HAÇLI RÜYASI – Karaköy Mono

Uzun bir aradan sonra tekrar Karaköy’deyiz. Neredeyse 2 yıllık bir süreden sonra bu heyecanı tekrar yaşamak benim için çok özel. Şimdi o arayı kapatma vakti. Güzel bir kitapla dönüş yaptığımızı düşünüyorum. Kaliteli bir kitapla açılış yaptık. Bugün Dr. Murat Çaylı’yla ilk kitabı “Bir Haçlı’nın Rüyası”nı konuşacağız. Bir Haçlı’nın Rüyası, Yeditepe Yayınevi’nden çıktı. 



-Murat Bey, Karaköy’e hoşgeldiniz. Bizi kırmadığınız için teşekkür ederiz. 

-Ben teşekkür ederim.

-Bu kitabı seçmemin sebebi Haçlı Seferleri’yle ilgili birincil kaynaklardan çalışılmış olması. Bu özelliği onu kıymetli kılıyor. Fazla uzatmadan Murat Bey’e tekrar dönelim ve kitabını anlatsın. Bu sizin doktora çalışmanız değil mi? 

-Evet.

-Fransa’ya gittiniz ve oradaki müzeleri, kütüphaneleri dolaştınız, el yazmalarıyla çalıştınız diye biliyorum. O süreci sizden dinleyebilir miyiz?

ÜLKEMİZDE DAHA ÇOK TÜRK ve DOĞU TARİHİ ÜZERİNE ÇALIŞMALAR YAPILIYOR.

Tabii. Ben doktoramı Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi’nde tamamladım. Pınar Ülgen hocamız danışmanlığında Philippe de Mezieres’in Haçlı Seferi projesi üzerine bir çalışma yaptım. Öncelikle bu konuyu seçmemin temel sebebi, daha doğrusu Avrupa tarihine yönelmemin temel sebebi hem büyük bir merak duymam hem de bu alanda büyük bir açığın olduğunu fark etmem. Ülkemizde daha çok Türk ve Doğu tarihi üzerine çalışmalar yapılıyor. Ortaçağ’ın bin yılı kapsadığını düşünürsek bu bin yıllık süreçte Doğu ile Batı arasında ciddi bir etkileşim var. Bugün de kesintisiz devam ediyor. Bunu sadece Doğu kaynaklı çalışmalarla yaparsak birtakım eksiklikler ortaya çıkar. Ben bunu lisans dönemindeyken fark etmiştim. İleride bu alanda çalışmak istiyordum. Ama yüksek lisans döneminde pek mümkün olmadı. Biraz da benim acemiliğime denk geldi diyelim. Daha sonra doktora döneminde bu alana yöneldim. Avrupa tarihi üzerine çeşitli konularda fikir yürüttüm. İlk fikrim Ortaçağ’da ticaret üzerineydi. Doğu ve Batı arasındaki ticari ilişkiler.

İpek ve Baharat Yolu bahsettiğiniz değil mi? 

ÇALIŞTIĞIM PHİLİPPE de MEZİERES, HAÇLI SEFERİ TEORİSYENLERİ İÇERİSİNDE 14. YÜZYILIN SON TEMSİLCİSİ.

-Kısmen. Ama daha sonra bu fikirden vazgeçtim. O sıralarda Haçlı Seferleri üzerine farklı yaklaşımlar getiren birkaç çalışma okuyordum. Bu dönem 1095-1291 yıllarını kapsar ve literatürde Haçlı Seferleri Çağı olarak adlandırılır. Bu yüzyıldan sonra artık klasik yani Kudüs’ü hedef alan Haçlı Seferleri devam etmiyor ama Haçlı düşüncesi sona ermemiş. 1291’den sonra oradaki son Haçlı kalıntıları da Kıbrıs’a kaçıyor ve daha uzun süre varlıklarını sürdürüyorlar. Benim çalıştığım Philippe de Mezieres, Haçlı Seferi teorisyenleri içerisinde 14. yüzyılın son temsilcisi. Aslında ondan önce de çok teorisyen var. Yani ben sondan başlamış gibi oldum konuya. Altay Tayfun Özcan hocamızla irtibat halindeydim. Ona danıştım ve Philippe de Mezieres’de karar kıldım. Okuyup araştırdıkça çok faal bir insan olduğunu gördüm. 2017 başlarında Fransızca çalışmaya başladım. Latince öğrenmeye daha öncesinde başlamıştım. Fransızca da öğrenmem gerekti. İyi bir temel oldu benim için. İki, iki buçuk yıllık Fransızca eğitiminden sonra TÜBİTAK bursuna başvurdum ve kazandım. Fikrimi projeleştirmiştim.

-Tebrik ederim.

-Teşekkür ederim. Destek verdiler. Çalışmalarımı üniversitenin imkânları doğrultusunda yürüttüm. Yalnız bu pandemi süreci beni de etkiledi. Maalesef çalışmalarımı yarıda bırakmak zorunda kaldım. Bayağı bir kaynak toplamıştım, gelecekte yapmak istediğim çalışmalar için de malzeme toplayacaktım ama olmadı. 6 ay sonra dönmek zorunda kaldım. Elimde bulunan çalışmalarımla da kitabımı hazırladım.

-Kitabın başında Philippe de Mezieres üzerine çalışma yapan birkaç kişiden bahsetmişsiniz. Peki sizin çalışmanızı diğerlerinden ayıran nedir?

NİCOLAE IORGA HEM OSMANLI TARİHİ ÜZERİNE HEM HAÇLI SEFERLERİ ÜZERİNE MUAAZAM ÇALIŞMALAR YAPMIŞ BİRİ.

-Philippe de Mezieres üzerine yapılan en önemli çalışma Nicolae Iorga’ya ait. Bu konuyla ilgili doktora çalışması var. Aynı zamanda Romanya başbakanlığı da yapmış birisi kendisi. Hem Osmanlı tarihi üzerine hem Haçlı Seferleri üzerine muazzam çalışmalar yapmış. Philippe’in Avrupa’nın çeşitli şehirlerine dağılmış çalışmalarını toplayarak bir araya getirmiş. Bu çalışmanın büyük katkısı oldu. Ancak Philippe’in eserleri üzerinden Haçlı Seferleri ve Haçlı Tarikatı projesine layıkıyla değinememiş. Belki de son anda çıkan el yazması nüshaları kullanamamıştı. O dönemde bu bilgiler, edebi eserlerin içine gizlendiği için tarihi malzeme olarak da görmemiş olabilir. Philippe’in böyle bir projesi var, diye kısaca geçiştirilmiş. Bu şekilde kullanılmış. Avrupa’da gördüğümüz başka önemli çalışmalar da var. Onlar daha çok Philippe’in eserlerindeki farklı yönler üzerine ele alınmış. Çoğunlukla edebiyatçılar ilgi gösteriyor. Diğer Avrupa metinleriyle kıyaslıyorlar mesela.

Avrupa’da Haçlı Seferleri Projesi üzerine doğrudan çalışan isimler yok mu?

-Elbette var. Fakat Philippe de Mezieres’in projesi üzerine değinilen birkaç makale dışında bir şey gözüme çarpmadı. Benimle aynı dönemlerde Avrupa’da bir tez daha çalışılıyordu. İletişimi sürdüremedik, şu an ne aşamadadır bilemiyorum.

Bayağı bakir bir alan o zaman. 

-Evet. Eğer bu tezi yabancı dilde yazsaydım çok farklı etkileri olabilirdi. Orada doktora yapsaydım mesela sonuç farklı olurdu. 

-Onların da hoşuna giderdi değil mi?

-Olumlu etkisi olurdu tabii. 

-Bununla ilgili ileride bir sorum olacak. Kitabınızda Haçlı Seferi projelerinden ve teorisyenlerinden bahsediyorsunuz. Bir sürü teorisyen var adı geçen. Anladığım kadarıyla bu teorisyenler hep din adamı görünümlü. Philippe, Paris Üniversitesi’nde eğitim görüyor değil mi?

-Orası muallak.

Evet belirsizlik var. Daha doğrusu ne üzerine eğitim gördüğü belli değil. Anladığım kadarıyla Philippe askeri eğitim almıyor. 

-Alıyor. 

Aa alıyor mu?

-Tabii.

Şimdi ben şuna takıldım. Kudüs elden çıkmış, ağır bir yenilgi alınmış, önemli kaleler kaybedilmiş…Bu projeleri, teorileri üretenlerin askeri kökenli olması gerekmez mi? Ağır bir yenilgi var çünkü. Din adamı bu konuya ne kadar vakıf olabilir? Burada bir terslik yok mu? Çünkü meseleyi dini tahakkümle değerlendiriyorlar. Sürekli bir suçlama hali mevcut. Bir yerde ‘Siz Tanrı’ya şükretmediniz, Tanrı sizi cezalandırdı,’ diyor. 

ORTAÇAĞ İNSANI İÇİN DÜNYA ÜZERİNDE VAROLAN HER ŞEY, İYİ YA DA KÖTÜ TAMAMEN TANRI’YLA ALAKALIDIR.

Ama Ortaçağ insanı için dünya üzerinde varolan her şey, iyi ya da kötü tamamen dinle, Tanrı’yla alakalıdır. Haçlı Seferleri sırasında neden Müslümanları öldürüyoruz, onları Hıristiyanlığa davet etmeliyiz, şeklinde eleştirenler de oluyor. Fakat bunların sayısı çok az olduğu için genel kanının üstüne çıkamıyorlar.

Ortaçağ’da hâkim olan skolastik düşünce olarak yorumlayacağız o zaman? 

TEORİSYENLERİN DAHA ÇOK DİN ADAMLARINDAN ÇIKMASININ SEBEBİ, OKURYAZAR KESİMİN ONLAR OLMASI.

-Evet bunun da büyük bir etkisi var. Haçlı Seferleri sırasında İmparator II. Friedrich ile Papalık arasında bir çatışma yaşanıyor mesela. Papa, imparatoru aforoz ediyor. Toplum için de çok büyük bir ceza bu! Hiçbir dini imtiyazdan yararlanamıyorsunuz, ayinlere katılamıyorsunuz. Vaftiz edilemiyor ve dini kurallara göre gömülemiyorsunuz. Büyük etkileri var yani toplum üzerinde. Teorisyenlerin daha çok din adamlarından çıkmasının sebebi, okuryazar kesimin onlar olması. Ruhban sınıf o sistemde yetiştiği için Latince okuma yazma biliyorlar. Askerin okuma yazma öğrenmesi daha sonraki dönemlere tekabül ediyor. Dini eğitimini manastırda alıyor, 15-16 yaşından sonra ayrılıyor ve bir kontun yanında paralı askerlik yapıyor. O dönemde askeri eğitim de alıyor yani Philippe. Çift yönlü geliştiriyor kendisini. Tabii sadece Ruhban sınıfı yazmıyor Haçlı Seferi teorilerini. Mesela şövalye Jacques de Molay, Tapınakçı Tarikatı’na mensup. Suçunu itiraf ettiriyorlar. Önce reddediyor sonra itiraf ediyor. Nihayetinde yakılarak öldürülüyor. Onun da bir projesi var. Papa, askeri tarikatların liderlerinden de Haçlı Seferi projeleri istiyor. Asker kökenli bireylerin de projeleri var yani. Başarısızlıkları özellikle günahla bağdaştıran, dindar kesim. Diğerleri olaya tamamen askeri açıdan bakıyor. Şu kadar asker şu kadar gemi lazım gibi lojistik konulara odaklılar. 

Philippe’in yazmış olduğu hatıratlar var. Ve kitapta başka hatıratlara da dikkat çekiliyor. Bir tarihçi gözüyle baktığınızda bugüne kadar gelen bu hatıratlar ne kadar güvenilir? Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Birkaç yerde yakaladım kitapta, dikkatimi çekti. Haçlılar, İskenderiye’yi işgal edecekleri zaman diyorlar ki, İskenderiye surlarla çevriliydi. Ama aynı dönem Doğu tarihçisine baktığımız zaman diyor ki, İskenderiye’de sur yoktu.

SAVAŞLARA NE KADAR ASKERİN KATILDIĞINI GÜNÜMÜZDE ANCAK TAHMİN EDEBİLİYORUZ.

-Ortaçağ kaynaklarında böyle bir sorun var, evet bütün kaynaklar da olduğu gibi. Genelde tarihçiler verilen o sayıların yanlış olduğunu bilir. 100 bin yazmışsa mesela o 10 ya da 20 bindir. Zaten Erken Ortaçağ’ın sonlarında bile Paris ve Londra gibi şehirlerin nüfusu 10-20 bin. Fazlası yok. Savaşa katılan asker sayısında da abartılı rakamlar var. Bunları kasten mi yapmışlar ya da gözüne asker sayısı çok mu görünmüştür bilemiyorum. Savaşlara ne kadar askerin katıldığını günümüzde ancak tahmin edebiliyoruz. O dönemde de kaynaklarda abartı var bütün dönemlerde olduğu gibi. Biz bunları incelerken kıyaslama yoluna gidiyoruz. Buna dikkat etmek gerekiyor. Ortaçağ tarihinin en büyük sorunlarından biri bu. Günümüze yaklaştıkça da sorunlar devam ediyor, ama Ortaçağ’da özellikle dikkat etmemiz lazım. Görmediği yerleri görmüş gibi anlatanlar da oluyor. 1359 yılında Çanakkale Lapseki’ye Haçlı Seferi düzenleniyor mesela. Halil İnalcık tarafından tespit ediliyor bu. Anonim Tevarih-i Ali Osman’daki kayıtlar Philippe’in anlattıklarıyla örtüşüyor. Haçlılar mağlup oluyor. Geri çekildik ama Türklerden de şu kadar adam öldürdük, diyorlar. Diğer kayıttaysa tam tersi bilgiler var. Bu sadece küçük bir örnek. Dolayısıyla ihtiyatlı yaklaşmak gerekiyor.

-Avrupa’da o dönem siyasi bir boşluk var değil mi? Bildiğim kadarıyla imparatorluklar kurulmamıştı. Bir çıkar çatışması söz konusu sanırım. Bir yerde İlhanlılarla iş birliği içerisinde olan Hıristiyanları görüyoruz. Aynı grup yeri geliyor Bizans’ı da işgal ediyor. Bu parçalanmışlık düşündürücü. Mezhep ayrılığı bu kadar önemli mi gerçekten?

IV. HAÇLI SEFERİ DİREKT BİZANS’I HEDEF ALMIŞTI.

-Bizansla sürtüşmenin ana sebeplerinden biri mezhep çatışması ama tek sebep değil. Çıkar çatışması da var. I. Haçlı Seferi’nde ordular yola çıktığında Bizans İmparatoru biraz zorluk çıkarmıştı. Haçlılardan, Bizans’ın Anadolu’da kaybettiği yerleri geri almak için yararlanmaya çalışmıştı. Bu şekilde Haçlılar bazı yerleri ele geçirip Bizans’a teslim ettiler. İmparator, Haçlı komutanlarının kendi komutasına girmesini istemişti. Bizans, Antakya’dan sonra onlara yaptığı bütün yardımları kesti. O yüzden aralarında birtakım sorunlar var. Antakya’da bir Haçlı kontluğu kuruluyor ve Bizans burada sıkıntı çıkarıyor, büyük bir çatışma yaşanıyor. Örneğin Bohemond, Anadolu’da esir düşüyor sonra Avrupa’ya geçiyor. Haçlı Seferi’ne hazırlanmak ve asker toplamak için Fransa’yı dolaşıyor ama orduyla Bizans üzerine yürüyor. IV. Haçlı Seferi direkt Bizans’ı hedef almıştı. Yaklaşık 60 yıllık bir dönemde Bizans’ın başkenti İznik oldu. Son anda bir boşluk yakalayıp geri alıyorlar başkenti. Neden mezhep ayrılığı bu kadar önemli? Çünkü yazılanları okuyorlar, yani yaşananların hepsi hafızalarda taze. Philippe’in okuduğuna eminim mesela. Tarihte, Bizans ne yaptı, ne gibi engeller çıkardı ya da ne tür bir strateji uyguladı, bütün bunlardan haberdar. Dolayısıyla teorisyenler geçmişi unutmuyor, olayları takip ederek yeni çözüm yolları arıyorlar. Bizans’ın zaten bir gücü yok. Yardım etse ne olur etmese ne olur, diye düşünüyorlar. Yeter ki ayağımıza takılmasın. Bizans ile mezhep ayrılığı da var çünkü papalığı reddediyorlar. Ruhban sınıfı özellikle onlara tabii olmayı reddediyor. Ama Osmanlı Devleti sıkıştırmaya başlayınca, tamam kabul edeceğiz, diyorlar. Bazen İmparator çaresizlikten kabul ediyor, bu sefer Ruhban sınıfı kabul etmiyor. Sonlarına doğru bu kabuller daha ciddi seviyelere çıksa da pek bir faydası olmuyor, Bizans düşüyor.

Ama İstanbul düşünce zor durumda kalıyorlar değil mi? 

-Tabii. Onlar için büyük bir dezavantaj. Çünkü Osmanlı Devleti, İstanbul’u aldıktan sonra imparatorluk oldu. Artık Osmanlılar Avrupa’ya daha güçlü bir şekilde saldırmaya başladı.

Haçlı Seferleri dendiğinde İslam coğrafyasını düşündüğümüzde ilk akla gelen isim hep Selahaddin olmuştur. 

-Bana göre de Selahaddin.

-Peki. Siz kitapta Baybars’tan ve onun başarılarından da bahsediyorsunuz. Hıristiyan camia tarafından nasıl saygı duyulan bir rakip olduğundan… Bilmeyenler için Baybars’ın bu yönünden bahseder misiniz?

-Selahaddin kendi döneminde Hıristiyanlar arasında büyük bir şöhret kazandı. Kendi çağına kadar, şimdi hesaplayamadım ama kendileriyle çatışan ya da Müslüman rakiplerine karşı ve Hıristiyanlarla ittifak kuranları bir araya getirerek topluca Suriye’den atmak isteyen, hedefleyen ve bunu büyük oranda başaran bir kişi Baybars. O dönemde Moğol belası da var. Hıristiyanların Memlüklerle ittifak kurma teşebbüsleri de var. İki düşmanla bir arada çarpışmamak, arada kalmamak Hıristiyanları bu bölgeden tamamen çıkartmak için çok sert politikalar uyguluyor. Hiç acıması yok, Yaptığı anlaşmayı kolaylıkla bozabilen hileye başvurabilen biri. Tamamen Hıristiyanları o bölgeden çıkarmaya yönelik girişimleri var. Kaleleri birer birer almaya başlıyor. Bir yandan da Moğollarla mücadele ediyor. 

Moğollar da çok güçlü bir rakip. 

BAYBARS, AYN-I CALUT’TAKİ ZAFERDEN SONRA BÜYÜK BİR PRESTİJ KAZANIYOR.

Tabii ki. Orta Asya’yı tamamen ele geçirmişler. Avrupa’nın içine kadar girmişler. Anadolu’yu tahakküm altına almışlar. Önündeki tek engel Memlükler. Ayn-ı Calut’ta, Moğollar yeniliyor ama küçük bir birlik yendikleri. Bunu unutmamak lazım. Hülagü’nün asıl ordusu yaşanan karışıklıktan dolayı Azerbaycan’a geri dönmüştü. Orada sadece 10 bin askerden oluşan bir orduyu yendi. Ama bu bile onlar için büyük bir motivasyon oldu. Çünkü onu başaramayanlar da var. Ama önemli bir savaş neticede. Baybars, Kutuz komutasında olsa da Ayn-ı Calut’taki zaferden sonra büyük bir prestij kazanıyor. Suriye’deki emirleri de komutası altına aldıktan sonra Hıristiyanları o bölgeden çıkarmaya ağırlık veriyor. Ömrü yetmiyor ama. Daha sonra bu işi oğulları devam ettiriyorlar. Haçlıların son kalelerini teker teker alarak tamamen Suriye’deki Haçlı varlığını siliyorlar. Bu süreç 1302’yi buluyor. En büyük merkezleri Akka. Akka düştükten sonra birkaç kale kalıyor. Ruad Adası’nda biraz daha dayanıyorlar. 1302 yılında o bölgeden de ayrılıyorlar.

Konuşmanın başında biraz değinmiştiniz. Şimdi o konuya tekrar dönelim. Takip ettiğimizde özellikle son iki yılda Haçlı tarihiyle ilgili yayın dünyasında bir hareketlilik görüyoruz, özellikle çeviri alanında. Güzel bir gelişme tabii tarih çalışmaları açısından. Ben size şunu sormak istiyorum: Haçlı tarihi neden layıkıyla çalışılmamış? O savaşlar bu topraklarda yapılmadı mı? Haçlıların yol güzergahı Anadolu değil miydi? Dilimize pelesenk olmuş bir kalıp da var mesela: Haçlı zihniyeti. Birisine ‘Haçlı zihniyetine sahipsin’ dediğimizde aslında hakaret etmiş oluyoruz. Bu kadar çok kullanılıyor. Ama Haçlı tarihi çalışılmamış. Burada bir tuhaflık yok mu?

-En önemli etkenlerden biri dil eksikliği. Ana kaynaklara inmeden yapılan çalışmalar çok yüzeysel kalıyor. Aslında Haçlı tarihiyle ilgili çalışmalar var. İstanbul üniversitesi hocaları, Bilkent öğrencileri ve daha nice akademisyenler önemli işlere imza attılar, atıyorlar. Bir bina olarak kabul edersek kolon kısmı çalışıldı bu hocalar tarafından. Burada en önemli problem, dil. Haçlı kronikleri Latince, Fransızca ve İtalyanca gibi çeşitli dillerde yazıldığı için öncelikle bu kaynakları çalışacak kişilerin bu dilleri bilmesi gerekiyor. Bunu yapamayanlar bu kroniklerin İngilizce çevirileri üzerinden çalışıyor. Ama iyi taraftan bakacak olursak yeni nesil bu konuda bilinçli. Gençlerde cesaret görüyorum. Pek çok arkadaşım var dilini geliştiren hatta bu konuda işin uzmanlarına danışan. Bunun için teşvik ediyoruz gençleri. Dil bilmediğiniz zaman bir kitabın özetinin özetini okumuş gibi oluyorsunuz. Bazı metinlerin çok iyi İngilizce çevirileri var ama yine de çeviri, çeviridir. Doğrudan ana metinden Türkçeye çevirmek daha anlamlı.

Siz bu çalışma için Fransa’ya gittiniz ve dediniz ki, ben Haçlı tarihi çalışacağım. Peki siz orada kendinizi tanıttığınızda nasıl tepkiler aldınız? Bunu merak ediyorum. Nasıl bir süreçti? Çünkü siz onların gözünde İslam coğrafyasının temsil edildiği bir yerden geldiniz. Nasıl karşıladılar sizi?

ÜNİVERSİTEDEKİ HOCALARIM PHİLİPPE de MEZİERES ÇALIŞAN BİRİNİ GÖRÜNCE ÇOK ŞAŞIRDILAR.

-Olumsuz bir tepki görmem beklendi ama ben böyle bir tepkiyle karşılaşmadım. Üniversitedeki hocalarım dil öğrenip gelmiş ve Philippe de Mezieres çalışan birini görünce önce şaşırdılar. Bir şok geçirdiler diyebilirim. Neden bu konuyu çalıştığımı sordular. Zor bir konu çünkü ve sonradan dil öğrenip buralara gelmişsiniz. Tabii takdir de ettiler. Bu şaşkınlığın üzerine bana yol da gösterdiler. Kimlerle irtibata geçeceğim konusunda yardımcı oldular. Arşivlere girebilmem için kolaylık sağladılar. Poitiers Üniversitesi’nden aldığım bir öğrenci kartı bana bütün kütüphanelerin kapılarını açtı. Konaklama ihtiyacımı karşıladılar sağolsunlar. Orada master ve doktora yapan öğrenciler de bana, ne işin var burada, der gibi bakıyorlardı. Tarih mezunu olmalarına rağmen Philippe de Mezieres’i tanımayan çok kişi gördüm. Tabii muhakkak bilinmesi gereken bir şahsiyet değildir belki ama bana garip geliyordu. Sohbet ediyorduk, çoğu kişi seçmeli ders olarak Latince’yi almamış mesela. Bu da tuhafıma gidiyordu. Ama çok iyi Latince bilenler de vardı. Hem okuyup çevirebilen hem de yazabilen bir arkadaş vardı. O da yardım etti bana. Akademik çevrede olumsuz bir görüşle karşılaşmadım diyebilirim.

Peki sizce hâlâ Haçlı Seferleri’ni savunan bir kitle var mı Avrupa’da? Gittiğiniz yerde mesela öyle bir imayla karşılaştınız mı bu konuları çalışırken?

-Var tabii. Benim karşıma çıkmadı ama kaynak aradığım internet sayfalarında Haçlı Seferleri’ni savunanlara denk geliyorum. Var böyle tipler, tıpkı bizdeki Facebook camiası gibi. Onlarda da var.

Yeni çalışmalarınız olacak mı peki ilerleyen günlerde?

ŞU AN DAHA ÇOK SELENGE YAYINLARI’NDAN ÇIKACAK ALANIMLA İLGİLİ KİTAPLARIN EDİSYONUNU YAPMAKLA MEŞGULÜM.

-Tabii var. Yarım bıraktığım çalışmalarım olmuştu. Haçlı Seferleri projeleri üzerine ayrı ayrı çalışmalar yapacağım. Ama şu an pek vaktim yok çalıştığım için. Ayrı bir alanda çalışıyorum, Selenge Yayınları’nda editörüm. Başladığım ve yarım bıraktığım işlerim oldu. Notlarım hazır ancak çalıştığım için vakit bulamıyorum. Buna vakit ayırabilmem için akademik bir kadroda olmam lazım. Ancak o zaman çalışmalar hızlı bir şekilde ilerleyebilir. Şu an daha çok Selenge Yayınları’ndan çıkacak alanımla ilgili kitapların edisyonunu yapmakla meşgulüm. Mesela yakın zamanda Jean Richard’ın Haçlı Seferleri Tarihi’ni çıkardık. O metin için büyük bir özveriyle çalıştık. 1996 yılında yayımlanmış olmasına rağmen Türkçeye yeni çevrildi. İleride de Ortaçağ Avrupa tarihi üzerine çalışmaya devam etmek istiyorum.

-Haçlı Seferleri’yle mi ilgili?

-Yok sadece Haçlı Seferleri’yle ilişkili değil. Doktoradan sonra konuyu değiştirmek gerekiyor. Aynı konuları çalışmak insanı köreltiyor çünkü. Fikirlerim var, Ortaçağ Avrupası’nda gündelik yaşam ya da daha başka sürpriz konular. Fazla detay vermeyeyim, bu konuda azıcık ketum olmakta fayda var.

Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı Murat Bey?

-Ben çok teşekkür ederim davetiniz için öncelikle. Burada olmak, bu sohbete dahil olmak çok güzel. Zaten sizi önceden de takip ediyordum. Çok memnun oldum. Ekip arkadaşlarına da minnettarım. Saygılarımı sunuyorum. 

– Rica ederim biz de teşekkür ederiz. 

Fotoğraflar: Vuslat Saçkesen