ALEF – Karaköy Mono

Alef’in benim için en çekici yanlarından bir tanesi de politik alt metniydi. 

EMİN ALPER

Ödüllü bir yönetmen olarak filmlerinizden sonra ilk kez bir diziyle seyirciyle buluşacaksınız. Sinemadan ekrana geçmenizi de sağlayan bu projeyi kabul etmenizin nedenleri nelerdi?

Dizi sektörü son on yıldır yönetmenleri giderek daha çok heyecanlandıran bir mecra. Dünyada ve tabii ki özellikle ABD ve İngiltere’de hepimizin hayranlıkla takip ettiği çok kaliteli ve yaratıcı diziler yapılıyor. Bağımsız yönetmenler de giderek artan bir biçimde bu projelerde yönetmen koltuğuna oturuyor. Jane Campion, Andrea Arnold, David Fincher, Paolo Sorrentino bunlardan sadece bazıları. Dizi filmler uzunlukları nedeniyle bize sinema filmlerinin sunamadığı bazı imkânlar sunuyor. Dilediğince öyküyü dallandırıp budaklandırma, yan öykülerle zenginleştirme, karakter seyrini ve gelişimini dilediğince uzatma gibi… Kısacası ben de uzun süredir bir dizi projesinde yer almayı düşünüyordum. Arkadaşım Emre Kayış Alef projesinden bahsettiğinde hem o sıralarda taslak halinde olan hikâyeyi etkileyici bulduğum hem de Emre’ye güvendiğim ve birlikte verimli bir ortak çalışma yürütebileceğimize inandığım için projede yer almak istedim.

İlk bölümü izledikten sonra şunu düşündüm: Alef’te doğru ve etkileyici bir atmosfer yaratmak için çok emek verilmiş. Özellikle açılış sahnesi, güncel polisiye dizilerdeki en iyi açılış sahnelerinden biri bence. Açılıştan sonra biraz daha karanlık bir atmosfer ağırlığını koyuyor, devamındaki sahnelerde daha çok karanlık/gece/geç akşam sahneleri ağırlıkta. Biraz bu sahneleri, buralardaki renk, ışık tercihlerinizi, bunların nedenlerini anlatabilir misiniz?

Dizinin atmosferini oluştururken hem senaryo aşamasında Emre ile hem de realizasyon aşamasında görüntü yönetmenimiz Ahmet Sesigürgil ve Prodüksiyon Tarasımcımız Deniz Kobanbay ile atmosferi tanımlamak için bazı kavramlar kullandık: “Alaturka noir” ve “İslami Gotik” gibi. Ben zaten hem Film Noir tarzına hem de gotiğe meraklı ve meyilliyim. Abluka’da da benzer bir atmosfer yaratmaya çalışmıştım. Karanlık bir katilin İstanbul’un farklı mekânlarında bıraktığı cesetler vasıtasıyla bilinmeyen bir dünyaya yolculuk yapıyoruz. Bu hikâyeye uygun atmosferin de karanlık, kontrastı yüksek ışıklandırma ve koyu pastel renklerle donanmış bir dünya olması gerektiğini düşündüm. Gündüz çekimlerinde de kapalı ve yağmurlu hava koşullarından da olabildiğince yararlanmaya çalıştık. Ancak ilerleyen bölümlerde bu karanlığı dengeleyen yerli bir mizah duygusuyla da karşılaşacağımızı da şimdiden belirteyim.

Maktüllerin bulunduğu mekânlar, bulundukları haller, özellikle adli tıp ve otopsi sahneleri… Bunlar pek çok açıdan yerli polisiyeler için bir ilk. Yerli polisiyede genelde soruşturma ve kaçma-kovalamaca anlarına ağırlık verilir ve cinayetin işlendiği biçimler, adli tıp sahneleri çok detaylı gösterilmez. Buradaysa adli tıp uzmanı, ilk cesedin yanında tüm detayları anlatıyor. Bunlar sizin için önemli tercihler miydi?

Bu soruyu Emre’ye de sormak lazım. Uzun morg sahnelerini en ince detaylarına kadar yazan o çünkü. Emre bu sahneleri yazarken Adli Tıp uzmanlarından destek alarak cinayetleri ve işlenme biçimlerini en ince ayrıntılarına kadar detaylandırdı. Alef tarzında polisiyelerin seyircide uyandırmaya çalıştığı bir dehşet duygusu vardır. Gotik hikâyelerde de karşımıza çıkan, ilk ve en güzel örneklerini Edgar Allan Poe’nun verdiği tarzda bir duygu bu. Thomas de Quincey’nin yıllar önce adını koyduğu Güzel Sanatların Bir Dalı Olarak Cinayet kavramından bahsediyorum. Kimi cinayetlerin işlenme biçimi garip, tekinsiz ve korkutucu bir hayranlık yaratır. Bu hissi sinema izleyicisi en iyi Seven’dan bilir. Biz de bu projede yer yer benzer bir ürkütücülük yaratmaya çalıştık. İlerleyen bölümlerde Adli Tıpçımız Arap’ın da dile getireceği gibi katilimizin cinayetlerindeki “yaratacılığı” vurgulamak için bu morg sahnelerine ve uzun otopsi sahnelerine ihtiyaç vardı. Evet, bu yapmaya çalıştıklarımız yerli polisiyede çok denenmemiş mecralar.

8 bölümü çektikten sonra ve artık seyirciyle buluşmasına çok az kalmışken Alef sizin için ne ifade etti, ön çalışmaları, çekim süreci ve çekim sonrası süreçlerde neler yaşadınız?

Çok iyi, işini çok iyi bilen ve çalışkan bir ekiple çalıştım. O yüzden çekim süreci son derece sorunsuz ve verimli geçti. Ama hepimiz çok yorulduk. Çok zor sahnelerimiz vardı. Her ne kadar diziyi makul bir sürede çekmiş olsak da kimi sahnelerde hem prodüksiyon imkânlarımızın hem de çekim süremizin daha uzun olmasını isterdim. Dizinin geneli itibarıyla prodüksiyon kalitesinin çok iyi göründüğünü söyleyebilirim ama dünyadaki benzerleriyle kıyaslandığında oldukça kısıtlı bir bütçeyle çalıştık. Bu hepimiz için işin en zorlayıcı kısmıydı.

Alef’in izleyenlerde nasıl sorular ve duygular bırakmasını istersiniz?

Alef’in benim için en çekici yanlarından bir tanesi de politik alt metniydi. Hikâyenin ülkemizde çok az bilinen kimi tarihi olaylara uzanarak hem bu toprakların müthiş kültürel ve düşünsel zenginliğine az da olsa ışık tutması hem de bu zenginliği her daim bastırmaya çalışan iktidarlara karşı hayıflanma dolu bir bakış içermesi benim en önemsediğim taraflarından biriydi. Umarım seyirci de bu alt metni hakkıyla kavrar.

 



 

Alef, özenle yazılmış, güzel araştırılmış, zekice bir polisiye

KENAN İMİRZALIOĞLU

Alef’te, Londra’da hem eğitim almış hem de özel suçlar biriminde çalışmış Kemal isimli bir karakteri canlandırıyorsunuz. Kemal’i bir de sizden dinlemek isteriz…

Kemal, 13 yaşında, tek bir kelime İngilizce bilmeden annesiyle birlikte Londra’ya gitmiş… Altı ay sonra babası terk ettiği için anne ve oğul, dil bilmeden baş başa kalıp hayat mücadelesi vermişler. Kemal, böyle bir noktadan başlayıp Scotland Yard gibi çok önemli bir kuruma ve bu kurumda çalışan “seçilmiş” polislerin arasına girebilecek bilgiyi, eğitimi ve disiplini kendisine katmış. Fakat sıfırdan başlayıp çok iyi bir polis haline gelmesi, sofistike cinayetler ve özel suçları çözen bir ekipte çalışması, özel hayatındaki bazı büyük sorunları çözmeye yetmemiş. Kemal, kendisini de suçladığı büyük bir acı yaşamış, aile acısı… Ve kayıpları olmuş.  Bunun üzerine artık Londra’da nefes alamaz hale gelmiş. Tutunmak ve var olmak için anavatanına dönmüş.  İşiyle, işine olan tutkusuyla İstanbul’da yaşamaya ve yaşamı kendince anlamlı hale getirmek için uğraşıyor. O yüzden Kemal, bir taraftan cinayetleri çözmeye çalışırken bir taraftan da varoluş savaşı veriyor.

Daha önce de polisiye işlerde bazen dedektifi, bazen suçluyu canlandırdınız. Kemal’i daha önce oynadığınız karakterlerden ayıranlar ne oldu sizin için?

Kemal, diğer karakterlere göre batılı bir karakter. Bir diyalogda Settar’a, “Ben de senin kadar buralıyım” demesine; Türkiye’yle bağlarını koparmamış olmasına rağmen batı perspektifine sahip, orada eğitim almış, mesleğini de batıda öğrenmiş ve yapmış bir adam. Tüm bunlarla birlikte yaşadığı acı ve bunun Kemal üzerindeki etkisi, yansımaları var… Bunlar, Kemal’i daha önce canlandırdığım tüm karakterlerden ayırıyor.

Pek çok proje için aranan bir oyuncusunuz, dijital bir platformda yayınlanacak Alef’te  yer almanızı sağlayan unsurlar neler oldu? Hikayede sizi en çok etkileyen,  projeye ikna eden şeyler nelerdi?

Öncelikle senaryosu; özenle yazılmış, güzel araştırılmış, zekice bir polisiye. Mistik duygularla, mistik bir dünya içinde çözümler arayan biri batılı, diğeri doğulu iki dedektifi barındırıyor… Senaryonun çalışılmış ve değerli bir senaryo olması, Emin Alper’in yönetecek olması beni temelde ikna eden iki başlıktı. Ve tabii ki oyuncu kadrosu… Kendi adıma dijital platform için iyi bir başlangıç diye düşünüyorum. Ahmet Mümtaz’la (Taylan) oynamak ayrıca çok keyifliydi.

Diziyi çektiniz ve artık seyirciyle buluşmayı bekliyorsunuz. Ön hazırlık süreci ve çekim dönemi nasıl geçti sizin için?

Kemal, sadece nefes almaya, yaşamaya çalışan bir adam olduğu için kendisiyle ya da en azından dış görünüşüyle ilgilenecek bir ruh halinde değildi, bu yüzden ön hazırlık, kostüm seçimi kısmında buna dikkat edildi. Çekimler esnasında da ne istediğini bilen, istediği konuda çok net olan ve her sahnede samimiyeti arayan bir yönetmenimiz vardı. O yüzden bir süre sonra ortak dilde konuşmaya başladık. Çekim süreci de çok keyifli geçti, genç ve çok profesyonel, çok kaliteli bir ekiple çalıştım. Özel bir sanat grubu vardı. Her birim, kendi alanlarında çok başarılı insanlardan oluşuyordu. Bu kadar başarılı ve profesyonel bir ekibin bu senaryoyu ve Emin Alper’in kafasındakini amatör bir ruhla icra etmelerinin, ortaya koymalarının işi ayrı bir yere getirdiğini düşünüyorum. Alef’te özel bir sinerji oluştu.

 

Not: Röportaj, Türkiye’nin tek polisiye kültürü dergisi 221B’nin son sayısında yer alıyor.

Röportajı Yapan: Özlem Özdemir