Bugün oldukça tecrübeli bir yazar var karşımızda. Sevgili Işın Beril Tetik’le Kadıköy’deyiz. Bugün mekân değişikliği yaptık. Işın Beril Tetik’le son çıkan romanını ve öykülerini konuşacağız. Oğlak Yayınları Maceraperest Kitaplar’dan çıkan Ayaz, yazarın ilk romanı, polisiye gerilim türünde. Başta bahsettim, tecrübeli bir yazar çünkü çok fazla hikâyesi var. Öykü derlemeniz Kara Kara Kapkara‘nın yanı sıra ayrıca Anadolu Korku Öyküleri, Aşkın Karanlık Yüzü, Karanlıktaki Kadınlar, Karanlık Yılbaşı Öyküleri’nde yer aldınız. Ama romanınız hikâyelerinizden farklı olarak polisiye gerilim içeriyor. İlk roman denemesi için oldukça başarılı, çok hacimli bir roman, tebrik ediyorum sizi. Ne kadar sürede yazdınız? Kitabı okuyanlar ne demek istediğimi anlayacaktır, belli ki çok araştırma yapmışsınız.
Öncelikle teşekkür ederim, romanı beğenmenize sevindim. Romanın fikri ilk 2012’nin sonuna doğru aklıma düştü. O sıra üst üste gelen ve beni öfkelendiren bazı haberlerin yarattığı sıkıntı, hikâyenin ilk tohumlarını attı, diyebilirim. Genelde beni yazmaya iten, pek çok yoğun duygunun yanı sıra, öfke ve içerlemedir. Yalnızca tecrübe ettiğim şeylerden bahsetmiyorum, genel olarak yaşadığım dünyada cereyan eden talihsizliklere kayıtsız kalamıyorum. Yaşanan trajedilere, haksızlıklara, eşitsizliklere, kötülüklere karşı duyduğum kızgınlık birikiyor ve hıncımı alabileceğim tek ve en etkili araç olan kaleme sarılıyorum. Bir anlamda bu isyanı hikâyelere dönüştürerek intikam alıyorum aslında. Kendimce yanlış olan şeylere karşı sesimi yükseltiyor, irdeliyor, cezalandırıyor ve belki de hak ettiği adaleti asla bulamayacak trajedilerin diyetlerini tahsil etmeye çalışıyorum bir şekilde. Elbette hayat siyah beyazdan ibaret değil, hatta gri bölgeler çok daha fazla. Ben de doğal olarak yaşanan olayların neden yaşandığına dair sorgulamamı yaparken farklı yönlerden bakmaya, çok boyutlu anlamaya çalışıyorum. Kurguladığım hikâyenin de bu boyutları yansıtmasını istiyorum. Tabii bu da özellikle roman söz konusu olunca, daha fazla zaman alıyor.
DÖRT MEVSİM CİNAYET DİYE ADLANDIRDIĞIM BU SERİ, ANLATMAK İSTEDİĞİM DİĞER HİKÂYELERE DE EV SAHİPLİĞİ YAPACAK
Bu yüzden hikâyeyi bir süre zihnimde döndürüp şekillendirdikten sonra, anlatmak istediğimi en iyi polisiye gerilim ile kurgulayabileceğimi hissettim. İlk kısım araştırmalarını yaparak 2013 başlarında bir oturuşta ilk iki bölümü yazdım. Sonra araştırmayı derinleştirerek, acele etmeden, tabiri caizse ağır ateşte pişirerek sahneler kafamda oturdukça yazmaya devam ettim. Bu esnada kitabın aslında dört kitaplık bir polisiye serinin ilk kitabı olacağını anlamıştım. Dört Mevsim Cinayet diye adlandırdığım bu seri, anlatmak istediğim diğer hikâyelere de ev sahipliği yapacaktı. O yüzden ilk başta tasarladığımdan çok daha detaycı düşünmem gerekiyordu. Bu zaman zarfında araya gündelik hayat, başka projeler ve bazı aksilikler girdi. Bu yüzden açıkçası planladığımdan daha uzun sürdü. Ama genel olarak kitabın ilk çeyreği 2016’ya kadar yazıldı ve o tarihten itibaren, kurgunun tam anlamıyla ihtiyaç duyduğu her şeye sahip olduğunu fark ederek ara vermeden yazmaya devam ettim ve 2018’de son noktayı koydum. Okumalar, düzeltmeler derken 2019’da doğum gerçekleşmiş oldu. Sancılı olmuştu ama kitabı elime aldığımda duyduğum tatmin inanılmazdı.
Peki siz bu romana hazırlanırken polis kayıtlarından, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinden ya da Müge Anlı’dan faydalandınız mı? (gülüşmeler) Merak ettim.
GERÇEĞİN KURGUNUN ÖNÜNE GEÇMEMESİNDEN YANAYIM
Muhakkak ki kurgunun ihtiyaç duyduğu her konuda araştırma yapmak gerekiyor. Buna romanlar, referans kitaplar, filmler, belgeseller, makaleler, araştırma yazıları, akademik yazılar, istatistikler de dahil, saymakla bitmez. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki ben her zaman, çok yakın bir dostumun hep söylediği gibi, gerçeğin kurgunun önüne geçmemesinden yanayım. İhtiyacım kadarını alır, gerisini kurgunun şekillendirmesine izin veririm.
Müge Anlı’nın programına gelirsek, bilmediğim bir sebeple nedense seyredenler bile bazen seyrettiğini söylemekten çekiniyor. Buna bir iki kere şahit oldum. Benim böyle bir çekincem yok, evet seyrediyorum. Sadece onu değil, Gerçeğin Peşinde ve Esra Erol da seyrediyorum. Kimi zaman araştırma veya kaynak tarama yaparken açarım, arkada çalarken çalışırım. Sebebine gelince, bu bana bir yazar olarak oldukça etkili bir bilgi kaynağı oluşturuyor. Tabi ki bu programlarda konu edilen olaylardan mutluluk veya heyecan duymuyorum. Tersine, bazen beni ölesiye kızdırıyor dinlediklerim. Ama yine de orada anlatılanlardan haberim olmalı diye düşünüyorum. Aslında şöyle açıklamak daha doğru olur. Bir insanın çevresi ne kadar geniş olursa olsun, hayatına soktuğu veya karşılaştığı insanlar, karşılaştığı olaylar, şahit olduğu yaşantılar belli bir çerçeve içindedir. Ne kadar zorlarsa zorlasın, bu çerçevenin dışını görmek çok da mümkün değildir. Çerçevenin dışındakilere dair okuduklarımız, duyduklarımız da tek yönlü veya eksiktir. Oysa bu gibi programlarda belki de hayatınız boyunca duyamayacağınız, göremeyeceğiniz yaşantılara, hikâyelere şahit oluyorsunuz. Daha önce karşılaşmadığınız bir karakterle tanışıyorsunuz. Hayal etmesi güç tesadüfler, aklı zorlayan davranışlar, şaşkınlık veren adetlerle yüzleşiyorsunuz. Sizi, kendinizi, hayatınızı, dünyayı ve düzeni sorgulamaya iten sorularla karşılaşıyorsunuz. Yüzleştiriyor, düşündürüyor, sorgulatıyor ve en önemlisi hazin bir biçimde eğitiyor. Muhakkak ki bu programlarda bazen de mutluluk veren konular da oluyor. Bu da kuşkusuz gelecek için umut veriyor. Kısaca, yaşama dair her şeyi belli bir ölçüde uzaktan deneyimliyorsunuz. Bence bir yazar için bu programlar, en az diğer kaynaklar kadar değerli. Faydalanmamak, esinlenmemek zor.
Dünya ve Türk edebiyatında etkilendiğiniz katiller ve cinayetler var mı? Sinemayı da ekleyelim soruya.
Olmaz mı? Etkilendiğim demeyelim de (gülüşmeler) hayranlık duyduğum sanılmasın. Tabii ki merak ettiğim, anlamaya çalıştığım, kurguda ihtiyacım olan bazı doneleri sağlayan Hannibal, Karındeşen Jack, Ted Bundy, Manson Ailesi gibi pek çoğunu sayabileceğim katiller var. Sadece seri katiller değil, Agatha Christie tarzı katiller ve cinayetleri de oldukça ilginç bulurum. Bir örnek verecek olursam, özellikle konu olarak ilgimi çeken Güney Kore yapımı Gap Dong adlı dizi favorilerimden biridir.
Biraz önceki soruya intikam almak için, öfkemi yansıtmak için yazıyorum, şeklinde cevap verdiniz. Peki bu durumda intikam, yazara ilham veriyor diyebilir miyiz?
NE ANLATIRSA ANLATSIN, HER HİKÂYE BİR HİKMET HİKÂYESİDİR ASLINDA
Aşk, korku, keder, mutluluk, içerleme… Pek çok güçlü duygu gibi öfke ve intikam isteği de yazara ilham verir. İntikam, karma, ilahi adalet, artık ne derseniz, güçlü hikâyeler yaratır. Şöyle bir geriye baktığınız zaman unutulmaz bazı eserlerde bunu rahatlıkla görebilirsiniz. Monte Kristo Kontu, Hamlet, Uğultulu Tepeler gibi yazılmış sayısız şaheser var.
Daha önce söylediğim gibi bu her hikâyem için geçerli değil ama genellikle öfke ve içerleme benim kalemim için çoğu zaman tetikleyici oluyor. Kurgu oluşurken öfkemi yakıt olarak kullanıyorum. Sonuç ortaya çıktığında kendimce intikam almış oluyorum. Bu durum yüreğimin soğumasına bir parça yardımcı oluyor.
Kimileri bu tür anlatıları hikmet hikâyesi diyerek kısıtlı bir tanımla sınırlıyor. Oysa bunda çok daha fazlası var bana göre. Ne anlatırsa anlatsın, her hikâye bir hikmet hikâyesidir aslında. Sadece bu amaçla yazılmamışlardır. Okuduğumuz her şeyin bize kattığı, düşündürdüğü, öğrettiği şeyler vardır. Özde, okumanın keyfi de bundadır bana göre.
Dahi – deli. Kusursuza yakın cinayetler var. Katiller, arkasında iz bırakmayan hırsızlar… Bir insan, üstün yeteneklerini neden cinayet işlemek için kullanır? Yazar gözüyle baktığınızda merak ediyorum. Zekâsını insanlığa faydalı işler için kullanabilecekken bu yolu seçiyor. Neden?
Bir psikiyatrist veya psikolog değilim elbette ama bir yazar olarak okuduğum, araştırdığım kadarıyla kafamda oluşan cevapları sanırım paylaşabilirim. Pek çok katil profili var. Doğuştan bizden farklı olanlar, genetik hastalığı olanlar, travma sonucu bozukluk yaşayanlar, kötü tesadüfler sonucu zorunlu kalanlar, kazara öldürenler gibi. Eğer bahsettiğimiz psikopat ve sosyopatlar ise, her psikopat veya sosyopat katil olacak diye bir şart yok. Bizden farklı olduklarını anlıyorum; zekâ seviyeleri, düşünce yapıları, hissettikleri, ilgi alanları, alışkanlıkları… Ancak katil olabilmeleri tamamen şartlarla ve seçimleriyle alakalı bence. Yani şu bildik tabirle, tıpkı diğer katil profilleri gibi “Yıldızların bir hizaya gelmesi lazım”, kanımca.
Dahi seviyesinde böyle bazı insanlar üstün yeteneklerini kullanarak insanlık için muazzam şeyler de yapabilir muhakkak. Ancak şartların zorlamasıyla, yanlış seçimlerle veya önlenemeyen kişisel dürtü ve tercihlerle yıkıma da sebep olabilirler. Hatta düşünürsek, bu kişiler yıkıma sebep olurken aslında iyi bir şey yaptıklarını düşünüyor olabilirler, ya da tam tersi, bir yandan iyi bir şeyler yaparken diğer yandan da cinayet de işliyor olabilirler. Bu gerçekten de çok derin bir konu, kaldı ki bu konuda yazılmış araştırmalar da, okuduğum kadarıyla diyelim, belli noktalarda hemfikir olsalar da, tek bir kesin görüşte buluşamıyor. Nasıl ki her insan için coğrafya, çevre, genetik, aile, gelenek, eğitim gibi pek çok faktör kişiliğinin ve yaşayışının şekillenmesinde etkiliyse, bana göre aynı şey, kişilik bozukluğu olsun olmasın, üstün zekâlıı kimseler için de geçerli.
Türkiye’nin bilinen bir seri katili var mı? Varsa da az sanırım ya da popüler değil? Neden Amerika’da bu kadar fazla mesela seri katil? Toplumsal olarak tetikleyiciler neler sizce?
TOPLUM OLARAK GÜNAHLARIMIZIN, HATALARIMIZIN VE AYIPLARIMIZIN ORTALIĞA DÖKÜLMESİNDEN ÇEKİNİYORUZ
Elbette Türkiye’de de seri katil var. Bu konuda yazılmış kitaplar da var. Örneğin Sevinç Yavuz’un Profil’den çıkan ‘Türk Seri Katiller- 1960’lardan Bu Yana’ adlı kitabı. Kitabın önsözü de beni kitap kadar etkilemiştir.
Düşünceme göre bu biraz gelenekler ve alışkanlıklarla ilgili. Evet, seri katillerimiz var ancak biz bunu Amerika’da veya diğer ülkelerde olduğu gibi reklam etmekten hoşlanmıyoruz. Bu bizim kusuru, ayıbı gizleme, örtbas etme alışkanlığımızdan geliyor. Toplum olarak günahlarımızın, hatalarımızın ve ayıplarımızın ortalığa dökülmesinden çekiniriz. Mümkünse konuşmaz, halı altına iter, olmamış gibi hayatımıza devam etmeyi tercih ederiz. İnkârı severiz. Çok basit örnekle, aile içinde utanç verici bir olay olur, aile bunu örtbas etmeye, kimseler tarafından duyulmamasını sağlamaya çalışır. Duyulduysa da bunu gerçek olmayan haklı bir sebeple toplum tarafından kabul edilir bir kılığa sokmayı dener. Bu örtbasın gelecekte daha büyük hataları beraberinde getireceğini bilseler de…
Ancak günümüzde sosyal medyanın etkisini ve herkesin kendi çapında hafiyelik yaptığını düşünecek olursak, artık ne ayıpları gizlemek ne de reklam olasılığını engellemek hiç kolay değil. Bunun uzantısı olarak dün habersiz kaldığımız pek çok şeyi bugün isteyelim veya istemeyelim, öğrenmek zorunda kalıyoruz.
Toplumsal tetikleyiciler denince, mutlaka coğrafya, çevre, gibi yukarıda saydıklarım ve dahası gibi pek çok faktör var ama bu konuda esas, insanın felaket merakı. Popülerliği, bu tür olaylara karşı duyulan yoğun ilgi sağlıyor.
Amerika’da daha çok olmasına gelince, bu nüfusla doğru orantılı olsa gerek.
Gelgelelim hikâyelerinize, korkunç hikâyelerinize… Neden korkarız demeyeceğim ama şöyle değiştireceğim: Dünya gelişiyor, bilimsel çalışmalar hız kazanıyor, dünya artık çok küçüldü, elektriğin ulaşmadığı yer çok azdır zannediyorum. Peki bu kadar imkâna rağmen biz hâlâ neden korkuyoruz? Doğaüstü korkularımız devam ediyor mesela. Bu bir çelişki değil mi?
ESKİ CANAVARLAR YOK OLURKEN YENİ ÖCÜLER DOĞUYOR
Korku, insanın hayatta kalmasını sağlayan en temel duygu. Korktuğumuz için hayata ve getireceklerine karşı temkinliyiz. Korktuğumuz için tehlikelere karşı kendimizi koruyoruz, önlem alıyoruz, düşünerek hareket ediyoruz. Bir anlamda kalkanımız. Korku biterse, savunmasız kalırız. Elbette sağlıklı bir dozdan bahsediyoruz burada. Fazlası, yaşamın kalitesini düşürür.
Bu noktada korkuya ihtiyaç duyduğumuz aşikâr. Teknoloji ilerliyor, zamanında bizi korkutan şeylere çare bulunuyor, açıklamalar getiriliyor. Ama eski canavarlar yok olurken yeni öcüler doğuyor. Dünya küçülüp bilgi çoğalırken, korkmamıza sebep olacak daha fazla şey öğreniyoruz. Birkaç yıl önce varlığından habersiz olduğumuz bir hastalık hakkında artık her şeyi biliyoruz ve bu bizi daha çok korkutuyor. Yani artık korkacağımız çok daha fazla şey var. Belki de gerçek korkulardan kaçınmak için doğaüstüne dönüyoruz yüzümüzü. Başımıza gelmesi mümkün olmayan, hayali korkulara sığınıyoruz. Kontrol bizde oluyor.
Peki korku sizce bir zafiyet belirtisi midir? Çünkü insanlar kimi zaman karşısındakini küçük düşürmek ve aşağılamak için ‘ne kadar korkaksın’ diyebiliyorlar. Burada bir çelişki yok mu?
Doğru dozda bir korku kesinlikle zafiyet değildir. Akıllı insan korkar, korkmasını bilir. Bana göre asıl korkusuzluk –ki korkmuyorum diyen kimsenin mutlaka korktuğu bir şey vardır – yaşamı kısaltır. Konu cesaretse, tıpkı korku gibi doğru dozda olmalı. Bir durum karşısında korku üstün gelir başka bir durumda cesaret. Bence zihin ve kalp arasında yapılan anlık hesaplanmaların sonucunda karar verdiğimiz duygu tercihleridir bunlar. Bu yüzden birinin korkak demesi veya alay etmesi bana her zaman o kişinin korkusunu gizlemeye çalıştığını düşündürür. Çünkü hiç gerek yokken yapılan böyle bir saldırı bana göre bir çeşit savunma mekanizmasıdır.
Siz aynı zamanda bir ekiple beraber yedi sezondur süren bir podcast hazırlıyorsunuz. Gerisi Hikâye’yi Demokan Atasoy ve Galip Dursun’la beraber yedi sezondur götürüyorsunuz. Tebrik ederim, az değil yedi sezon. Peki siz bu işe nasıl başladınız? Bu işe başlarken hedefiniz neydi ve şu an olduğunuz yerden memnun musunuz?
GALİP DURSUN VE DEMOKAN ATASOY GİBİ İLHAM VERİCİ DOSTLARA SAHİP OLDUĞUM İÇİN ÇOK ŞANSLIYIM
Evet, düşük çenelerimizin bir sonucu demek olayı özetler belki de. (gülüşmeler) Üçümüzün on beş yılı aşan sağlam bir dostluğu var. Daha en başından, çok farklı karakterlere, zevklere ve düşüncelere sahip olmamıza rağmen, ortak ilgi alanımız sayesinde çok iyi bir ritim yakaladık: Edebiyat ve korku. Ne zaman bir araya gelsek, dolu dolu son derece keyifli sohbetlere dalıp gidiyorduk. Korku türünün dokunduğu her şeyi, edebiyatı, sinemayı, tarihi, mitleri, söylenceleri ve daha nice konuyu irdeleyip duruyorduk. Zaman zaman etrafımızdakiler de bu hararetli sohbetlere şahit olmuştur.
Üçümüz de araştırmayı, yeni şeyler öğrenmeyi, aktarmayı, uyarlamayı seven yazarlarız. Beraberken sıkıldığımız tek anı bile hatırlamıyorum. Galip Dursun ve Demokan Atasoy gibi ilham verici dostlara sahip olduğum için çok şanslıyım. Birbirimizden daima güç aldık, yıllar içinde pek çok esere, projeye beraber imza attık. Gerisi Hikâye de bu projelerden biri. 2014’te Demokan, yaptığımız sohbetler havaya gideceğine Gerisi Hikâye Korku Konuşmaları adlı bir podcast hazırlayıp kayda almamız gerektiğini söyledi. Bu şekilde sadece özlemini çektiğimiz gibi bir kaynak oluşturmayacak, aynı zamanda ilgisi olan herkesle bilgiyi de paylaşabilecektik. Amacımız korku türünün zenginliğini gözler önüne sermek, iz bıraktığı her şeyden bahsederek daha iyi anlaşılmasını sağlamaktı. Düşünceleri değiştirip sınırları esnetmeye kararlıydık. Sadece edebiyat ve türleri değil, ilham aldığı, etki ettiği her şeyi mümkün olduğunca incelemeye niyetliydik. Hep beraber kafa kafaya verip konsept üzerinde çalıştık ve programın nasıl olacağına dair kararımızı verip kayda başladık. Disiplini elden bırakmadan, amaçladığımız kaliteye sadık kalarak, çalışmayı, araştırmayı ve aktarmayı sürdürdük. Bugün 7. sezondayız ve yüz elli bölümü geride bıraktık. Hâlâ da ele almayı istediğimiz yüzlerce konu var listemizde. Kısacası, daha konuşacak çok şey var.
Giderek artan dinleyicilerimizin ilgisinden de geri dönüşlerden de oldukça memnunuz. Dinlendiğimizi bilmek ve naçizane, bir şeyler katabildiğimizi görmek bize şevk veriyor. Ayrıca dinleyicilerimiz de önerileriyle, sorularıyla, merak ettikleri konuları ileterek bize katkıda bulunuyorlar. Böylelikle listemiz her geçen gün uzuyor ve bir anlamda izleyeceğimiz yolu çiziyor.
Korku ve polisiye edebiyatında kimleri takip ediyorsunuz? Özellikle takip ettiğiniz biri var mı?
Theophile Gautier, E. A. Poe, H. P. Lovecraft, Algernon Blackwood, Sheridan Le Fanu, Ambrose Bierce, Agatha Christie, Octavia E. Butler gibi yazarların haricinde çağdaş olarak Stephen King’i ve Dean R. Koontz’u çok severim. Ayrıca, Clive Cussler, Patrica Cornwell, Tess Gerritsen, Justin Cronin, Jennifer McMahon, Gillian Flynn takip ettiklerimin arasında. Aslında çok var. Say say bitmez.
Türk yazar olarak ilk aklıma gelenler Kerime Nadir, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Kemal Tahir, Peyami Safa. Özellikle Gürpınar’ın eserlerini okumak çok keyifli. Çağdaş polisiye dersek, Suphi Varım, Yaprak Öz, Elvan Sayar, Çağatay Yaşmut takip ettiğim yazarlar.
İstek soru geliyor. (gülüşmeler) Yakın bir zamanda Budapeşte ve Romanya’ya gittiniz mi? Öyle bir haber aldım. Peki Dracula’nın şatosunu ziyaret ettiğinizde neler hissettiniz?
Hem yolculuk hem de oraya vardığımızda gözlerimizin önüne serilen manzara inanılmazdı. Şatonun kendisi mimari olarak bana göre çok etkileyici. Ancak içeri girdiğinizde gözleriniz filmlerde gördüğünüz ihtişamı ve gizemi arıyorsa hayal kırıklığına uğramanız kaçınılmaz. Ben ne beklemem gerektiğini az çok biliyordum o yüzden öyle bir hayal kırıklığı yaşamadım. Tarihi benim için daha önemliydi. Bildiğim kadarıyla Drakula şatoda zaten çok az kalmış. Ancak yine de bir zamanlar onun yaşadığı bir yerde bulunmak enteresan bir duyguydu. Yüzyıllar önce birilerinin yaşadığı yerlere ayak basmak, gezinmek, duvarlarına dokunmak geçmişe yolculuk yapmak gibi. Aslında bu her tarihi mekân için geçerli. Budapeşte de Bükreş ve Karpatlar kadar büyüleyiciydi. Şahsi olarak gezdiğim şehirler içinde hâlâ birinci sırada. İkinci sırayı ise Edinburgh aldı.
Tarihin içinde gezinmek kesinlikle ilham verici.
Gelecek için planlarınız neler? Nasıl çalışmalarınız olacak?
GERİSİ HİKÂYE’YE DEVAM
Öncelikle Ayaz’ın okurla buluşmasının ardından hemen serinin ikinci kitabı üzerinde çalışmaya başladım. Onun haricinde, daha öncesinde başladığım ve halen yürüttüğüm birkaç proje daha var. Ne olduklarını söylemeyeyim, tamamlandığında sürpriz olsun. (Gülüşmeler)
Gerisi Hikâye’ye devam. Sezon sonuna kadar konular belli. Bana araştırmak ve okumak kalıyor. Bir de aksilik olmazsa eşimle merak ettiğimiz ülke ve şehirleri gezmeye devam edeceğiz. Yakın gelecekte planlarım bunlar.
Uzak gelecekten bahsedersek, mesleğimi sürdürebilmek benim için yeterli. Bir yazar için yazmaktan ve okunmaktan daha güzel bir hedef düşünemiyorum.
Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz Işın Hanım. Çok keyifli bir sohbetti. Sizinle tanıştığıma çok memnun oldum.
Ben teşekkür ederim. Gerçekten de çok keyifli, dolu dolu bir sohbetti. Saatlerin nasıl geçtiğini anlamadım.