“AŞK HAYATTAKİ TEK GERÇEK GİBİ!” – Karaköy Mono

Çıkardığı ilk şiir kitabıyla bize ne kadar heyecanlı olduğunu gösteren, aslında yazmadan yaşayamadığı için aşk gibi şiire de sanki tek gerçekmiş gibi inanan Zehra Güngör’le keyifli, güzel, anlamlı bir röportaj gerçekleştirdik. Şimdiden kendisine bol şans dileyerek, sorularımızı sormaya başlıyoruz. 

 

Yazar: Zehra Güngör

Röportajı yapan: Muammer Kıranoğlu

Şiir Kitabı: Sevgiyle Kal

Biraz kendinden söz eder misin?

1985 doğumluyum. 2011’de yurtdışına yerleştim. Daha önce Türkiye’de yaşarken sağlık sektöründe çalıştım. İki çocuğum var. Eşimin işi gereği Tiflis’te yaşamaya başladım. Tiflis bozulmamış bir şehir. Orada ağaçları kesmek kesinlikle yasak. 2012’de Londra’ya da gitmiştim ama hiç sevememiş aslında alışamamıştım. Açıkçası çok metropol gelmişti bana ve sıkılmaya başlamıştım. Yeniden Tiflis’e dönmek iyi geldi bana. Çocukluğumdan bu yana sürekli yazıyordum. 2010’da ilk dosyamı hazırlamıştım, belli bir konuda değil de çoğu içimden geldiği gibi yazdığım yazılardı. Bunları yayınlatmak için yayınevi arayışına girdiğimde, Türkiye’den ayrılmam gerekmişti o yüzden hepsini yırtıp attım. Çok üzülmüştüm. Ama oraya gittiğimde yazmayı bırakmadım, hatta bir sitede sinema-edebiyat yazıları yazmaya başladım, bu yaklaşık iki yıl sürdü. Sonra 2014 yılında kızım dünyaya gelince yine bırakmak zorunda kaldım. 2016’da ama yazma duygum yine depreşti. Çünkü  tesadüfen müziğini severek dinlediğim bir müzisyenle Tiflis’te tanışma fırsatı buldum. Bu benim için bir kırılma noktasıydı. Sonrasında yazmaya daha çok vakit ayırmam gerektiğini düşündüm. Kendime bir ortam hazırlıyor, bir şarkı açıyor ve onu dinleyip daha sonra bir şeyler yazıyordum. O dönemde şarkılarını çok sevdiğim Mabel Matiz’in “Kör Heves” şarkısını dinleyip sonrasında bir şeyler yazdığımı hatırlıyorum. Onun şarkılarını çok severdim çünkü. 2017 Ekim ayında Tiflis’te bir fotoğraf sergisi de düzenledim. Gezdiğim ülkelerde çektiğim fotoğraflardı konu. Özellikle beş şehir hakkındaydı: İstanbul, Amsterdam, Londra, Paris ve Tiflis. Oralarda çektiğim fotoğrafların altına bana hissettirdiklerini de yazardım. Bu sergi İWA (Uluslararası Kadın Derneği) desteğiyle yapıldı ve gelirleri de Tiflis’te bir çocuk koruma evine bağışlandı.

 

ŞİİRİN İFADE EDEBİLECEĞİ, YAŞATABİLECEĞİ ŞEYLER SONSUZ GİBİ…

 

Şiir tam olarak ya da his ve düşünce olarak nedir senin için?

Bana göre sonsuzluk hissi. Öyküde ve romanda bir hikâye var, yerler var, kişiler var, yani belirli şeyler var… ama şiirde o an benim hissettiğim duygularla onu okuyanın hissedecekleri o kadar farklı olabilir ki; kendisinin hissettiği şeyler… yani bana göre şiirin ifade edebileceği, yaşatabileceği şeyler sonsuz gibi.

Şiir dünyanı nasıl besliyorsun? Yaşadıkların mı daha etkin bu konuda yoksa okudukların mı? Şiir yazmak için çok şiir okur musun?

Okumaya Rus edebiyatıyla özellikle de Dostoyevski ile başlamıştım. O zamanlar küçük de olsam yazardım ama yazdıklarım sert şeylerdi ve şiir değildi, şiir yazmak aklıma bile gelmezdi. Ama yaşım ilerledikçe şiir de okumaya başlamıştım. Özellikle mesela Nazım Hikmet gibi şairler sonra Murathan Mungan’ı çok sevmiştim. Ve bu şairlerin üzerimde etkisi olduğunu ben sonra farkettim. Çünkü yaşadıklarımla birlikte ortaya bir şeyler çıkmaya başladı. Sonra anladım ki şiir benim için vazgeçilmezmiş, olmazsa olmazımmış… 

Özellikle elinden hiç düşmeyen, onsuz yapamadığın şairler var mı? Türkiye’den kimler var mesela ya da Dünya şiirinden özellikle beslendiğin şair var mı?

Özellikle Shakespeare diyebilirim. Pablo Neruda, Birhan Keskin, Murathan Mungan, Jehan Barbur… bir sürü isim sayabilirim.

Kendini romantik bir şair olarak mı görürsün yoksa gerçekçi yönün daha mı ağır basar?

Ben biraz melankolik biriyim. İçe kapanığım bile diyebilirim. Düşsel şeyleri, masalları çok seviyorum mesela, o yüzden kendim için gerçekçi ya da başka bir türde yazıyorum diyemem. Bu anlamda yıldızları da çok sevdiğim için belki romantik bir şairimdir…

 

OKUNSUN YA DA OKUNMASIN ÖNEMLİ DEĞİLDİ, BİZİM İNANDIĞIMIZ ŞEYLERİ YAPMAKTA ISRAR ETMEMİZDİ ÖNEMLİ OLAN!

 

Şiirin etkili bir tür olduğunu ve hâlâ da insanların üzerinde etkisinin devam ettiğini düşünüyor musun?

Ben, şiir dosyamı hazırlamaya başladığımda herkes benimle dalga geçti, deli misin, şiir okunuyor mu gerçekten, herkes İkinci Yeni’de kaldı, diye söylendiler. Ve ayrıca yayınevi bulmakta çok zorlandım, çünkü yayınevleri de şiir basmıyoruz diyordu. Dosyayı kabul bile etmiyorlardı yani. Ama ben de aksine inandım, içime doğan bu düşüncelerin basılması gerekir diye düşündüm hep. Okunsun ya da okunmasın önemli değildi, bizim inandığımız şeyleri yapmakta ısrar etmemizdi önemli olan.

Şiirinin bir hedef kitlesi var mı?

Bu kitabı lisede ve üniversitede okuyan gençlerin daha çok okuyacağını düşünüyorum açıkçası. Yani hayata yeni yeni hazırlanan insanların demek istiyorum. Trabzon’da ilk imza günümde lise çağlarında kızlar gelmişti mesela standıma, daha sonra onların bana gece yatmadan önce okuyup mesaj atmaları çok hoşuma gitmişti. Hatta bir ikisi bana ben de büyüyünce yazar olmak istiyorum demişti. Ben de o yaşlarda aynen onlar gibiydim. Aynı şeyleri yaşıyorduk sanki, garipti gerçekten.

“Sevgiyle Kal” ilk şiir kitabın, yakında yeni bir şiir kitabı gelecek mi peki?

Yazmak benim için nefes almak gibi bir şey zaten. Günde iki satır yazmazsam o gün bana boşa geçmiş gibi gelir. O yüzden günlük tutmaya da çalışıyorum. Fakat ikinci kitabım şiir kitabı olmayabilir, çünkü deneme tarzında ya da öykü tarzında yazdığım yazılar çok birikti, onlardan bir derleme yapabilirim. Hatta çok istediğimden söylüyorum tiyatro bile yazmayı düşünüyorum, benim için çok önemli çünkü.

İlgiden memnun musun? Çünkü maalesef ülkemizde şiir pek okunmuyor.

Tabii ki ben çok yeniyim. Kitabımı tanıtmaya çalışıyorum, sosyal medyada ve bir takım etkinliklere katılarak bunun için uğraşıyorum.

        Korktuğun her şey 

        gün gelip hayatının

        tam ortasına yerleşiyor

        ve sen istesen de kaçamıyorsun

        bugün yağmur yok

        güneşe gülümsüyorum

        müziğin sesini

        daha da açıyorum

        inan aklımdan geçenleri

        ben bile duymak

        istemiyorum

Kitabın ortasından bir parça okudum şimdi. Ne ifade etti senin için? Senin de çıkartıp en sevdiğim kısımlar diyebileceğin başka yerler var mı?      

Çok ayrım yapamıyorum açıkçası. Bana bu soru yine sorulmuştu. Ama şunu söyleyeyim bu pasaj benim için de önemli. Yazdığım sabah gözümün önüne geldi şimdi. Yine de açıkçası hikâyenin başlangıç noktası olan, kitabın son şiiri “Hoşçakal” Issız Adam filminden esinlenerek yazdığım şiir çok önemli; kitabın kapağı da biraz onu anlatıyor zaten. Ben etkilendiğim filmler hakkında yazarım, bu da benim için öyle bir filmdi. Ve bana bu şiiri yazdırdı. 

 

KADIN DA EN AZ BİR ERKEK KADAR ÖZGÜR VE ÜRETKENDİR…

 

Kadın şair olmak nasıl bir şey? Bildiğimiz çoğu şairin erkek olduğunu düşündüğümüzde üzerinde bir baskı hissettiğin oluyor mu? Yoksa şair zaten kadın erkek diye ayrılmaz önemli olan ifade biçimidir, şiirin yardımıyla hayatın bütününe bir cevap aramaktır diyebilir miyiz?

Çok önemli kadın şairler var. Lale Müldür, Didem Madak, Gülten Akın, Emily Dickenson, Fehruzad, Nilgün Marmara vs… Evet karşımıza erkekler çıkıyor ama bence kadınların hayata bakışları biraz farklı, çünkü o doğurganlık-anaçlık kadını çok belirleyici bir şey. Erkek daha özgürmüş gibi duruyor fakat ben buna çok katılmıyorum çünkü kadın da bir o kadar özgür ve üretken.

Son soru. Aşk nedir senin için? Sanırım bunu en iyi bir şair hem de bir kadın şair cevaplar?

Aşk benim için hayattaki tek gerçek gibi. Mesela ölüm dediğimizde kaçınılmaz bir gerçektir ya, onun gibi bir şey işte. O olmazsa olmaz, o olmadan olmaz yani. Her şeye âşık olmak mümkün bu arada. İnsan çiçeğe, böceğe, gökyüzüne de âşık olabilir. Yani aşk sadece kadın erkek arasında yaşanan duygusal bir şey değil bence. Ayrıca aşk denilince aklıma hep Mevlana ve Şems geliyor, onların yaşadıkları sevgi durumu beni çok etkiliyor. Aslında ortada birbirini besleyen, birbirine ilham olan iki insan söz konusu, ben buna inanıyorum. Ve bu tarz insanlara başvurmak çok önemli, çünkü kafan karıştığında onlara bakmak, okumak yetiyor insana. Ortada bir şey var sonuçta, kendini aramak mı dersin, yok olmak mı ya da kendini bulmak mı? İşte aşk böyle bir şey…