“Müzik zevkim yaptığım şeyin zıttı; çığlıklar atmaya ve Rap müziğe bayılıyorum. Armand da aynı şekilde. Birbirimizi bu şekilde besliyoruz.”

Fotoğraflar: Ozan Tezvaran
Yaklaşık bir sene önce, ilk EP’si Cardan’ın ardından hızlıca yükselişe geçen Fransız müzik ikilisi Agar Agar, sert 80’ler klavyeleri ve Clara’nın çekici vokali ile Avrupa ve etrafında sahne almaya devam ediyor.
23 Eylül gecesi de Garaj’da İzlanda’lı grup Samaris’in ardından sahne alan Agar Agar, insanların zaman algılarını ritimlere dönüştürdü diyebilirim. Konser bittiğinde şöyle bir yorumla karşılaştım:
“21.yüzyılda doğup, bu ana şahit olabildiğim için gerçekten çok şanslıyım.”
Evet tabii ki bir yerde abartılı olarak gözükse de, ritmin limitsiz bir şekilde yükseldiği performansta, sonlara doğru kalabalığın hiçbir şey düşünmeden sadece dans ettiğini, zıpladığını görmek gerçekten inanılmaz bir duyguydu.
Konser öncesi bizi kulisine kabul eden grup üyeleri ile muhabbet ederken, bu kadar enerjik olabileceklerini gerçekten beklemiyordum.
İşte mükemmel konser öncesi Agar Agar ile gerçekleştirdiğimiz samimi söyleşi…
İsminizin nereden geldiğini merak ediyordum… Sonra internette Armand’ın karıncaları, Agar ile beslediğini öğrendim.
Clara: Müzik yapmaya Konservatuar’da doğaçlama yaparak başladık. Sonra sınıftan birisi bizi doğaçlamalar yapan bir müzik grubu olarak tanıtmak istediğini söyledi. Birkaç kişiyle tanıştıktan sonra “Kontrat ister misiniz?” diye sordular, bizim de işimize geldi. Ardından daha ismimiz olmadan sahne almaya başladık. Kısa zaman sonra, büyük bir kalabalığa çalacağımız, bu yüzden bir isme ihtiyacımız olduğu söylendi.
Armand bana bir sürü isim sunmaya başladı, bir gün otururken sert Fransız aksanı ile “Agar Agar” dedi. Tabii ki Armand’a “Ama neden?” diye sorunca gençliğinde 3 sene boyunca odasında küçük tüplerin içerisinde, binlerce koloni karıncayı Agar ile beslediğini, söyledi. Ben de havalı bir isim olduğunu düşündüğümden “Neyse, tabii ki.” dedim.
Daha önce de elektronik müzik doğaçlamaları mı yapıyordunuz?
Clara: Hayır, hayır. Daha önce, (Onu konserlerinde yalnız bırakmayan samimi arkadaşı Roxane, konser öncesi kanepede kestiriyor, o da parmağıyla onu gösteriyor) oradaki uyuyan kızla beraber punk grubumuz vardı. Avrupa’da beraber turlar düzenliyorduk. Genellikle kötü barlardı ama gerçekten çok sağlamdı. Daha öncesinde Synthesizerlar hakkında pek bir şey bilmiyordum, ben Rock’n’Roll ile büyüdüm. Babam da gitarist olduğu için küçüklüğümde, vokal, piyano ve gitar dinlemeleri yapmam için beni oldukça zorluyordu. Öncesinde “Nefret ediyorum!” desem de bir anda sevmeye başladım. Bana çok fazla yardımı da oldu.
Sanırım ilk single’ı 2016’da çıkardınız…
Clara: Evet, galiba bir buçuk sene kadar önceydi.
Peki elektronik müzikle devam etmeyi mi yoksa önceki tarzlarınızla birleştirmeyi düşünüyorsunuz?
Clara: İlk başta “Prettiest Virgin”den bahsetmek gerekiyor o zaman. Şarkıyı yazmamın sebebi, Brian de Palma’nın Carrie filmindeki kadın gibi hissetmemdi. Biraz da bununla dalga geçmek istedim.” Aaa! Her yerimde kan var, ne haldeyim!” tarzında bir atmosferle yazmaya çalıştım. Her ne kadar halk arasında dans edilecek bir pop şarkısına dönüşse de bu tarz bizi ve yapmak istediğimizi tam olarak aktarıyor. Bence, bütün limitlerimizi ve etkilendiklerimizi nasıl aktarabileceğimizi keşfetmeye çalışıyoruz. Çünkü müzik zevkim yaptığım şeyin zıttı; çığlıklar atmaya ve Rap müziğe bayılıyorum. Armand da aynı şekilde. Birbirimizi bu şekilde besliyoruz. Yaptığımız şeyin dönmesini sağlayan sanırım bu.
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, “Cuidado, Peligro, Eclipse” şarkınıza gerçekten bayılıyorum! İspanyolcaydı değil mi?
Clara: Aslında tam olarak İspanyolca değil, haha! Şarkıyı Fransızca yazdıktan sonra Google Translate üzerinden İspanyolcaya çevirdim. Aslında hiçbir anlam ifade etmiyor. Geçen yaz, şarkıyı yaptıktan sonra gidip “Hey, şarkımı dinleyin bakalım!” deyince insanlar, “Dostum, gerçekten hiçbir şey ifade etmiyor!” tepkisini aldım. Ben de, “Tamam, zaten benim de düşündüğüm buydu!” dedim. Pek de umrumda değildi.
İngilizce şarkılar yapan, Fransız birisi olarak, Google Çeviri’den İspanyolca şarkı yapmak gerçekten sizi çok iyi anlatıyor sanırım!
Clara: Daha önce Fransızca yazmaya çalıştım, ama yazarken kendimi çok rahatsız hissediyorum. (Armand içeri giriyor)Aa! İşte benimki de geldi! Merhabalar Armand, ben de sen olmadan konuşuyordum.
Sen olmadan başlamış olduk ama Armand senin de düşünceni merak ediyorum. Neden İspanyolca?
Armand: Çünkü yarı İspanyolum! Şarkılar için de güzel bir dil İspanyolca, baya akıcı.
Aynı zamanda da çekici bir şarkı “Cuidado, Peligro, Eclipse!”
Clara: Teşekkürler dostum!
Armand: İspanyolca çekici bir dil çünkü!
Clara: Neden çekici olduğunu düşünüyorsun bu arada?
Genel anlamıyla vokal tonunun şarkılara bir çekicilik kattığını düşünüyorum. Ama bir yandan da klavyenin sanırım en sert olduğu şarkınız o. Kontrast gerçekten inanılmaz. Bu arada son sorum olarak da, ilham aldığınız, etkilendiğiniz müzisyenleri sormak istiyorum.
Clara: Karar vermesi gerçekten zor bir soru ama gençlik yıllarımda System Of a Down benim için en etkileyici isimlerden biriydi. Şuan da Arial Pink!
Armand: Hmm… Alphex Twin diyebilirim. En favori müzisyenim olmasa da müziğini gerçekten dahice buluyorum!
Konserden sonra muhabbetimize kaldığımız yerden devam ettiğimiz grup üyeleri de kısmen şaşkın haldeydi. Bir süre sonra doğaçlama olarak performansa devam ettiklerini, sadece İstanbul seyircisinin enerjisinin onlara geri yansıdığını söyleyen Armand ve Clara’nın da seyirci kadar mutlu olabildiğini görmek, aradaki paylaşımı yaşamak gerçekten inanılmaz bir tecrübeydi.
Synth-pop olarak nitelendirebileceğimiz bir tarz ile performansına başlayan grup, en son trance ritimleri ile Garaj’ı doldurdu. Güvenlik görevlilerinin dans etmeye başladığı bir konser hakkında daha ne söylenebilir bilmiyorum.
Bu güzel etkinlik ve bu samimi sohbeti sağladıkları için Garaj’a sonsuz teşekkürler!