Kadıköy, çok güzel bir etkinliğin ikincisine imza attı; Plak Günleri. Moda yolunda bir okulun bahçesinde gerçekleşen iki gün boyunca tüm plak severlere ve meraklılarına kapısını açan etkinlik, konserler, söyleşiler ve tabii plaklar ile dolu dolu geçti. Bol müzikli, geçmişe gitmeli, danslı, hisli…
Vapurda içimden “Umarım yeri rahat bulurum” diye geçirdim. Vapur yanaştı iskeleye ve Kadıköy’deydim. İlk önce Moda tabelalarını ardından ise müziğin sesini takip ederek okula ulaştım. Denize ve müziğe doğru ilerledim de denilebilir. Belki böylesi bir tabir daha güzeldir. Kapılar yeni açılmış olmasına rağmen yoğun bir kalabalık ile karşılaştım. Sonrasında daha da artacak olan bu kalabalıktaki hiçbir yüz, toplu taşıma araçlarında rastladığım İstanbul’un yorgun, mutsuz çehrelerine benzemiyordu. İnsanlar mutluyken, gülerken öyle güzeller ki… Müziğin, birlikteliğin, paylaşımın önemini bunun gibi etkinliklerde çok bariz görebiliyor ve gülümsemenin bulaşıcı etkisini yaşıyoruz. Fondan Zeki Müren’in sesi gelip de nasıl mutsuz olunur? Anlaşıldığı üzere ilk sevincim insanların güler yüzü oldu. Güzel şarkılar eşliğinde stantları dolaşmaya başladım. O kadar çok plak vardı ki! Yerli, yabancı, bilinen, az bilinen… Bir koleksiyoncunun bulunmasının en riskli olduğu alanlardan biriydi burası. Kulak misafiri olduğum birkaç konuşmadan koleksiyonculuğun gerçekten çok farklı bir zevk olduğu kanısına vardım. Bunun bir örneği de eşi, “Yeter artık alma” dediği zaman “Bu son, bir daha denk gelmem çok zor bu parçaya” diyen ve eşi tarafından oradan zorla uzaklaştırılan ve kısa bir süre sonra yalnız başına gelip gizlice tekrar plak toplayan biriydi. Bir kadının, oğluna, “Baban ne severdi bu parçayı” derken gözlerindeki özlemi,hüznü gördüm sonra. Ardından plaklara tam anlamıyla tutkun birisi dikkatimi çekti ve onu izlemeye koyuldum. Stantlardaki hiçbir plağı es geçmediğine eminim, bazı plaklarla karşılaşınca yılların ardından çok eski bir dostunu görmüş gibi baktı onlara. Onu, onun tutkusunu izlemek ayrı bir keyifti. Aslında bana göre insanlardaki bu tutku ve merak festivalin en önemli parçalarından biriydi.

Murat Meriç
Ben etrafa göz atmaya devam ediyordum ki Murat Meriç çıktı sahneye ve sohbetine başladı. Reklam plaklarından siyasi plaklara ve döneminin izlerini taşıyan unutulmuş şarkılardan seçkiler sundu. Hikâyelerini anlattı hepsinin. Türkiye’nin ilk Eurovision şarkısı Ajda Pekkan’ın Petrol’ü çalarken pikapta, küçük bir kız çocuğu şarkının “Aman petrol, canım petrol” nakaratıyla dans etmeye başladı. 7’den 70’e herkesi etkisi altına aldı plaklar… Yorulduğumu hissedince tahta piknik masasına geçtim. İki koleksiyoncunun karşısına oturdum. Naci ve Yelim Bey. Uzun yıllardan beri plaklarla ilgilendiğini hatta pikabı olmadan plak toplamaya başladığını anlattı Naci Bey. Koleksiyonunda 5 bine yakın plağı varmış. Yelim Bey ise film müziklerinin plaklarını biriktiriyormuş. Masa git gide doldu, sohbet koyulaştı. “Söyleşebileceğim bir plakçı tavsiye eder misiniz?” dedim ve Volkan Özboz’u önerdiler. Ardından Volkan Bey’in yanına gittim standı kalabalık olduğundan ondan ertesi gün için kısa bir sohbet sözü aldım.
Yavaş yavaş herkes konser alanına doğru ilerlemeye başladı. İlk gün çıkan isim, Gaye Su Akyol’du. Herkes şarkılara bıraktı kendini. Plaklar, “Yarın görüşürüz!” dedi.
Festivalin ikinci günü kapılar açılmadan Dip Sahaf standındaki Volkan Özboz’un yanına gittim. Kendimi hatırlattım ve sohbetimize başladık.

Volkan Özboz
Bu meslekle ilgilenmeye ne zaman başladınız?
Üniversiteye hazırlanırken boş zamanlarımda tezgâh açmaya başladım. Kitap satıyordum ve ikinci el ne bulursam… Kitap bulmak için gezdiğim yerlerde plak ile tanıştım. Ardından plak da satmaya başladım. Daha sonra da plakta kaldım. Bahsettiğim, 90’lı yıllar, yani 91-92, o zamanlar plaktan haberim yoktu. Kadıköy’de kitap satıyordum. Sonra kitap satmak için Beyoğlu’na çıktım. Pikap almıştım, amatör olarak ilgileniyordum. Ama plağın satılabileceğini Beyoğlu’nda öğrendim. Plak satma işine tam olarak Beyoğlu’nda başladım.
Bu işi yapmak için sevmek gerekiyor diye düşünüyorum. Plak sevginiz nasıl başladı?
Müzik dinlemeyi çok seviyordum ve müzikle de uğraşıyordum zaten. Ama plak çok daha farklı bir format. Pikap sahibi olup plak biriktirip o müziği plaktan dinlemek ayrı bir tutku. O zaman alternatifimiz kasetti. Kasetlerde kapak bile yoktu, kayıttı hepsi. Plağı görünce kapağıyla, biçimiyle, farklı oluşuyla sahip olma isteği uyandırıyor insanda.
Bu yolda ilginizi çeken ne oldu?
İçine dalınca bilmediğim, buz dağının görünmeyen kısımlarını gördüm ve görmeye devam ediyorum. Plağın en güzel yanı o, o zamanlarda da öyleydi şimdi de öyle…
Gittikçe daha mı merak ettiriyor?
Tabii… Mesela bitpazarına plaklar gelmiş oluyor, orada bir plak ararken hiç bilmediğin ama merak ettiğin bir şeyler çıkıyor. Dinlemek istiyorsun. Pikabın var ve ona hayat verebilirsin! Onu pikaba koyup onun ne olduğunu anlayabilirsin. Türkçe müziği de bu süreçte keşfettim. Türkçe müzik hakkında hiçbir bilgim yoktu. Tamamen rock müzik, rock veya caz plakları… Türkçeleri gördükçe merak etmeye başladım. Mesela Tanju Okan’ın plağının kapağını görüyorum ve ne olduğu konusunda fikrim yok. Bahsettiğim, internetin olmadığı dönemler. O plağın içinde ne olduğunu merak ediyordun, onu alıp evine kadar götürüp pikaba koyup dinlemek zorundaydın.
Günümüzde değişen ne?
Şimdi insanlara bakıyorum bir plak görüyorlar ve hemen cep telefonundan o şarkıyı dinliyor, alıp almayacaklarına öyle karar veriyorlar. Bizim öyle bir şansımız olmadığı için ala ala, yanıla yanıla öğreniyorduk.
Bu daha güzel değil mi, merak etmek ve keşfetmek…
Evet. Bazen aldığım bir plak beni mutluluktan tavana zıplatırdı. “Böyle bir şey mi varmış?” diye o keşfetmenin sevincini yaşardınız. Özellikle 90’lar eskiyi keşfetme, uyanış zamanıydı. Benim jenerasyonum tam o döneme denk geldi. Müzisyenler, sinemaya meraklılar için eskiyi keşfetme kısmı çok önemliydi. Bilmiyoruz çünkü… Rock müzik dinliyoruz, Cem Karaca, Erkin Koray’ı bilmiyoruz. Bu ülkede bir şey yapılmamış her şey 80’de doğmuş gibi algıladığımız için herhangi bir Cem Karaca plağının kapağını gördüğümüz zaman, “Allah allah bunlar ne yapmış?” derken hem kendim keşfediyordum hem de meraklı diğer jenerasyonlar da gelip öğreniyorlardı bunları. Beraber öğrendik… Sadece satmak değildi oradaki iş…
Plak yakın dönemde yeniden popülerleşmeye başladı. Bu furya nasıl oluştu, sorduğum çoğu kişi Issız Adam diyor, bir film mi onu tekrar su yüzüne çıkaran?
Evet, popülerleşti, arta arta gitti… Film zamanını ben kaçırdım. Çocuğum doğmuştu ve zamanımı ona ayırdım o sürede. Ve döndüğümde patlama olmuştu. Filmin etkisi vardır. Ama plak bütün dünyada var olan bir şeydi. Bu kaçınılmaz olarak buraya da geldi. Murat Belge, 80’li yıllarda bir makale yazmış. Nostalji furyası Türkiye’ye de gelir ama ne zaman gelir bilmiyorum diye anlatıyor o makalede. Aslında onun devamı olan bir şey. Bu bütün dünyada var olan bir trend…
Yurtdışında ilgi daha büyük yani…
Plak burada yaygınsa orada 10 kat yaygındır. Yurtdışından plak getirip satan arkadaşlarla konuşuyoruz, plaklar oradan alınıp buraya getirilip satılamayacak seviyede pahalanmış.
Bu anlamda Türkiye’deki süreç nasıl ilerledi?
Biz de pikaba ulaşmak her zaman mesele olmuş. 60’ların sonu ve 70’lerin başında Türkiye’ye Dual markalı pikaplar gelmeye başladı. Ondan sonra pikap girişi kesildiği için Türkiye’de plak 70’lerden sonra yavaş yavaş düşmeye başladı. 77’de kaset kaydı başladı, 83’te kırk beşliklerin üretimi, 88’de de Long Play basımı bitti. 62’den 88’e kadar süren sadece 26 yıllık bir süreç bu. Kasetin gelişiyle plak, CD’nin gelişi ile kaset bitti. Şimdi de dijital ortam var zaten. Bizde her gelen format diğerini eziyor.
Festivalde en çok neler sattı?
Festivalin ilkinde, yabancı ve yerli satışı dengeliydi. Benim standımın yarısı yabancı, yarısı yerli. Bu sene yerlilere olan ilginin yarısı yoktu yabancılara. Yaygınlaşınca otomatik olarak ilgi kayıyor, zevk dağılımı ona göre değişiyor. Eskiden çok elit bir şeydi pikap sahibi olup müzik dinlemek. Şimdi öyle değil, pikaplar her yerde satılıyor. İnsanlar alıyor, insanların çok büyük bir müzik dinleme alışkanlıkları da yok. Öncelikle yerli dinleyerek başlıyor. Yabancıda da çok bilinen isimler dinleniyor; Frank Sinatra, Edith Piaf, Pink Floyd… Altı, yedi isim var onlar dönüyor. Çok normal, derinlemesine girmek meselesi zor, çok zor. Ben hep söylüyorum, Pikap sahibi olarak müzik dinleme alışkanlığı kazanılamaz. Ya vardır ya yoktur. Bir hevestir geçer. 5 yıl götürür seni 6. Yıl devam etmen çok zor. Ben pikap sahibi olup da müzik öğrenen görmedim. Bugüne kadar müzikle hiç alakası olmayıp pikap alarak müziğe başlayan yok.
İki senedir etkinliğe katılıyorsunuz, atmosfer, rağbet nasıl?
Böyle bir etkinliğin yapılması, müthiş güzel! Bunu bir fikir olarak geçen sene belediyedeki arkadaşlarla konuşmuştuk. Biz etkinliğin Kadıköy Meydanı gibi daha merkezi bir yerde olmasını istiyorduk. “Okul bahçesinde olacak” denilince “Okul bahçesine kim gelir?” dedik. Ama belediyedeki kültür işlerinden sorumlu arkadaşlar müthiş çalıştılar. Dijital dünyada çok iyi tanıtımı yapıldı. İki günde buraya 25 bin kişi girmiş, biz inanamadık. Kaldı ki benim dükkânım buraya 50 metre uzaklıkta. Burada plak sattığım insanların yüzde 80’ini tanımıyorum. Bir yıl sonra belki bir daha görürüm. Böyle yerlerin atmosferi, insanları alışverişe teşvik ediyor. Pikabı olmayıp plak alan çok insan da var.
Peki, dinlenmiyorsa neden alınıyor?
Her plak sadece dinlenmek için alınmaz, kimisi meta olarak kıymetlidir.
İyi bir plak dinleyicisi olmak için ne gerekiyor?
Önce iyi kayıt, sonra iyi sistem, en son da ona alışmış bir kulak…
Koleksiyonculardan bahsedelim biraz da… Etkinlikte plak toplayan kişilerin eşlerinin belli bir süre sonra onlara engel olmaya başladığına şahit oldum. Nasıl bir tutku bu?
Bizim koleksiyoncu kitlesi eşleri ile gezmiyor, geziyorlarsa da alışveriş yapmıyor. Bizim bir sahaf ağabeyimiz vardı. Onun çok güzel bir lafı var,”Sahafiye kitabın iki düşmanı vardır; biri rutubet diğeri kadın.” Genelde koleksiyoncular, erkek. Bir arkadaşım bu konu hakkında şöyle bir saptama yapmıştı: “Erkeklerin oyun oynama alışkanlığı hiçbir zaman bitmiyor. Kadınlar belli bir yaştan sonra bunu kaybediyorlar.” Aslında doğru, bu bir oyun oynama alışkanlığı. Toplamak, gezmek, aramak bulmak… Plakları topluyorlar sonra evlerine koyup onları seviyorlar… Aslında çok enteresan bir şey ama bunun duygusu çok farklı. Ve buldun mu ona bir daha rastlayamayacağını iyi bilirsin, toplayıcılar genelde bu konuda delidir. Ne kadar olursa olsun fiyatı, alırlar. Çoğunun hali vakti yerindedir zaten. Belirli bir bütçe istiyor bu iş, bütçe olmadan ciddi bir koleksiyona ulaşmak çok zor. Tutku kısmı pek müzikle alakalı değil. Aldıktan 24 saat sonra o plak anlamını yitirecek. Belki de zevkli olan, onu araması.
Kulakla değil gözle ilgili, diyebilir miyiz bu tutku için?
Denilebilir. “Benim onu dinlemek için ona ihtiyacım var” değil, biraz sahip olmak ile ilgili bir şey bu. Değerli bir şeye sahip olma meselesi yani…
Volkan Bey’e teşekkür ederek yanından ayrıldım. Alan tekrar dolmaya başladı. Ve müzik… Ardından söyleşilerle devam eden etkinlikte plağın yolculuğu konuşuldu.
Saat 8’i beklemeye koyuldum. İkinci günün sahnesi Bülent Ortaçgil’indi. Saat 8’e yaklaşırken konser alanı doldu, taştı. Bülent Ortaçgil sahnedeydi. Hep bir ağızdan Ortaçgil şarkılarını söyledik. Ortamda mükemmel bir atmosfer vardı. Eleştirilecek kısım hoparlör eksikliğiydi. Ses arka taraflara zor ulaşıyordu. Onun haricinde her şey çok güzeldi.
Bu güzel konserin ardından plaklar, “Seneye görüşürüz” diyerek misafirlerine veda etti.