19. yüzyıl edebiyatında şairlerin zengin imge gücüne sahip olmaları evrenin gizemine ilişkin sırlarına ulaşma çabalarıdır. Kimi zaman bir iç sıkıntı, acı çekmek, yalnızlık; esinlenme duygusunun temeli olduğu kadar yapıtlarda bu biçimleri kullanmak bilincin uyandırdığı en ilkel yaratıcılık anlayışıdır. İyi ile kötünün, düş ile gerçeğin ve şimdi ile gelecek zamanın savaşım verdiği bir dünyada, şairler hep iyi olanı ve güzelliği sunmuşlardır. Bunların başında kuşkusuz dönemin ender sanatçılarından olan Baudelaire gelir. Düşünceleri ve sanatıyla kendinden sonraki nesli en çok etkileyen ve Türk edebiyatına da hitap eden bir yazardır. Yahya Kemal’in “Gelmiş geçmiş şairlerin en büyüğü,”dediği şair, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Necip Fazıl gibi önemli isimleri de etkilemiştir. Baudelaire’in portresi hayatında gerçekleştirmeye çalıştığı düşler olur. Kendi içinde özgür olan, en derin hisleri besleyen lakin kendinden de saklamaya meyilli, kötülük içindeki vicdanı ile bağlanır kendine. Tutkunluk, şehvet, aşk, gerçekleşmeyen imgeler; şairin başkaldırdığı nesneler yalnızlığının salt inlemeleridir.
Baudelaire 9 Nisan 1821’de dünyaya gelir. Küçük yaşlarda babasını kaybetmesinin ardından bir dizi olayların içine girdiği bu dönemde annesinin ikinci bir evlilik yapması asıl sarsıntıyı yaratacak olaydır. Bu evlilik şairin tüm hayatını değiştirir ve kendiyle tek kaldığı bir hayat evresine girer. Annesine karşı hissettiği sevgi ve bağlılığa engel olarak gördüğü üvey babasından hiç hoşlanmamasına karşın bir şiirinde şu dizeleri yazar: Bir devrim olsa da General Aupic’i kurşuna dizsek.
Bu ani kopma ve ondan doğan elem, Baudelaire’e varoluşunun nedenlerini yitirdiğini düşündürür. En büyük değer olarak gördüğü varlığın yanından kovulmanın vermiş olduğu öfke ve kırgınlık duygusu ile tam bir yalnızlık içine bırakılmıştır.
Sartre, Baudelaire’in yalnızlıktan korktuğu ve sokağa dahi yalnız çıkmama durumunu yahut bir aile özlemi içinde olduğunu aktarır. Yalnızlıktan kaçarken kendine yakalanan, kendilik bilinci içinde bulur kendini. Bundan doğan üzüntünün öfkeye geçmesiyle artık inatçı, düşmanca kötülüğü benimseyen bir kişilik oluşur. Annesine yazdığı bir mektupta yalnızlığı; “gaddar” ve “umut kırıcı” olarak adlandırmıştır.
Kendine ayna olmuş yüreğin
Baş başa yaptığı karanlık ve duru söyleşi!
Bunca kalabalığa rağmen hiç kimsenin olmaması insan yüzünün acımasız baskısından doğan bir alın yazısıdır. Kendi kendisinin tanığıdır artık. Uçurum olarak hisseder kendisini, terk edilmişlik psikolojisi ile özünde olmayan bir ruha eşlik eder. Baudelaire için kendi imgesini yaratmanın en büyük sebebi olacaktır. Şiire yöneldiği dönemlerde şairin artık cesur, yitik yalnızlık yasasına alıştığına dair bir söylentisi vardır: Hiçbir şeyi yalnız olmak kadar sevmiyorum, der. Ne var ki bu bir edim değil gizliden bir başkaldırıdır. 1848’de ilgisini ABD’li yazar Edgar Ellen Poe’ye yöneltir. On altı yıl süren bir çalışma sonucu şiirleri dışında yazarın bir çok yapıtını Fransızcaya aktararak çeviri sanatının büyük örneklerini yaratır. Yeteneğini büyüleyici ve işlediği temaları bir hayli farklı bulduğu için vakit kaybetmeksizin büyük bir tutkuyla yayımlar. Poe’nin sanatından ve kültüründen bir esinlenme fikri doğar ve Kötülük Çiçekleri’nin ilk el yazmalarını da bu dönemde kaleme alır. Kötülük Çiçekleri’nde şairin sıklıkla vurguladığı şarap ve kadın imgeleri olmuştur. Dizelerinde şarabın şair için mutlak bir değer taşıdığı, yalnızlığın hiçliği ve özdeşleştirdiği bir topluluğa yakınması anlatılır. Şarap olumsuz bir nitelik taşımasa da şiirlerinde dile getirilen bir serzeniş olarak karşımıza çıkmakta. Şair için şarap yalnızca sarhoş olup eğlenme zevkine ulaşmak için değil, dünyanın bayağılıklarından, çirkinliklerinden, kötülüklerinden kaçmak için sığındığı kutsal bir içkidir. Acılarını hafifletmesi için bu kutsal içki de teselli arar ve Kötülük Çiçekleri Şarabın Ruhu, Katilin Şarabı, Yalnızın Şarabı ve Sevgililerin Şarabı başlıklı şiirlerinde sarhoşluğun mükemmelliğini, kendisini yönetmesinin verdiği hazzı yazar.
Her zaman sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken zamanın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız ama neyle? Şarapla, şiirle ya da erdemle. Nasıl isterseniz ama sarhoş olun.
Baudelaire Kötülük Çiçekleri’nde kendisini anlamayan bir topluluk karşısında kendisini görünmeyen bir varlık olarak niteler. Yalnızca kendi ile ilişki kurması; tıpkı ergen bir çocuğun tek başına, yalnızca kendi gücüyle vardığı zevk aynıdır. Şiirlerinde sıklıkla kadın imgelerine yer verdiği görülür ve kadın kokusuna ayrı bir parantez açar. Kokular şair için çok önemlidir ve kimi zaman bir doğa, kimi zaman şarap kokusuyla birleştirir kadın kokusunu. Şairin önemli yapılarından olan Paris Sıkıntısı adlı kitabında koku olgusunu bir kadın saçıyla özdeşleştirir ve kimi kokuların cinsel dürtüleri harekete geçirdiğini ve kimilerinde belli duyguları uyandırdığını belirtir. Kadın kokusuna yakışan sıfatlar olarak tanımladığı şu sözleri ifade eder; Saçlarında tüm gördüklerimi, tüm duyduklarımı, tüm işittiklerimi bir bilseydin. Başka insanların ruhu ezgiler üzerinde nasıl dolaşıyorsa benim ruhum da koku üzerinde öyle dolaşıyor.
Şairin ilk büyük aşkı ve Kötülük Çiçekleri’nin esin kaynağı Jeanne Duval’in kokusunu baştan çıkarıcı ve bedensel haz almada büyük rol oynadığını tanımlar. Şairin Jeanne Duval ile yaşadığı cinsel birliktelik sonradan pişmanlık duygusu uyandırmıştır. Sadece cinsel birleşimin vermiş olduğu bir ilişkidir bu. Bundan rahatsızlık duymasının ardından yalnızca kendiyle baş başa kalmanın çok daha haz verdiğini düşünür. Şair hayatı boyunca kimseye, hiçbir kadına kendini tam anlamıyla ait hissetmemiştir. Yaşadığı ilişki bir süre sonra onu tiksindirmiş ve dolayısıyla şairin hayatı boyunca tattığı zevk hiçbir dış olaya kaynaklık etmemiştir.
Baudelaire 30 Aralık 1857 yıllarında yazdığı bir mektupta geçirdiği duygulanımı şöyle ifade eder; hissettiğim şey çok büyük bir cesaret kırıklığı, katlanılmaz bir yalnızlık duygusu. Tümüyle isteksiz eğlendirecek hiç bir şey bulamamaktır. Kitabımın kazandığı tuhaf başarı, uyandırdığı kin kısa bir süre ilgilendirdi beni. Ardından yine eski durumuma düştüm.