AYFER KAFKAS: DİVİNA’NIN BİLEZİĞİ – Karaköy Mono

Öncelikle röportaj için, Karaköy Mono olarak teşekkür ediyoruz. Yakın zamanda Divina’nın Bileziği isimli polisiye romanınız çıktı. Okuduğumda belirtmeliyim ki olay örgüsü ve karakterlerin doğallığı beni etkiledi. Bir süredir polisiye okumuyordum, iyi geldiğini söyleyebilirim. Emeğinize sağlık. Dilerseniz, başlayalım röportajımıza.



  1. Öncelikle, baş kahramanımız Eşrefzade İdris Bey bana birçok açıdan Arthur Conan Doyle’nin Sherlock Holmes karakterini anımsattı. Zabit Musa Bey ile olan münasebeti yer yer Dr. Watson ile Dedektif Holmes’in konuşmalarını canlandırdı zihnimde. Seriye başlarken, hangi polisiye yazarları ve yazdıkları karakterler sizler için ilham kaynağı oldu?

Aslında Sherlock Holmes kıyaslaması sık sık yapılıyor. Daha modern, günümüz dedektiflerine bir benzetme ise kulağıma hiç gelmedi. Bu benim için çok önemli çünkü amacıma ulaştığımı hissettiriyor bana. Eşrefzade İdris Bey’i yazarken Sherlock Holmes’ten pek esinlenmediğimi ifade etmeliyim. Çok sevdiğim bir karakterdir. Öykülerini defalarca okumuşumdur ama benim için asıl esin kaynağı Amanvermez Avni idi. Osmanlı’nın Şerlok Holms’ü namıyla bence hak ettiği yeri yeterince bulmayan bu karakter benim başlıca esin kaynağımdı. Amanvermez, pek çok yönden Sherlock Holmes’e benzetiliyor. Dolayısıyla Eşrefzade İdris Bey’in de Sherlock Holmes ile benzeştirilmesi beni rahatsız etmiyor, bilakis mutlu oluyorum. Amanvermez’i okurken aldığım lezzeti romana yansıttığımı hissettiriyor bana.

  1. Hicri 1222 yılına baktığımızda miladi karşılığı takribi olarak 1807 yılına denk geliyor. Padişah, Sultan III. Selim. Bu döneme özellikle değinmekte özel bir amacınız var mıydı?

III. Selim dönemini özellikle tercih etmediğimi söylemeliyim. 1807’yi bana seçtiren karakter Ali Cengiz… Ali Cengiz, Esrarname serisinde de yer alıyor. Ana karakterlerden değil fakat önemli bir yan karakter. Severek yazdığım bir karakter olması sebebiyle başka maceralarda da yer almasını istedim. Eşrefzade İdris Bey’i daha erken veya daha geç bir zamana yerleştirseydim asla karşılaşamazlardı.

  1. Sanırım yazım sürecinde birtakım zorluklar yaşamışsınızdır. Bu tecrübelerinizden de yola çıkarak soruyorum: Polisiye yazmanın handikapları sizce nelerdir?

Her türün kendine has zorlukları var fakat polisiye daha fazla dikkat istiyor. Daha detaycı, daha kurnaz olmalısınız. Yazdıkça kurgulayan, romandaki olayları akışına bırakan pek çok yazar var. Fakat polisiye yazarken bunun pek mümkün olmadığını düşünüyorum. En azından benim için öyle… En ufak bir detayı atlamanız veya kurgunuza zarar verecek şekilde yazmanız hikayeye zarar verebiliyor. Yine de en büyük zorluk bence bu değil. Polisiye yazarken okuru ipucu olmaksızın bırakmanız mümkün değil. Her türlü bilgiyi okurla paylaşmalı, ondan bilgi gizlememelisiniz. Tabii bunu yaparken de maceranın sonunu sezdirmemelisiniz. İşte bu dengeyi kurmak beni biraz zorluyor. Okura “bu hep gözümün önündeydi, ama ben nasıl da göremedim” dedirtmelisiniz. Sanırım en büyük zorluk bu…

  1. Polisiye yazmanın zor bir iş olduğunu biliyoruz. Ancak daha zoruysa, tarihsel kurgu barındıran polisiye bir roman ortaya koymaktır. Eserinizi kaleme aldığınız süreç içerisinde hangi tarihi kaynaklardan veya tarihçilerden beslendiniz?

Evet, bu konuda yerden göğe kadar haklısınız. Tarihi kurgu hakikaten çok büyük bir dikkat gerektiriyor. Eğer siz henüz mum kullanılmayan bir zamanda veya memlekette karaktere mum verirseniz bu yazar açısından utanç verici olur. Tarihi roman yazarken ben her detaya dikkat etmeye çalışıyorum. Karakterlerin giyim kuşamları, kıyafetlerde kullanılan kumaş türleri, evlerin mimari yapıları, dekorasyon, yeme içme, her türlü detay… Asla fark edilmeyecek bir detayı bile araştırıyorum. Örneğin makas ne zaman kullanılmaya başlamış, ıhlamur ne zamandan beri çay olarak içiliyor, Osmanlı’da esnaf dükkanları nasıldı, neler satarlardı… Bunun gibi pek çok detayı araştırıyorum. Aslında küçükken de ansiklopedi okuyan biri olduğum için bu benim için zorunluluktan da öte bir keyif. Belki de bu yüzden tarihi kurgu yazmayı seviyorum.

Kullandığım kaynaklar ise akademik makaleler ve tezler. Özellikle şer’iye sicilleri, nüfus kayıtları, esnafın sattığı mallara ait narhlar, ihracat-ithalat kayıtları gibi bilgileri içeren makale ve tezlerden faydalanıyorum.  

  1. Olaylar 1807 yılının Germiyan Sancağı’nda yani bugünkü Kütahya’da geçiyor. Arada verilen Kapan Çayı, Ulu Camii gibi coğrafik ve tarihsel bölgelerden de bunu anlıyoruz. Kütahya’yı seçmenizdeki daha doğrusu Eşrefzade İdris Bey’i oraya götürmekteki maksadınız neydi?

Yazarların ve senaristlerin Türkiye sadece İstanbul’dan ibaretmiş gibi davranmasından hoşlanmıyorum. Kütahya benim memleketim. Öncelikle sebebi bu. Diğer sebebi ise burayı, tarihini, eski sokaklarını, yüzlerce yıllık eserlerini iyi biliyorum. Bu da benim için elimdeki hazır-kurgu-sahnesi demek. Yabancı bir yeri detaylarıyla öğrenmek, orada geçen bir kurgu yazmak elbette mümkün fakat titizlenerek yazmak için çok uzun sure okumak, öğrenmek, gezmek görmek zorundasınız. Sanırım bu çabadan geri durdum. 

  1. Eserde en çok dikkat çeken şeylerden birisi de polisiyenin yanı sıra dönem şartları üzerinden toplumsal bir alt metin barındırıyor olması. Toplumsallığı ele alırken günümüzün koşullarından ne kadar etkinlendiniz? Sonuçta tarihin, isimler  farklı  da olsa tekerrür ettiğine inanırız.

Dönemin toplumsal yapısını yansıtabilmek için ya o dönemde yaşamalı, ya da çok iyi gözlem ve kıyas yapmalısınız. Zaman değiştikçe belki pek çok şey değişiyor fakat insanlar pek değişmiyor. Eğer kendinizi metne iyi kanalize edebilirseniz belirli bir dönem içerisindeki kişilerin gözünden hayatı anlamlandırmaya başlıyorsunuz. Dediğim gibi, zaman değişse de insana dair bazı şeyler hiç değişmiyor. Ahlak anlayışımız, ahlaksızlığı içselleştirişimiz ve servete verdiğimiz değer insanın var olduğu her yerde, her dönemde aynı.

  1. Kaleme alırken yazmaktan en keyif aldığınız karakterler hangisiydi? Kendi adıma söylemem gerekirse, okurken İsador ile Ali Cengiz beni çok eğlendirdiler. Rıza ve Enver karakterlerine de değinmeden geçmemek gerekiyor tabii.

Rıza ve Enver maceraya yeni dahil oldular fakat iyi iş çıkardılar. Özel hayatlarına dair pek fazla detay bilmiyoruz. Bu da onları ihtiyaç duyulursa ortaya çıkacak karakter statüsüne sokuyor. İdris Bey’in başka bir macerasında hiç görünmeseler kimse onları merak etmez ama yeniden sahneye çıkarlarsa okur onları hatırlar.  Kullanışlı karakterler olmalarını istemiştim yazarken.

İsador ve Ali Cengiz ise benim için de vazgeçilmez karakterler. Musa Bey’in hayat telaşı ve İdris Bey’in acıklı geçmişi, Ali Cengiz ve İsador’suz çekilmezdi. Cinayet gibi ciddi bir mesele sürekli anlatılırsa okura baygınlık verir. Yan karakterler ve onların eğlenceli maceraları kurguyu homojenleştiriyor bence.

  1. Bu okumuş olduğum Hafiye İdris Bey’in ikinci kitabı, dolayısıyla da ikinci macerası. Seriye devam etmeyi düşünüyor musunuz? Bir sonraki macerasını okuma şansına ne zaman erişebiliriz?

İdris Bey’in başına gelecek daha fazla şey olmalı. Karakteri oldukça benimsedim ve severek yazıyorum. Aslında bu iki macera arasında bir başka maceranın büyük bir bölümünü yazmıştım. Hatta “Divina’nın Bileziği”nde de bahsi geçen, hokkabaz gösterisinde izleyicilerin gözünün önüne düşüveren bir cesetle ilgili… Fakat maceraya ısınamadım ve gözden çıkardım. Sonra Divina şekillendi ve romana dönüştü. Yeni bir macera elbette ben de çok istiyorum. Kurgusunu kabaca hazırladığım, araştırmasını yaptığım birkaç hikaye var. 

Keşke zaman konusunda da net bir şey söyleyebilsem ama seri üretim yapar gibi, ‘oturayım da roman yazayım’ diyebilen biri olamadım hiç. Keşke olsam ama bazen bir anda sayfalarca yazıyorum, bazen de günlerce tek bir paragraf yazabiliyorum.

  1. Son olarak, kendini yazmaya adamış sizin gibi tecrübeli bir kaleme şu soruyu yöneltmek isterim: Polisiye için kalem oynatmaya niyetli yazar adaylarına önerileriniz nelerdir? Nelere dikkat etmeliler ve nelerden sakınmalılar? Günümüzde, Türk polisiyesinin seviyesi ne durumda sizce?

Öncelikle yazar adayının, ne yazmak istediğini net bir şekilde belirlemesi gerekiyor. Polisiye yazmaya niyetlenip de hikayedeki katili falcıdan öğrenemezsiniz. Rüyada vakanın çözümü malum olmaz. Bunlar başka türlerin konusu olabilir. Fantastik macera olabilir, romantik bir hikaye olabilir ama polisiye olamaz. Şansa dayalı sonuçların olduğu, sürprizlerin bulunduğu maceraları polisiye okuru sevmez. Polisiyede her şey kanıta dayalı, bilimsel, inandırıcı ve gerçekçi olmalı. Bir yazar adayı bilimsellikten uzak, fantastik şeyler yazmak istiyorsa ona uygun bir türe yönelmeli.

Polisiye yazmak isteyen bir yazar adayının empati duygusunu ön planda tutması lazım. Her bir karakterin gözünden olayı yorumlamalı, dahası okurun yerine de geçebilmeli. Okurdan neyi gizlediğini, neyi açık ettiğini çok iyi takip etmeli. Okuru asla küçümsememeli, zekasını hafife almamalı.

Türk polisiyesi ile ilgili ise çok pozitif düşündüğümü ifade edebilirim. O kadar çok ve o kadar kuvvetli kalemler var ki… Benim de üyesi olmaktan büyük şeref duyduğum Türkiye Polisiye Yazarları Birliği, bu konuda büyük bir gayretle çalışıyor. Birlik çatısı altında sayısız değerli kalem var. Yakın zamanda Türk polisiyesinin çok daha iyi yerlere geleceğine inanıyorum. 


Bizleri kırmayıp, sizlerle bu güzel sohbeti yapma şansını sunduğunuz için teşekkür ederiz Ayfer Hanım. Yeni kitabınız tekrardan hayırlı olsun. Umarım okuru bol olur ve Eşrefzade İdris Bey’i yine okuma şansına erişiriz. Sağlıcakla kalınız.

Ben de bu keyifli sohbet ve güzel sözleriniz için teşekkür ederim. 

Röportaj: A. Emre Aladağ