Artırılmış Gerçeklikle Duyguların Görselleştirilmesi Üzerine – Karaköy Mono

Günümüzde sıkça karşılaştığımız artırılmış gerçeklik, sanal gerçeklik ve modifiye edilmiş gerçekliğin temelleri 1950’lere dayanır. İlk olarak 1957’de Morton Heilig’in patentini aldığı Sensorama adlı sinemografi cihazını, daha sonra geliştirilen çeşitli cihazlarla elde edilen hologram ve simülasyon çalışmaları takip eder. Yakın örnekler verecek olursak VR gözlükleri, HoloLens, Google Project Glass gibi… Genel olarak kullanım alanları da reklamcılık, oyun sektörü, pazarlama, sanat ve sosyal paylaşım ortamlarıdır. Bugünkü röportajımızda ise Koç Üniversitesi Tasarım, Teknoloji ve Toplum alanında Doktora öğrencisi olan Sinem Şemsioğlu’nun etkileşim tasarımı ile atırılmış gerçeklik kullandığı “Duyguların Görselleştirilmesi” projesinden bahsedeceğiz.

Merhaba Sinem, öncelikle doktora alanın olan etkileşim tasarımından bahsedelim mi biraz? Son yıllarda tasarım alanında oldukça önemli bir konu. Nelerle uğraşıyorsunuz bu bölümde?

Etkileşim tasarımı kullanıcıların bir ürünle gerçekleştirebileceği etkileşimlerin tasarımı üzerine yoğunlaşan bir alan. Bu alan özellikle son zamanlardaki teknolojik ilerlemeler ile insanların günlük hayatlarında bir çok arayüzle etkileşime geçmeye başlamasıyla daha çok önem kazandı. Daha geleneksel olan ürünlerle (masa gibi) olan etkileşimler ürünlerin fiziksel özellikleri (malzeme, form gibi) üzerinden yönlendirilebiliyordu, fakat arayüzlerde malzeme ve form sabit olmasına rağmen bir çok farklı uygulama farklı etkileşimler sunabiliyor. Bu etkileşimlerin, kullanıcıların rahatlıkla kullanabileceği ve tasarlanan ürünün fonksiyonlarını en iyi şekilde gerçekleştirebileceği şekilde tasarlanması çok önemli ve aslında çok da kolay olmayan bir konu. Dolayısıyla etkileşim tasarımı aslında daha geleneksel ürünlere uygulanabilir olsa da araştırmacı ve tasarımcılar daha çok yeni gelişen teknolojilerle ilgili çalışıyor. Akıllı telefon uygulamaları ve web sitelerinde iyi ya da kötü etkileşim tasarımlarıyla çokça karşılaşıyoruz. Günlük hayatımıza daha yeni yeni giren giyilebilir teknolojiler, sanal ve arttırılmış gerçeklik ürünleri etkileşimlerimiz de bu alan tarafından inceleniyor. Koç Üniversitesi’ndeki Tasarım Teknoloji ve Toplum bölümünün kapsamında yer alan Koç Üniversitesi Arçelik Uygulamalı Araştırma Merkezi (KUAR)’nde de etkileşim tasarımı üzerine çalışan üç araştırma grubu var. Ben Asım Evren Yantaç’ın yönettiği Happern grubunda yer alıyorum, bizim grupta web bazlı, mobil, dokunulabilir arayüzler ve arttırılmış gerçeklik teknolojileri ile bilgi görselleştirilmesi ve bu bilgilerle etkileşimler üzerine çalışıyoruz.

Öyleyse Emotionscape’ten bahsetme zamanı! Projenizi bize anlatır mısınız?

Projemiz genel olarak duyguların arttırılmış gerçeklik teknolojileri ile somutlaştırılması ile ilgili. Kullanıcının kendi duygu durumunun somutlaşmış hali ile etkileşime geçmesinin kendi duygularına dair farkındalığını geliştirebileceğini ve başkalarının duygu durumlarının somutlaşmış hali ile etkileşime geçmesinin bu kişilerle duygusal iletişimini güçlendirebileceğini düşünüyoruz. Somutlaştırmak için de iki farklı strateji üzerinde durduk. İlk odağımız kullanıcının içinde bulunduğu mekanın duygularını yansıtmasıydı, bunu da mekanın fiziksel özelliklerini (ışık, büyüklük, malzeme, mekanın içindeki objeler) arttrılmış gerçeklik ile sistematik olarak değiştiren bir sistem fikriydi, böylece kullanıcı içinde bulunduğu mekanı kendi veya başkalarının duygularına göre değişmiş bir şekilde algılayacaktı. Projenin ismi olan Emotionscape de bu fikirle ilişkili olarak emotion ve landscape kelimelerinin birleşiminden ortaya çıktı. İkinci ve şu anda üzerinde durduğumuz strateji de kullanıcının ve aynı fiziksel mekanda bulunan diğer kişilerin duygularının kendi vücutlarına bağlı olarak (etrafında, üzerinde) görselleştirilmesi üzerine -bu bir aura gibi olabilir-, kişinin giysilerinin veya vücudunun bir kısmına yerleşebilir.

Peki bu proje doktoraya başlamadan önce aklınızda mıydı? Yoksa tasarım sürecinde mi karar verdiniz?

Doktoraya başvuru sürecinde bir konu belirleyip onun üzerine bir araştırma önerisi sunmamız gerekiyordu. Ben de insanların etraflarında gerçekleşen sosyal, politik olaylara verdiği duygusal tepkilerin lokasyona (mesela mahallelere) göre gösterildiği bir harita geliştirmenin enteresan olabileceğini düşünüp bu konuda bir öneri yazmıştım. Bu şekilde duygularla çalışmaya başladım fakat harita projesine devam etmedim. Bu süreçte lisans bitirme projesi için duyguların mekanla olan ilişkisini incelemek üzerine çalışan Yağmur Gökçe ile beraber çalışmaya başladım ve danışmanımız olan Asım Evren Yantaç ile beraber duygusal tepkileri toplumsal seviyeden ziyade kişisel bir seviyede ele almaya ve artırılmış gerçeklikle çalışmaya karar verdik. Beraber duygulara göre sistematik olarak değişen bir mekan fikri üzerinde çalıştık. Şimdi de bahsetmiş olduğum gibi bir ortamdaki insanların duygularının fiziksel varlıklarıyla ilişkili olarak nasıl görselleştirilebileceği üzerinde çalışıyorum.

Projenin hangi aşamalarında zorlanıyorsunuz, sonuçta soyut duygularla çalışıyorsunuz?

Son zamanlarda tasarımda kabul görmeye başlayan ve bizim araştırma merkezinde kullanmayı tercih ettiğimiz katılımcı tasarım adı verilen bir yöntem var. Bu yöntemle tasarım yaparken potansiyel kullanıcılar başta olmak üzere, ortaya çıkan ürünün etkileyeceği bireyler, hedeflenen tasarım alanındaki uzmanlar gibi bir çok insan bir araya geliyor ve herkesin katkısıyla süreç ilerliyor. Tasarım herkes tarafından yapılmasa bile çeşitli kişilerden fikir ve geri bildirim almak çok önemli, duygular kadar soyut bir konuda çalışmak da bu açıdan zorluk yaratabiliyor. Bir de arttırılmış gerçeklik gibi henüz günlük hayatımıza girmemiş bir teknolojiyle bu konuyu ele aldığımız için, fikrini aldığımız kişilere açık bir şekilde araştırmanın konusunu ve sorularımızı aktarmak, onlardan aldığımız cevapları değerlendirmek zor olabiliyor.

Bildiğim kadarıyla workshop düzenlediniz okulda, neler öğrenmeyi planlıyordunuz? Nasıl sonuçlara vardınız?

Katılımcı tasarım sürecinin bir parçası olarak duyguların artırılmış gerçeklikle nasıl görselleştirebileceğimizle ilgili tasarım ve görsel sanatlar alanlarında okuyan öğrencilerin katıldığı workshoplar düzenledik. Amacımız ana hatlarıyla onların duygularını görselleştirirken hangi görsel öğeleri nasıl kullanacaklarını görmek ve araştırma konusuyla ilgili fikirlerini almaktı. Bundan sonraki tasarımlarımızı bu workshoplarda oluşturulan görseller ve onlarda öğrendiklerimiz doğrultusunda gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Araştırma konusuyla ilgili topladığımız geri bildirimleri de konuyu biraz daraltmak için kullanacağız.

Bir de benim kişisel fikrim, tabii ki teknoloji alanında çığır açacak çalışmalar bunlar ama, yanındaki kişinin duygularını görmenin eğlenceli tarafları olduğu gibi hayal kırıklığı yaratacak tarafları da var. Bu dilemma için ne düşünüyorsunuz?

Yeni bir teknolojinin kullanımını araştırırken doğal bir durum bence bu. Aslında şu anda bunun iyi ve kullanılabilir yanlarının yanı sıra, bahsettiğin hayal kırıklığı yaratacak, insanları rahatsız edecek taraflarını da araştırıyoruz. Mesela konuştuğumuz kişiler tarafından en çok dile getirilen olası problemler gizlilik ve yapaylık. Aslında bu tip kaygılar kullanım alanlarını da biraz belirliyor. Bir yandan onlar ortaya çıktıkça biz de onları nasıl çözebiliriz diye düşünmeye

başlıyoruz. Biz şimdiden ne kadar düşünsek de bir gün bu teknoloji gerçekleştiğinde şu anda ön göremediğimiz bazı tepkiler alacağımıza eminim ama bunu bir sorun olarak görmemek gerek diye düşünüyorum.

Sizce bu projenin ve artırılmış gerçekliğin geleceğinde, başkalarına ait ya da ait olmayan duyguları deneyimleyebilir miyiz? Sonuçta duyguları bu kadar değişik bir formata uygulamak evrimsel süreçte alışık olmadığımız kadar radikal bir durum.

Bence evet. Bizim hayal ettiğimiz şekliyle bu duyguları deneyimlememiz aslında görme ve belki de duyma duyularımızla sınırlı. Fakat bir gün nörolojik olarak duyularımızı gerçekten ayırd edemeyeceğimiz şekilde manipüle etmenin mümkün olabileceğini düşünüyorum. Bu gerçekleşirse tam anlamıyla başka duyguları deneyimlememiz, yaşamamız mümkün olabilir. Bir bakımdan insan evrimsel süreci artık kendisi yönetiyor olabilir mi? Belki de ileride teknolojinin bize sağladıklarını radikal olarak algılamayız.