Bir anlam ifade ettiği sürece müzikte her ses kullanılabilir. Bir tavuk, elektrik süpürgesi, gitar, buzdolabı… Eğer bir limitten bahsedeceksek de bu sadece zevke bağlı! Ses dalgalarına yaptığı her işlemle her defasında beni kendine hayran bırakan hiç hareket etmeden, gözlerim kapalı bir şekilde, atmosferini deneyimlemeye çalıştığım biriyle söyleşmek benim için oldukça heyecan vericiydi.
Bahsettiğim kişi, müzikte düzeni reddeden ve kendine özgü tarzı ile tanınan ritmin aykırı sesi Fransız müzisyen Igorrr. Filmekimi için 2 Ekim’de Salon İKSV’de sahne alacak Igorrr’un Türk dinleyicilerine bir mesajı var: “Konserden sonra Antep fıstıklı helva getirirseniz çok mutlu olacağım!
Igorr’un nasıl ortaya çıktığını çok merak ediyorum! Tüm o sıradışı melodileri sıradışı bir tarzda harmanlamaya nasıl karar verdin?
Igorr, ergenlik yıllarımda, o zamanlar televizyonda ve radyoda duyduğumuz korkunç derecede sıkıcı ana akım müziklerden uzakta duran, müziğin bütün limitlerini yerle bir eden bir grup veya müzisyen arayışım ile başladı. Öyle bir grup bulamayınca ben de dinlemek istediğim müzikleri bestelemeye başladım. Bana ilham veren şey bu oldu; metal, barok, elektronik ve geleneksel Balkan müziğini çok seviyorum, bunların hepsini ayrıştırmadan bir arada kullanmak istedim. Ortaya çıkan şey her ne kadar kendine özgü olsa da bu müzikleri, kimseyi memnun etmek için bestelemedim. Benim için daha ziyade kişisel bir olaydı, kendi ”ideal müziğimi” üretmeye çalışıyordum. Hatta birilerinin müziğimi sıra dışı bulması da amaçladığım bir şey değildi, sadece bana en güzel ve mantıklı gelen müziği yapıyorum.
İlk albüm olan Moisisure’dan son albümün Savage Sinusoid’e kadar hep deneysel işler çıkardın, yeni şeyler deneyip oluşan yeni boşlukları ritimlerle doldurdun ve tabii ki bana göre, şarkıları veya sample’ları alışılmadık bir biçimde beraber kullandın. Mesela üçüncü albümün “Hallelujah”taki “Absolute Psalm” parçasının metalden caza beklenmedik bir geçişi var. Bu ironi müziğe olan bakış açını yansıtıyor diyebilir miyiz?
Müzikte zıtlık ve ironi hoşuma gidiyor. “Absolute Psalm”da dini, hatta neredeyse tarikat müziği olarak adlandırılabilecek melodileri olabilecek en ironik şekilde kullanırken çok keyif aldım. Özellikle en sonda Laurent’in melodiyi bağırarak seslendirişinde… Absolute Psalm’da müziği olması gerekenin tam tersi şekilde kullanmak çok güzeldi.
İşlerinde sadece enstrümental seslere değil, aynı zamanda hayvan seslerine veya teknolojik aletlerin seslerine de yer veriyorsun. Şunu sormak istiyorum; sence müzikte her şey kullanılabilir mi? Burada herhangi bir limit var mı?
Hayır, müzikte herhangi bir limit olduğunu sanmıyorum. Bir anlam ifade ettiği sürece her ses kullanılabilir. Bir tavuk, elektrik süpürgesi, sitar veya buzdolabı… Bir şeyler anlatan her ses kullanılabilir. Eğer bir limitten bahsedeceksek bu limit sadece zevke bağlıdır diyebilirim. Zaten bilindik müzik yapım tarzından uzaklaştıkça, müziğe nasıl anlam yükleyeceğini bulma meselesi ilginç bir hal almaya başlıyor.
Atmosfer olarak müziğini nasıl tanımlardın? Karanlık? Melankolik? Müziğinin içinde acı yer alıyor mu?
Cevaplanması biraz zor bir soru, aslında müziğimin pek de atmosferik olduğunu düşünmüyorum. Karanlık diyebilirim tabii, melankolik de… Ama aynı zamanda ilkel ve vahşi. Barok müziğin herhangi bir atmosferi var mı bilmiyorum, ama varsa kesinlikle o da dahil.
Müziğin ana akım dans müziklerine, metale yahut herhangi bir şeye pek de yakın değil. Ben senin müziğini bir deneyim olarak görüyorum. Dinleyicinin, müziğini nasıl görmesini isterdin?
Dinleyenlerin, müziğimizi nasıl isterlerse öyle dinleyip hissetmekte özgür olmalarını isterim. Bana kalırsa tüm vücudunuzla ve beyninizle deneyimlemeniz gereken doğal bir müzik ama beklenmedik tepkiler görmek de baya ilginç oluyor.
Peki ya günlük hayatta Igorrr, müziğine benzer bir şekilde mi yaşıyor? Karmaşık, sert, melankolik… Hatta belki biraz deli?
Düşündüğünden daha kötü, zamanımı Güney Fransa’nın nehirlerinde ve Akdeniz yemekleri pişirerek geçiriyorum… Düşünebiliyor musun?
Üçüncü albümüne ilham veren ne oldu? Arka planında bir hikâye var mı? Bir de üçüncü albümün turu ne zaman başladı ve nasıl gidiyor?
Savage Sinusoid’in ardında bir hikâye yok aslında, sadece kafamıza estiği gibi müzik yaptık, eğlendik. Çaldığımız tüm müzik türlerinin esansına olabildiğince yaklaşmak istedik. Müzikalite ve teknik açıdan, her müzik türünde uzman olan ses kayıtçılarıyla çalışarak ve hepsinde özel mikrofonlar kullanarak kulağa en ”doğru” geldikleri formu yakalamaya çalıştık.
Ve tabii ki İstanbul’a geliyorsun! İstanbul’a ilk gelişin mi olacak, tek başına mı geliyorsun yoksa bize bir sürprizin olacak mı?
İstanbul’da çalmak için sabırsızlanıyoruz! Bu hem oradaki ilk konserimiz hem de Savage turunun ilk konseri olacak… İstanbul konseri sonrasında kasım sonuna kadar yolda olacağız. Tek başıma gelmiyorum, vokalde Laure ve Laurent, davulda da Sylvain bana eşlik etmeye geliyorlar. Sahnede dört kişi olacağız.
Türkiye’ye önemli bir film festivali ile geliyorsun. Olaylar nasıl gelişti? Ve son olarak, okuyucularımıza bir mesajın var mı?
Biraz komik bir şekilde oldu. Bu mayıs ayında müziklerini yaptığım bir film, Fransa’daki Cannes Festivali’ne katıldı ve seçkiye girdi. Ben de bu yüzden festivale katıldım ve orada festival başkanıyla tanıştım. Çok tatlı bir insan, hemen hemen her konuda sohbet ettik diyebilirim. Meğer Igorrr fanıymış, Türkiye’de bir Igorrr konseri yapsak fena olmaz dedik. Birkaç ay sonra bir davetiye gönderdi ve işte buradayız. Ve okuyuculara mesajım; birileri konserden sonra Antep fıstıklı helva getirirse çok mutlu olacağım!