“GECELERİN MÜDAVİM HAYALETİ: E. M. CIORAN” – Karaköy Mono

Cioran’ın hikayesi, 17 yaşında uykusuzluk hastalığına yakalanıp yazmaya başlamasıyla şekillenmiştir. Kimileri onu 20. yüzyılın Nietzsche’si olarak anımsarken, kimileri de onun gençlik yıllarında tehlikeli bir deli olduğunu düşünmüştür. Hakkındaki tüm bu yorumlara yaşamı boyunca, kavramların boşluğunu ve anlamsızlığını savunarak, hiçbir kavram ile anılmamayı tercih ettiğini belirtip, red cevabıyla karşılık vermiştir… 


Genç yaşlarında kapıldığı ve tüm yaşamını etkileyen uykusuzluk katilini, daha sonra bir inayet olarak değerlendirir ve uykusuzluğu sayesinde, hayatının her saniyesini en çiğ ve salt halde yaşadığını belirtmiştir. Karanlık gecelerin en kuytu saatinde çoğu zaman, hiçliğe gebe kaldığı anların cazibesine kapılmıştır. 

Ben kendimi hiçbir zaman bir oluş olarak saymadım. Bir yurttaş olmayan, marjinal, kendi hiçliğinin fazlalığıyla, sadece aşırılıkla var olan bir hiçlik.”

Acıya karşı duyarsızlığı insanoğlunun nüfusunu kapsayacak kadar güçlü ve dominant olan Cioran’ın hiçlikten nemalanmış tavrına; kendisini tanımlama biçimi olarak neşeli bir kötümserliği yakıştırmıştır. Kendisinden kaçtıkça kendisini bulan ve her solukta dünyanın zaten var olduğu günden beri, acı duygusuna ait bir zemin üzerine kurulu olduğunu ve bu durum karşısında umut kavramının yersizliğini kabul ettirmeye büyük bir efor sarf etmiştir. 

Ona göre eski Gnostikler bir bakıma haklıdır. Yaradılışımızı kutsal bir başarısızlık olarak görüp insanlık tarihini/ uygarlığını “şeytanın bir işi” ayrıca Çürümenin Kitabı adlı eserinde de yaşamakta olduğumuz dünyanın tanrısını “beceriksiz” diye tanımlamıştır. 

“Aslında tek hakiki dünya, her şeyin mümkün olduğu, ama hiçbir şeyin fiiliyata geçmediği ilkel dünyadır.”

Yaşadığı ruhani çözümlemelerin ardından nihayetinde kararını vermiştir: E. M. Cioran hayatını artık ‘hiçbir şey’ yaparak geçirecektir. Fakat yazmak bu hiçbir şeyliğin dışındadır. Yazma fiilinin olmadığı bir dünyayı asla tasvir edemediği gibi eğer yazmazsa intihar fikrinin onu ele geçireceğini düşünür. Her yazarın kendisi için yazma amacı farklıdır elbette. Cioran ise içinde oluşan sayrılıklı düşüncelerin boşalmasını yaşayabilmek için kalemi eline alır. Yazmak aslında tüm eylemsizliğine bir başkaldırıdır. 

‘’Kelimeler merhametlidir; narin gerçeklikleri bizi kandırır ve teselli eder.’’

Özgürlüğünün domino taşını önünde intihar gibi bir seçeneğin olmasında bulan Cioran, ‘’Eğer önümde böyle bir seçenek olmasaydı kendimi öldürürdüm,’’ demektedir. Bu düşüncesinin varlığı kuvvetli muhtemel, yeryüzünde hareket etme eyleminin kısıtlanma fikrine katlanamayacağını göstermektedir.  

‘’Kitap, ertelenmiş bir intihardır. Yazmak ise şeyleri daha katlanılır kılar. “

Onu bu intihar idesinden ayrı koyan yazmak olmuştur çoğu zaman. ‘’Yazmak benim için bir tedavi yöntemidir,’’ diye bahseder. Bu sebeple kitaplarına kitap denilmesini önermez, çünkü ona göre yazma olayı bir kadirbilmezliktir. İntihar fikri başına musallat olduğunda, intihar üzerine yazmaya karar verir. Yazıp ifşa ettiği her ruhani ağırlık, aklından infilak eder ve onu öldürür. 

Hayatı boyunca 1100’den fazla eser üreten Johann Sebastian Bach, Cioran’ın yaşamındaki en eşsiz tutkusudur. Dostoyevski’den bile bir noktada sıkılıp vazgeçebilirken: Bach’ı kendi dini olarak tanımlar ve Tanrının ona borçlu olduğunu söyler.

‘’Beni en derinden etkileyen insanlar hayatında hiç kitap okumamış olan insanlardır.’’ 

Ne kadar Bach’ın önüne geçemese de Dostoyevski ve Shakespeare’i kendi edebiyatında ölçü olarak kabul etmiştir. Kitaplar hakkında yapılan ileri geri yorumlardan hiçbir zaman haz etmemiştir. Kitaplar ona göre ne öğretici ne de kanıtlayıcı özellik taşımak zorunda değildir. Ona göre bir kitap okurun halet-i ruhiyesine sarsıcı bir şekilde dokunmuş olmalıdır. Gözü açmamış, her şeyi alt üst etmemiş kitap, Cioran’a göre başarısız bir kitaptır. 

Buna karşılık kendi kitaplarının her sayfasında, sürgünü andıran betimlemeler ve sıkıntının ele geçirdiği satırlar mevcuttur. Aforizmanın büyük üstadlarından sayılan Cioran, parçalı ve sistemsiz yazı üslubu ile kusursuz bir zanaat biçimi ortaya çıkarmıştır. Cümleler arasında ki parçalanmışlıkta kendisini bulan okurun yüzüne, yaşamın tüm acımasız gerçekliğini kusup, adeta derin bir yaranın açılmasına sebep olmak için yazmıştır. Yazdığı eserlerdeki yoğun anlam boşlukları sıkça eleştirilere maruz kalsa da: O bir fikrin sonuca bağlanırkenki oluşma aşamasından bahsetmenin gereksiz olduğunu savunmuştur. 

Buna karşılık Sanda Stolajan’ın Cioran için söylediği şu sözler belki de bu durumun en iyi özetidir:

“Paradoksları ya da sürekli fikir değiştirmesi bazı okuyucuları ya eğlendirir ya sıkar ama onun gerçek okuyucuları uçurumun kenarında tuhaf bir rahatlama hisseder.”