Bunların ilki 1967 yılında Yılmaz Duru tarafından peliküle aktarılan Azap Yolu filmidir. Duru, filmin senaryosunu Sabahattin Ali’nin “Kağnı” ve “Ses” öykülerinden yola çıkarak yazar.

Usta yönetmen Metin Erksan tarafından çekilen bir diğer Ali öyküsü ise Hanende Melek’tir. Bu uyarlama 1975 yılinda TRT’de televizyon filmi olarak yayınlanmıştır.

Sabahattin Ali’nin 1937 tarihli ilk romanı Kuyucaklı Yusuf’’u 1985’te Feyzi Tuna neredeyse romanın sayfalarına birebir sadık kalarak sinemaya uyarlamıştır.

Cumhuriyet’in ilk yıllarında Konya’da oturak âlemlerinde dans eden Cemile ile onu bu âlemlere faytonuyla taşıyan Murat’ın hikâyesini konu alan, Sabahattin Ali’nin aynı isimli öyküsünden senaryolaştırılan Gramofon Avrat, Türkan Soray ve Hakan Balamir’in başrolleriyle 1987 senesinde sinemaseverlerle buluşmuştu.

Son olarak Ali’nin 1938’de yazdığ, iki kardeşine hem annelik hem de babalık yapan Hasan’ın sancılı öyküsü “Ayran’’ı, tamamiyle serbest bir uyarlama olarak başarılı bir şekilde Selim Güneş’in gözünden Kar Beyaz titriyle izlemiştik.

Bu durumda Kürk Mantolu Madonna’nın vizyona girecek olmasıyla beraber öyküleri dışında geriye kalan, beyazperdeye aktarılmamış olan bir tek Sabahattin Ali romanı kalıyor; o da, İçimizdeki Şeytan…

Sabahattin Ali’nin 2 Nisan 1948 günü Kırklareli üzerinden Bulgaristan’a geçtiği sırada ona rehberlik eden, ama aslında emniyet mensubu olan bir şahıs tarafından öldürülmesi; muhalif  aydın kimliğiyle tanınan usta yazarın kendi hayat hikâyesini, yazdığı  romanlardan ve öykülerden bir kademe daha önüne geçirse bile, günümüzde hâlâ en çok satanlar listesinde üst sıralarda yer alan  Kürk Mantolu Madonna’yı yeni senede beyazperdede izleyecek olmamız mutluluk verici…

Darısı Aylak Adam, Tutunamayanlar ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün başına…

Edebiyattan uyarlama favori sinema filmimim Yusuf Atılgan romanı Ömer Kavur imzalı Anayurt Oteli olduğunu bir kez daha anımsayarak, herkese yeni senenin mutluluk ve huzur getirmesini diliyorum.

 

*Kürk Mantolu Madonna, Sebahattin Ali, Yapı Kredi Yayınları