Yürüme Eylemi Üzerine – Karaköy Mono

Dışarıdan hiçbir etki olmadan, yalnızca ruhunuzun size eşlik ettiği bir yolculuğa daha önce çıktınız mı? Sadece bir bacağınızı diğer bacağınızın önüne atarak iç dünyanıza eriştiniz mi? Yürümenin bizlere sunduğu hakikati kavrayabilseydik eğer, onu sadece spor olarak adlandırmanın yanılgısı içerisine düşmezdik. Telaşla bir şeylere yetişmek, yetmek uğruna yaşantılarımızda o kadar hızlandık ki, duraklama fikrini aklımızın kıyısına dahi yanaştıramıyoruz. Modern insanın sıkça dem vurduğu yorgunluk, aslında ruhun sinyalidir duyabilene. Uyku dışında kalan zamanımızın çoğunda duyularımızın uyarıldığı, dış dünyanın bilgi havuzunda boğulduğumuz zamanları düşünün… Yalnızlığı arzulayan ve yorgunluk zilleri çalan zihnimizi sakinlikle ödüllendirmek, tüm zamanların yaşayan insanlarından daha fazla hayatidir bizler için. Yürümenin Felsefesi kitabının yazarı Gros’un da dediği gibi yürümek bir spor değildir. 

“İnsan yeterince erken gitmezse, birden çok geç olur ve artık gidemez…” Thomas Bernhard



Yürüme eylemi insan gelişiminin nasıl ki en önemli köşe taşlarından biri ise, zaman ile mekan arasında sıkışmakta olan varlığını kurtarmanın da en basit yoludur. Yürümek için yalnızca iki bacağa ihtiyaç duyulur. Bir vasıta, bir topluluk, ekipmanlar ya da bir nedene ihtiyaç yoktur. Bitkiler gibi köklerimiz olduğumuz yere bağlı değildir, kendimiz için daha verimli bir toprak parçasına göç etmek istiyorsak bunu kolaylıkla yerine getirebiliriz. Elimizde bulunan hareket özgürlüğü sayesinde yeni yerlerin keşfine varıp, yeni insanlar tanıyıp, farklı kültürleri deneyimleyebiliriz. Ya da yalnızca biraz ötemizde bulunan doğada, mahallemizin parkında, ayağımızın altındaki zemin, üstümüzdeki gök, göz menzilimize denk düşen manzara eşliğinde ruhumuzun tınısıyla bir yürüyüş… Zen Master Thích Nhất Hạnh diyor ya: Dünyayı ayaklarınızın altı ile öpüyormuş gibi yürüyün. Her adıma dikkatinizi vererek, attığınız her adımda bedeninizin hareketini izleyerek yürümeyi deneyin. Gökyüzüne bakın, toprağa, kuşlara, asfalta, betona, havanın teninizdeki etkisine, binalara bakın. Beş duyunuz aktif olarak yürümeyi deneyebilir misiniz?

Algılarınız açık yürürken, denk geldiğiniz anların hepsine bütünüyle katılamazsınız ama seyirci de değilsinizdir. Hele ki doğadaysanız, başa çıkmayı öğrenmek yerine, nasıl karışabileceğiniz öğretisini sunar bu yürüyüşler size. İnsanoğlunun hükmetmeye çalışırken yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bıraktığı doğada, yaşamın inceliklerine rastlarsınız. 

‘’Hakiki yaşam büyük bir yolculuktur.’’ 

David Henry Thoreau

Yürüme eylemi kısaca bahsi geçecek bir konu değil elbette. Dünya üzerindeki tarihine tanıklık edildiğinde, topluluğun oluşturduğu yürüyüşler politik bir direnişin sessiz çığlığı olurken, yazarların ise vazgeçilmez ilhamı olmuştur. Yürürken zihnimizin kıvrımlarında dolaşan hür fikirlerimiz, başkalarının filtrelerine takılmadan olgunlaşmaya devam eder. Dayatılan zaruri fiilleri ertelemek, kısa bir süreliğine benliğimizi çekip kurtarmanın yoludur. Hıza yetişmek isteyenlerin tekerleklerden yararlandığı dünyada yavaşça, doğayı kucaklamanın hafifliğidir. Nietzsche bu yüzden Ecce Homo kitabında şöyle söyler: ‘’Mümkün olduğunca az oturun; açık havada doğmayan ve kasların da canlanmadığı serbest dolaşımda herhangi bir fikre inanmayın. Tüm önyargılar bağırsaklardan kaynaklanır. Hareketsiz oturmak, gerçek günahtır.”