Yazan: Rafi Atam
Vivian, çektiği fotoğrafları insanlara göstermekten neden kaçındı? Öldükten sonra keşfedileceğini düşündüğü için mi negatifleri yok etmedi?
Hayat, gelecekte başımıza nelerin geleceğini asla kestiremediğimiz sürprizlerle dolu bir oyun alanı. Fotoğraf ise bu bilinmezlerle dolu dünyada zamanı dondurup geri sarabildiğimiz yegâne duraklardan biri. Şüphesiz ki gizemli ve eşine az rastlanır hayat hikâyesiyle Vivian Maier, bu duraktan yolu geçen insanlar arasında en fazla iz bırakanlardan biri.
Maier’in hikâyesi o öldükten çok sonraları, 2007 yılında başlar. John Maloof isimli tarihçi, hazırlayacağı kitap için Chicago’ya ait fotoğrafların peşinden müzayede müzayede gezdiği bir dönemde, içinden ne çıkacağını bilmediği bir kutu Chicago fotoğrafını 390 dolar ödeyerek satın alır. Maloof’un kitap çalışması için bu fotoğrafların içinden işine yarayan bir şey çıkmaz çıkmasına; ama müthiş bir keşfin eşiğinde olduğunu hissetmekten de kendini alamaz.
Her bir fotoğrafı ayrı ayrı inceleyen John, çok geçmeden büyülü bir dünyadan içeri adım attığını fark eder. Ölümünden yıllar sonra bir tesadüf eseri keşfettiği bu tuhaf görünümlü sokak fotoğrafçısı kadını bir an önce insanların beğenisine sunmak için derin bir arzu duyar. Satın aldığı kutudan çıkan binlerce fotoğrafın içinden iki yüz kadarını tarayarak internet üzerinden kurduğu bir blog aracılığıyla yayınlar. Aldığı geri dönüşler inanılmazdır. Maloof’un posta kutusu haftalarca bu gizemli fotoğrafçıyı merak eden insanların sorularıyla dolup taşar. John’un bu sorulara verecek fazla bir cevabı yoktur. Bildiği tek şey, gizemli fotoğrafçının adının Vivian Maier olduğudur.
Fakat John’un bu kadarıyla yetinmeye niyeti yoktur. İlk işi, kutuları satın aldığı müzayede salonuna başvurarak Vivian Maier’e ait başka fotoğraf kutularının satılıp satılmadığını öğrenmek olur, ancak Vivian’a ait tüm kutuların birçok farklı insan tarafından satın alındığını öğrenir. Müzayede salonundan o insanların adres bilgilerini temin eden John, kapı kapı dolaşarak dağılmış tüm kutuları yeni sahiplerinden satın almayı başarır. Şimdi tüm arşiv John Maloof’un elindedir.
İçi içine sığmayan John, vakit kaybetmeden kolları sıvayıp işe koyulur. Aylar süren çalışmaları sonrasında –tabii bloğunun gördüğü yoğun ilginin de yardımıyla– Chicago Kültür Merkezi’yle bir sergi için anlaşır. Vivian Maier’in sergisi tarih boyunca en fazla ziyaretçi sayısına ulaşan fotoğraf sergisi olur. Medyanın olaya ilgisi, deyim yerindeyse bodoslama olur. “Herkes Vivian Maier’i konuşuyor”, “Sokak Fotoğrafçılığı tarihi yeniden yazıldı.”, “Karanlık odadan çıkan hazine” gibi başlıklar kullanılır. Böylelikle Maier, hayattayken kazanamadığı şöhreti ölümünden sonra kazanmış, John’un özverisi sayesinde tarihin en iyi fotoğrafçıları arasına ismini yazdırmış olur.
John Maloof, hayatı boyunca olmadığı kadar mutlu ve gururludur. Fakat hala hikâyenin eksik parçaları olduğunu düşünmektedir. Kafasını kurcalayan onca soru varken Vivian Maier’in artık tanınan bir fotoğrafçı olmasına aracılık etmesi onu tatmin etmemiştir. Maier’in negatif kutularından çıkan ufak tefek şahsi eşyalarından bir ipucu yakalamaya çalışır. Bu eşyalar arasından 70’li ve 80’li yıllara ait makbuzlar ve mektuplar bulur. O adreslere mektuplar yazmaya, bulabildiği telefon numaralarını aramaya başlar. Çok geçmeden Vivian’ı hatırlayan bir aileye ulaşmayı başarır. Böylece bu gizemli hikâyenin ikinci perdesi aralanmış olur.
Tarihin gördüğü en büyük fotoğrafçılardan biri olan Maier, hayatını Amerika’nın çeşitli şehirlerinde çocuk bakıcılığı yaparak kazanmıştır. John Maloof, Vivian’ın günışığında rahatça gezebilmek ve bolca fotoğraf çekebilmek için dadılık yapmaya karar verdiğini öğrenir. Basında günlerce fırtınalar estiren sergi sayesinde yanında çalıştığı aileler Maier hakkında konuşmaya can atar. Bu anlamda John’un işi bir nebze olsun kolaylaşmış olur.
Söze başlayan herkes öncelikle onun göğsünden eksik etmediği Rolleiflex makinesinden bahseder. Bu makinenin özelliği, objektifin fotoğrafı çeken kişinin göğüs hizasında olması nedeniyle makineyi çektiği kişiye ya da nesneye dikkat çekici bir biçimde yaklaştırmasına gerek olmamasıdır. Şüphesiz ki Vivian, Rolleiflex’in sokaklarda insanların doğal hallerini kolayca yakalamayı kolaylaştıran bir etkisi olduğunun da farkında olduğu için bu makineyi seçmişti. Makinenin bir diğer özelliği ise göğüs hizasında olduğu için insanları alt kısımdan yukarıya doğru fotoğraflamasıydı ki bu da fotoğrafa daha derin ve anlamlı bir hava katıyordu. Kimbilir, bu makine belki de Vivian’ın insanlara bakışındaki alçakgönüllü ve mütevazı tavrın bilinçaltından bir dışavurumuydu.
İnsanların belleklerinde Vivian’a dair kalan bir diğer noktaysa onun sıklıkla aynaları ve camları kullanarak kendini fotoğraflamasıydı. Bu onların gözünde Vivian’ı daha da tuhaf bir insan haline getiriyordu. O gün bu hareketi “marjinallik” olarak adlandıranların ıskaladığı şeyse, yaklaşık 70 yıl sonra cama ve aynaya gerek duymayan bir teknoloji sayesinde bu akımın dünyada selfie adı verilen bir moda yaratacak olmasıydı. Vivian’a bıyık altından gülen insanlar torunlarının selfieyi çok seveceğinden habersizdi.
Vivian’ın fotoğrafa olan tutkusunun, yanında çalıştığı aileleri rahatsız edecek düzeye geldiği zamanlar da olmuştur. Örneğin bakıcılığını yaptığı iki kardeşle birlikte parka doğru yürürken çocuklardan biri caddeye fırlamış ve hafif de olsa bir trafik kazası geçirmiştir. Çocuğun tüm sorumluluğu Vivian’da olmasına rağmen ona yardım etmek yerine; yerde yatan çocuğun, olay yerine intikal eden polislerin ve panik içinde çocuğuna doğru koşan annenin fotoğraflarını çekmeyi tercih etmiştir. Başından geçen bu küçük kaza, fotoğraf çekmenin Vivian için bir hobiden çok daha fazlası olduğunu gösteren küçük bir örnektir yalnızca.
John, başında büyük bir fötr şapka, vücut hatlarını gizleyen kalın bir pardösü, yaz kış ayağından çıkarmadığı kalın askeri botlarla gezen, kesimi daha iyi olduğu için sadece erkek gömleği giyen herkesin Fransız sandığı bu kadının 1 Şubat 1926 tarihinde New York’ta doğduğunu öğrenir.
Nüfus memuru, Maier’i ve ailesini araştırmanın diğer araştırmalara kıyasla çok zor olduğundan şikayet eder. Çünkü tüm aile adeta bir sır perdesi arkasına gizlenmiştir. Onlar hakkında çok az bilgiye ulaşırlar. Memur, Vivian’ın hiç evlenmediğini, çocuğu olmadığını, aile üyelerinin birbiriyle hiç görüşmeksizin farklı yerlerde yaşadığından bahseder. Öyle ki Vivian’ın halası, tek varisi Vivian olduğu ve onun yaşadığını bildiği halde mirasını en yakın arkadaşına bırakmıştır. Vasiyette aynen şu ifadeleri kullanır: “Kendimce çok iyi bildiğim sebeplerden dolayı ailemden hiç kimseye bir şey bırakmıyorum.”
Bugün ise elimizde, onun bilindik hikâyesinin dışında, sorulacak bolca sorudan başka bir şey yok maalesef. Vivian, çektiği bu müthiş fotoğrafları insanlara göstermekten neden kaçındı? Öldükten sonra keşfedileceğini düşündüğü için mi negatifleri yok etmedi? Başarısız bulunacağını düşünüp risk mi almak istemedi? Ailesiyle arasındaki sorunlar neydi?
Küçük insanların hikayesi çoğu zaman gölgede kalır. Vivian Maier de ömrü boyunca geri planda kalmayı seçerek dünyayı arka koltuktan izlemiş. Ardında bıraktığı sorular ve gizemli hayatı, onun hikayesini usta bir yazarın kaleminden çıkan ucu açık bir romana çeviriyor.
Yine de onu tanımak için hâlâ geç kalmış sayılmayız.