Amerikan kapitalizminin eleştirel panoramasını çizen eserleriyle tanınan Upton Sinclair, 20 Eylül 1878’de fakir düşmüş Güneyli bir ailenin oğlu olarak Baltimore’da doğdu. Satış temsilciliği yapan babası bir alkolikti ve kazandığı tüm parayı alkol için kullanıyordu. Sinclair, devam ettiği okulda tanesini bir dolara sattığı fıkralarıyla yazarlık kariyerine çok küçük yaşlarda başlamış oldu. 1897-1900 yılları arasında devam ettiği Columbia Üniversitesi’ndeki edebiyat eğitimini yazdığı gençlik öykülerinden kazandığı parayla finanse etti.
1904’te yayımlanan Manassas adlı iç savaş romanının adı bir yandan savaş alanını tanımlarken diğer taraftan ‘insan eşek olarak’ anlamına gelen ‘man as ass’ın kelime oyununa dayanır. Bu romanda bir plantaj sahibinin oğlunun değişime uğrayarak kölelik karşıtı bir insan haline gelmesi anlatılmaktadır. Toplumsal ideallere sempati duyan Upton Sinclair, aynı yıl içinde Şikago Mezbahaları adlı romanına hazırlık yapmak amacıyla mezbaha işçiliği yapmaya başladı. İki yıllık çalışma sonucunda ortaya çıkan Şikago Mezbahaları, büyük umutlarla Amerika’ya gelip insanlığa yakışmayan koşullar altında Şikago mezbahalarında çalışmak zorunda kalan Litvanyalı bir göçmenin öyküsünü anlatmaktadır. Karısını ve çocuğunu kaybeden işçi, sosyalist düşünceyle tanışmadan önceki yaşamını suçlu ve rüşvetçi bir politikacının çömezi olarak sürdürür. Sinclair natüralist özellikler taşıyan bu romanında, namuslu insanların kapitalizm yüzünden nasıl mahvedildiklerini göstermek istemiştir. Ne var ki sömürülen işçilerin betimlenmesinden çok, et ürünlerinin işlenmesinde sağlık ve temizlik koşullarına dikkat edilmemesi kamuoyu tarafından daha fazla ilgi toplamıştır. Bunun neticesinde hükümet bir komisyonu görevlendirerek besin maddeleriyle ilgili daha sert yasaların çıkarılmasını sağlamıştır. Bu roman nedeniyle, kirli işleri kurcalayan magazin gazetecilerine verilen isim olan Muckraker lakabını alan yazar, amacının çok dışına taşan olayları şu sözlerle değerlendirdi: “Kamuoyunun yüreğine nişan almıştım ama midesini vurdum.” Sinclair, romanlarından kazandığı parayla Helicon Home adını verdiği bir çiftlik kurdu. Helicon Home’u sıradan çiftliklerden ayıran en büyük özellik sosyalist bir komün niteliğini taşımasıydı. Ancak yazarın örnek teşkil etmesini istediği bu çiftlik 1908’de yandı.
Yılda birkaç roman yazacak kadar üretken olan Upton Sinclair, 1913’te yapıtları üzerinde büyük etkiler yarattığına inandığı Mary Kimborough ile evlendi. O tarihten sonra da çeşitli meslek dallarındaki işçilerin sorunlarını ele almayı sürdüren yazar Kömür Kralı’nda madencilerin sefaletini teşhir etti. Bu romanın arka planında maden işçilerinin bir greviyle, sendikal örgütlenme için ileri sürdükleri talepleri yer almaktadır. Uygunsuz durumları daha yakından gözlemlemek isteyen yazar bir ara grev gözcüsü olarak görev yapmaya da talip oldu. Genç bir sosyalistin hayat hikayesini anlattığı Jimmy Higgins’te, Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlara karşı savaşan ancak daha sonraki yıllarda Amerika’nın Rusya’ya müdahale etmesine karşı çıkan delikanlının, devlet kurumlarınca nasıl baskı altına alındığını görmek bir hayli ilginç bir konu olarak değerlendirilmiştir. Sadece militarizm ya da kapitalist sistemle değil bu sistemin yarattığı en önemli kurumlardan biri olan kiliseyle de hesaplaşma içine giren Sinclair, Dinin Kazançları adlı kitabıyla bazı kesimlerin tepkisini üzerine çekti. 1920’de kendi adını taşıyan dergiyi kuran yazar, bu tarihten sonra çıkan kitaplarının yayıncısı oldu.
20’li yıllarda yazdığı The Brass Check ile satılık gazeteciliği, Kaz Adımı ve Kaz Palazları’yla eğitim sistemini ve Altın Zincir ile edebiyat eleştirisini konu aldı.
Petrol sahalarındaki çalışma koşullarını anlattığı Oil, Sacco ile Vanzetti davasıyla ilgili adalet skandalını konu alan Boston adlı romanları yazarın en önemli yapıtları arasındadır. Bu yapıtlarında Sinclair, titizlikle bir araya getirdiği araştırma sonuçlarına dayanarak İtalyan göçmen ve anarşistlerin keyfi polis hareketlerinin, siyasal ahlaksızlığın ve tahrif edilmiş kanıt malzemesinin kurbanı olduklarını gösterdi. Bu arada kamuoyunca da doğru olarak kabul edilen; adaletin işlediği bu cinayetin arkasındaki sebepleri ortaya çıkarmasıyla yazar Amerika’da büyük çalkantılara neden oldu.
Sinclair 1930’lu yıllarda başlıca siyasal aktivitelere yoğunlaştı. 1934’te Kaliforniya valilik seçimlerinde Demokratların adayı olarak ortaya çıktıysa da kazanamadı. Otomobil Kralı Ford adlı romanında sosyalist düşüncede bir idealistken vicdansız bir sömürücüye dönüşen otomobil fabrikatörünün yükselişini ve çöküşünü anlattı.
1940’ta başladığı Lanny Budd adlı kahraman çevresinde geçen roman dizisi yazara büyük satış rekorunu getirdi. Genç bir Amerikalı’nın Versay Anlaşması’ndan Kore Savaşı’na kadar tarihsel olayların en önemlilerinin katıldığı bu dizeyle yurttaşları hem siyasal konularda aydınlatmak hem de olayların arkasında yatan nedenleri açıklama amacını güttü. Bu macera öyküleri Sinclair’in komünist karşıtı bir insan haline gelişini de yansıtmaktadır.
1962’de otobiyografisini yayınlayan Upton Sinclair, 25 Kasım 1968’de, New Jersey’deki Bound Brook’ta hayata veda etti.
Şikago Mezbahaları, (İngilizce asıl adı The Jungle) Upton Sinclair’in yazdığı ve ABD’deki işçi sınıfının durumunun çarpıcı bir şekilde anlatıldığı kitap. Roman ilk olarak 1906 yılında The Appeal to Reason adlı sosyalist dergide yayımlanır. Roman hali ise 28 Şubat 1906 tarihinde Doubleday Page&Company tarafından basılır ve kapışılır.
Upton Sinclair’in kitabının orijinal ismi olan The Jungle (Türkçesi: cangıl, balta girmemiş orman) ile kapitalist sisteme ağır bir eleştiri getirmektedir. Amerikan toplumunun sanayi devrimiyle birlikte makinalaşması topluma gelişme ve iyilik yerine bunların tam tersini getirmiştir.
Toplum çok büyük bir cangıla dönmüştür. Herkes kendi ayakları üzerinde durmak zorundadır, düşene acımak yoktur; bencillik, rekabet ve ahlaksızlık kol kola gider. Güçlü olanın ayakta kalacağı bu düzende insan, yaşamak için güçlü olmak zorundadır. Kapitalizmin açgözlü rekabetçiliği yerilir. Aslında bu cangılda ayakta kalanlar en güçlüler değil en ahlaksızlardır, bu gerçek de patronların iç dünyasına yakından bakıldığında görülür.
Sinclair’in özellikle Jurgis’in ilk işi olan mezbahaların durumunu ayrıntılı anlattığı bölümdeki çarpıcı sahneler özellikle gıda sanayisini derinden etkilemiştir. Yazarın amacı özellikle gıda sanayisini eleştirmek olmayıp, kapitalist sistemin kâr üzerine dönen çarklarına dikkat çekmek olsa da, okuyucular gıda sanayisinin iç yüzünü şaşkınlıkla öğrenmişlerdir. Kitabın yaygın olarak okunmasından sonra devlet ve özel şirket yetkilileri bu alanda çeşitli önlemler almak zorunda kalmışlardır. Bu konuyla ilgili Sinclair şöyle diyecektir: Ben toplumun kafasına hedef aldım, attığım yumruk midesine geldi!
Hazırlayan: Ömer Yücedal