BİR MAGNUM OPUS ÖRNEĞİ “DON KİŞOT!” – Karaköy Mono

“Dünya üzerinde Don Kişot’tan daha derin ve güçlü bir yapıt yazılmamıştır.’’ Dostoyevski


Bir kahramanda bulunan kişisel özelliklerin hepsi mevcuttu Don Kişot’ta, fakat kahraman değildi. Aksine toplumdan dışlanan alaya maruz kalan biriydi. Bulunduğu toplumun epeyce ilerisinde, değerlerin anlamını tüm tavırlarıyla sorgulatan her birey gibi yalnız kalmaya mahkumdu. Zira yeryüzünde yaşayan hiç kimse kendisini yüzleştirmeyi bir türlü beceremediği sessiz çığlığın temsili bir kişiyle, aynı ortamda bulunmaya katlanamazdı.

Lakin Don Kişot bunu başarıyordu. Kitabın büyük bir bölümünde delilik kostümü giydirilmesine rağmen, yaptıkları hoş görülmese bile, insan zihnine acaba tohumlarını atmaya yetiyordu. Cervantes’in Don Kişot’a bu özellikleri atfederken vermeye çalıştığı mesaj hayatın tam da merkezinde yer alıyordu. Eserin yazılma döneminin feodalizmin yıkılış sürecine tekabül etmesi tüm toplumun, değişikliklere kapı duvar olarak, farklılıkları aykırı bulup delilik diye adlandırışını gün yüzüne çıkarıyordu.

“Güzelin, doğrunun ve haklının:

önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,

altında mahzun ve kahraman Rosinant’ı…’’

                                                                                             -Nazım Hikmet

Che Guevera’nın temel eğitim kitabının Don Kişot olması ve devrim sonrasında Küba’da basılan ilk kitabın bu ilk modern roman olması bir tesadüften ibaret olamazdı. Don Kişot, okurunu edilgenlikten çıkarıp aktifleştirirek, doğrudan romanın içine dahil edip, sınırsızlığını ve bağımsızlığını algılamasını sağlıyordu. Bir şeyleri elde etmek için eylemsiz kalan, harekete asla geçmeyen bireyden kendi varlığını daha değerli sayan Don Kişot’un sözleri şöyledir; “Tanrı beni şu demir çağını, altın çağ haline getireyim diye yarattı.”

Postmodernizm nüveleriyle harmanlanmış, ironi ve parodi ögelerle üst kurmacanın birleştiği Don Kişot; insanları gruplara bölüp ayrıştıran tüm özelliklerden sıyrılmayı başarmış usta bir metindir hiç kuşkusuz. İki ciltten oluşan Don Kişot’un ikinci cildinin yazımı için 15 yıl ara verilmiş olması bile metnin ustalığını asla bozmamıştır. Cervantes’in kitapta yaptığı bu üst kurmaca konuyu çok güzel özetliyor;

“Şimdi anlıyorum ki, hikâyenin yazarı bir bilge değil, cahil bir gevezeymiş,’’ dedi Don Kişot. ‘‘El yordamıyla düşünmeden oturup yazmış ne çıkarsa çıksın diye.’’

‘‘Hayır,’’ dedi Sanço, ‘‘o kadar açık ki, zorluk çıkarabilecek hiçbir tarafı yok. Çocuklar karıştırıyor, gençler okuyor, yetişkinler anlıyor, yaşlılar alkışlıyor. Her tür insan tarafından o kadar tanınıyor, okunuyor, biliniyor ki, … Tek bir senyör evi yoktur ki, sofrasında bir Don Kişot bulunmasın. Biri alıyor, biri bırakıyor, biri kapıyor öteki  yalvarıyor. Sofrasında bir Don Kişot bulunmasın. Biri alıyor, biri bırakıyor, biri kapıyor öteki yalvarıyor.’’

İnsan ruhunu zedeleyen materyalist bir dünyada yaşarken alternatif bir yolun asla olmadığına kendimizi inandırıyoruz çoğu zaman. Don Kişot ise büyülü olduğuna kendisini kuvvetli bir bağ ile inandırarak şöyle seslenir bizlere; “Çünkü büyülü olmadığımı ve yoksulları, yüzüstü bırakılmışları, belki de en çok ihtiyaç duydukları anda yardımsız koyarak şu kafesin içinde eli kolu bağlı oturduğumu düşünsem, bütün huzurum kaçardı.’’

“İnsan düşüncesinin son ve en yüce sözcüğü” (Dosteyevski’nin Don Kişot tanımıdır.)

İnsanın nefes alıp vermedeki temel amacının “ruhunun ilk yuvasına kavuşması’’ olduğunu savunan Cervantes, kahramanını da bu şekilde konumlandırmıştı hepimizin zihninde. Değerlerimizin canlı kaldığı kadar anlam taşıyan ruhumuzun yansıması olan Don Kişot’un aradan 400 yıl geçmiş olmasına rağmen halen bu denli ses getirmesi ve bireyde kilit noktalara dokunabiliyor oluşu, belki de kaybetmek istemediğimiz paha biçilemez değerlerin, eserin sayfalarında yaşıyor olmasıydı. Maruz kaldığımız zamanın muğlaklığı ise bizi günden güne donkişotlaşmaya itiyordu…

“Ey şövalye! Her kim olursan ol, önünde durup seyrettiğin şu gölün karanlık sularında yatan hazineyi ele geçirmek istiyorsan cesaretini göster, at kendini şu kaynar sulara. Bunu yapamazsan, karanlıklarda uyuyan yedi perinin yedi harika şatosunu görüp hayran olmaya layık değilsin demektir.”