–Bugün sevgili Gülbike Berkkam’la birlikteyiz. Onunla yakın bir zamanda çıkan ilk romanını ve projelerini konuşacağız. Hoş geldiniz.
Hoş bulduk, sağolun.
-Güneşi Yanında Taşıyan Adam, İthaki Yayınlarına ait olan Pangea Kitap serisinden çıktı. Bundan önce bildiğim kadarıyla hikâye yazıyordunuz?
Evet.
-Bu sizin ilk romanınız. Peki sizden yazarlık serüveninizi dinleyebilir miyiz? Bundan önce neler yazdınız?
LİSEDE, EDEBİYAT ÖĞRETMENİMİN YANINA GİDİP, BEN YAZAR OLMAK İSTİYORUM, DEDİM
Bundan önce neler yazdım… Bundan önce kendi kendime yazıyordum aslında, lisede, ortaokulda. Hep roman yazmaya çalıştım, öykü denememiştim. Polisiye roman yazmaya çalıştım o zamanlar, hatta eski bir daktilo da bulmuştum. Bir şeyler yazdım, denedim sonra onları beğenmediğim için yırtıp attım. Ama şimdi çok pişmanım, neler yazdığımı görmek isterdim. Sonra casusluk romanı yazmayı denedim. (gülüşmeler) Lisedeki edebiyat hocamız bize derste kompozisyon yazdırırdı. Ondan cesaretle hocama gidip ‘ben yazar olmak istiyorum’, dedim. Hocam ‘olamazsın’, dedi! Hoca öyle dediyse olamam herhalde, diye düşündüm. Aslında saygı duyduğum bir kadındı. Bir hoca olarak yazar olamayacaksam bile bana eksikliklerimi göstermesini isterdim ama o, direkt olamazsın, dedi. Demek ki çok kötü yazıyorum, diye düşündüm ve sonrasında yıllarca bir şey yazmadım. Ama çok kitap okuyordum. Gayet hacimli bir kütüphanemiz vardı, babam çok kitap okurdu. İlkokulda özellikle casusluk ve macera romanları okuduğumu hatırlıyorum. Yıllar sonra öykü yazarak tekrar yazı hayatına döndüm. Bilgi Üniversitesi’nde çalışırken GIO Öykü Yarışması olduğunu duydum. FABİSAD’daki arkadaşlarla ortak bir iş yapmıştık öncesinde bilimkurgu-fantastik tadında. Onlar dediler, böyle bir yarışma var, katıl. Mahlasla yolluyorsun, kim olduğun belli olmuyor dediler. İlk başta çok korktum. Çünkü çok saygı duyduğum isimler vardı jüride. Sonuçlar açıklanacak ve ben dereceye giremeyeceğim. Hangisi senindi diye soracaklar? Ne kadar kötüydü, diyecekler belki de…
-Hep bir çekinceniz vardı?
Evet vardı. Zaten yazdıklarımı insanlara pek okutmazdım. Sonra ben bir cesaret yarışmaya katıldım hatta ilerleyen zamanda yarışmaya katıldığımı bile unutmuşum. Aradan zaman geçti, beni aradılar, ödül törenine mutlaka gelmelisiniz, dediler. Birinci olduğumu söylemediler o zaman.
-Sürpriz…
FABİSAD GIO ÖYKÜ YARIŞMASINDA BİRİNCİ OLDUM
Evet tam bir sürpriz oldu. Dereceye girenleri açıklamaya başladılar, üç, iki, bir. Ben birinciydim ve o kadar şaşırdım ki birinci olduğuma. Konuşma falan da hazırlamamıştım halbuki. (gülüşmeler) Teşekkür ederim, teşekkür ederim deyip ayrıldım kürsüden. O ödül bana çok gaz verdi. Demek ki oluyormuş diye düşündüm. O zamanki jüriden çok güzel eleştiriler aldım. Özgüvenim yerine geldi. Arkadaşlarım, öyküyü okuyunca biz erkek bir yazar bekliyorduk, dediler. O zaman zaten zevkten dört köşe oldum.
-Ben de tebrik ederim sizi.
Teşekkür ederim. Sonra yazma serüvenim başladı. Yabani dergide iki öyküm yayımlandı. Derleme, karanlık öykü serisinde Karanlık Yılbaşı Öyküleri ve Karanlıktaki Kadınlar’da yer aldım. Öykü olarak bunlar yeter diye düşündüm. Kafamda bir roman fikri vardı, artık romana geçebilirim, dedim. Zaten küçüklüğümden beri hep roman yazmak istiyordum. Okumanın tabii çok faydası var, bir sürü yazarın tarzı kafanızda yer etmeye başlıyor bir yerde. İlk başlarda kopyalıyorsun tabii. İlk öykü denemelerimde de öyle olmuştu. Jack London’ın ‘Ateş Yakmak’ hikâyesini okumuştum ve çok etkilenmiştim. İlk kez böyle karanlık ve ölümcül bir hikâye okumuştum, çok hoşuma gitmişti. Ona benzer yazmaya çalışmıştım. İlk taklitle başladı. Stephen King çok okuyordum, sonra onu da taklit etmeye başladım. Zamanla oturuyor bir şeyler. Yeteri kadar okuma yaptıktan sonra tarzınız oluşuyor ve oturuyor.
-Peki okurken türleri seçerek mi okudunuz korku, bilimkurgu, fantastik?
ELİME NE GEÇTİYSE OKUDUM
Seçerek okumadım, elime ne geçtiyse okudum. Evdeki kütüphanemizde ne varsa onları okudum önce. Casusluk, polisiye, macera, korku tarzıydı çoğunlukla. Ayrıca çizgi romanlar… Babam onları çok severdi. Babam subay olduğu için biz şehir şehir gezdik. Ufak şehirlerde kitap satan dükkân bile yoktu. Kütüphaneye gidiyordum, orada ne bulduysam onu okuyordum. Absürt şeyler okuduğum da oldu, mor ve pembe seriler. (gülüşmeler) Önceleri seçici değildim ama zamanla seçici oluyorsunuz.
-Güneşi Yanında Taşıyan Adam için bilimkurgu mu yoksa distopya mı diyeceğiz?
DÜNYANIN TEK BİR GLOBAL GÜÇ TARAFINDAN YÖNETİLDİĞİ ve YAPAY ZEKÂNIN HÂKİM OLDUĞU BİR GELECEK HAYAL ETTİM
Distopya diyebiliriz, gelecekte herhangi bir zamanda geçiyor. Dünyanın tek bir global güç tarafından yönetildiği ve yapay zekânın hakim olduğu bir gelecek hayal ettim. Ve insanların duygularının köreldiği bir dünya…
-Niçin distopya anlatmayı seçtiniz? Distopya yazmanın bir çekiciliği var mı? Neden aşk ya da macera romanı değil de distopya?
Distopya seçmemin sebebi, toplumun geldiği noktayı daha da abartarak anlatabileceğimi düşünmem. Çünkü öyle bir insan kitlesi yarattım ki kafamda, âşık olamıyorlar mesela. Duyguları nasıl körelmiş olacak? Bunlar artık narsist insanlar. Sadece kendilerini düşünen ve yapay zekâ tarafından yönlendirilmiş bir kitle. Bunu en iyi bu şekilde anlatabileceğimi düşündüm. Çok fazla psikolojik, sosyolojik derinliği olan kitaplar okudum, belgeseller izledim. Aşk üzerine çekilmiş bir sürü belgesel izledim. Narsistik kişilik bozukluğuyla ilgili -ki hâlâ inceliyorum- okumalar yaptım. Bu tarz insanlara sosyal medya da ön ayak oluyor aslında. Kendimizi orada kanıtlamak istiyoruz, var olmaya çalışıyoruz, beğenilmek istiyoruz. Sosyal medyada başarılı ve mutlu olmak daha önemli. Bir ara şunu düşünmüştüm: Keşke İnstagram bir gezegen olsaydı da biz orada yaşasaydık. Herkes çok mutlu ve güzel olsaydı. Her şey estetik olarak da çok şık olurdu. (gülüşmeler) Ama böyle bir toplumda insanlar narsistleşiyor. Narsist insanların başkalarına sevgi duymaları çok zor. Hal böyle olunca aşk yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Zaten kitapta da narsist olmayan iki karakterim var. Onlar âşık olmaya ve başka heyecanlara açıklar. Ama diğerlerinin öyle bir kaygısı yok. Sadece kendini kanıtlamanın ve yüceltmenin peşinde.
-Ve çok sert kurallarla çizilmiş bir dünya değil mi? Sistem tarafından her şey belirlenmiş, ona uymak zorundasınız. Şu kadar saat çalışacaksın, bu kadar puan toplayacaksın ve kredilerini harcayacaksın. Sistemin senin için uygun gördüğüyle evleneceksin ki bu evlilik de değil.
Aslında kastedilen birleşme.
-Üreme hatta kitapta geçtiği şekliyle.
O daha çok harcama yapabilmeleri amacıyla tasarlanmış bir sistem, üreyip çoğalmaları gerekiyor. Geleceğin böyle olabileceğini düşündüm ve bunları anlatabilmem için distopyayı kullanmam gerekiyordu. Bu zamanda da geçebilirdi roman ama o vakit insanların duygularıyla bu kadar oynayamazdım. Çok abartı dururdu yoksa.
-Bir kıyametin, bir yokoluşun geleceğini biliyoruz. Big Bang’le bir başlangıç var elbette sonu da olacak. Ama bu beklenen gelecek için bu kadar karamsar olmak zorunda mıyız gerçekten?
İNSTAGRAM ‘LİKE’ TUŞUNU KALDIRDIĞI ZAMAN NE OLACAK
Şu an bizim açımızdan kötü bir gelecek ama gelecekte yaşayanlar bence bunu fark etmeyecekler, farkında olamayacaklar ne kadar kötü bir zamanda yaşadıklarının. Şu an bizden daha yaşlılar, eminim bizim berbat bir zamanda yaşadığımızı düşünüyor. Ben bu açıdan geleceği aydınlık görmüyorum. Teknoloji işin içine giriyor. Bu kadar bencilliğin hâkim olduğu bir yerde insanların mutlu olabileceğini düşünmüyorum. İnstagram ‘like’ tuşunu kaldırdıktan sonra ne olacak? Seni ne tatmin edecek? O zaman başka bir şey çıkacak. Yani bunun sonu yok… Ama eğer birisi tarafından gerçekten sevildiğini hissettiğin an bunlara ihtiyaç duymayabilirsin. Çevremde de görüyorum, insanlar öyle filmlerdeki gibi aşk yaşamıyorlar, âşık olmuyorlar. Çok azı gerçek aşkı yaşıyor bence, mutlu bir azınlık.
-Umarım şanslı olduklarının farkındadırlar.
Umarım.
-Distopyalarda gördüğümüz ortak bir özellik var. İnsanları sürekli gözetleyen, takip eden, kontrol altında tutan bir göz, bir sistem var. Siz bu sisteme romanınızda ‘Nuit’ adını vermişsiniz. İnsanın aklına 1984’teki ‘abi’ figürü de geliyor. Şunu sormak istiyorum: Biz gelecek için hür, demokrat bir toplum yapısından bahsedemeyecek miyiz? Hep faşizan yönetimler mi olacak? Despot bir sistem mi bizi bekleyen?
Bence öyle bir gelecek bekliyor. Şu anda mesela Cambridge Analytica’te bir firmanın davası görüldü. Belki hâlâ devam ediyordur. Ondan önce Snowden meselesi vardı ve açıkladığı belgeler. Zaten bütün kararlarımızı etkiliyorlar. Facebook’tan kararsızları bulup, tamamıyla onların istedikleri kararı almaya yönelten bir sistem kurmuşlar. Bunun aslında yasadışı olması gerekir. Bu işin basit tarafı ve bizim öğrenebildiğimiz küçük bir detay. Bunun daha da artacağı aşikâr. Şirketlerin elinde öyle bir imkân varken –bakın ülke demiyorum- ülkelerin bunu kullanmaması saçma olur. Büyük şirketlerin sadece satış amaçlı kullanmaları bile bizim kararlarımızı etkiliyor. O kadar çok görsele maruz kalıyoruz ki her türlü platformdan! Bazı insanlar çok ünlü oluyor, sonrasında onu takip eden bir kitle oluşuyor. Onun gibi yaşamaya çalışanlar… Böyle bir durumda özgür olmak, kendini bulmak çok zor olacak.
-Peki sizce duygularımız zaafımız mıdır? Kitapta özellikle buna vurgu var. Duygularını henüz yitirmemiş olanlar mücadele ediyor. Duygularımız bizi yapay zekâ karşısında güçsüz mü kılıyor?
ACI ÇEKMEYE DE, HATA YAPMAYA DA İHTİYACIMIZ VAR
Yapay zekânın duyguları taklit etmesi zor. Yani artık onu da becerirlerse bilemiyorum. (gülüşmeler) Ama duygular bence insanı, insan kılıyor. Onları kaybedersek makineleşmiş oluruz. Duygularla hareket etmek insana heyecan veriyor. Sonunun ne olacağını bilmediğin kararlar alıyorsun ve heyecan duyuyorsun. Acı çekmeye de hata yapmaya da ihtiyacımız var. Bu psikolojik bir gerçek. Sadece mutlu olarak gelişemezsin, mutsuzluğa da ihtiyacımız var. Ama bu mutsuzluk hali Miu Miu’dan çanta alamadım mutsuzluğu olmasın, lütfen! Daha derin, anlamlı bir mutsuzluk olsun.
-Kitapta Mars kolonisini de kullanmışsınız. Marsla ilgili gelişmeleri yakından takip ediyorsunuz sanırım? Dikkatimi çekti, Mars konusunda da olumsuz düşünüyorsunuz. Marsla ilgili yaşanan bütün bu teknolojik ve bilimsel gelişmeler insanlığa hiç fayda sağlamayacak mı?
Yok, kesinlikle insanlık yararına bir şeyler çıkacaktır, o kadar olumsuz düşünmüyorum. Ancak ben romanda bunu Nuit’in insanları yönlendirmek için kötü amaçla kullanabileceğini işledim. Sistemin bu şekilde davranması olası. Zaten sistem her şeyi kullanmak üzerine dizayn edilmiş.
-Nasıl okumalar yaptığınızdan bahsettiniz. Kitabınızın psikolojik bir temeli var, bilimkurgudan faydalanıyorsunuz. Bu roman için bir sürü yeni kavram üretmişsiniz. Oldukça başarılı buldum. Kavramları oluştururken zıtlıklardan faydalanmışsınız. Beton Orman mesela, çok hoşuma gitti. Peki siz bir yazar olarak Türk edebiyatında bilimkurgu ve distopyayı nerede görüyorsunuz? Sizi tatmin ediyor mu olduğu yer?
DİSTOPYA, TÜRKİYE’DE PEK TERCİH EDİLEN BİR TÜR DEĞİL
Daha önce bir Türk yazarın distopyasını okumadım açıkçası. Bu konuda çok bilgili yazar arkadaşlarım var elbette ama Türkiye’de pek tercih edilen bir tür değil distopya.
-Sizce neden bu kadar boşluk var?
Benim distopya yazarken çekincem şuydu: Dünya edebiyatında çok başarılı distopyalar var. İster istemez ne düşünseniz birine yaslanıyorsunuz. ‘Biz’ romanında da böyle bir sistem var, 1984 için de geçerli. Ben de kendimce bu sisteme bir şeyler katmaya çalıştım. Ama dünya edebiyatında çok başarılı eserler var, bu bir gerçek. Bu taraftan bakınca insanda bir çekince uyandırıyor.
-Siz kimleri takip ediyorsunuz? En son kimi okudunuz mesela?
En son Çiğdem Erkal okudum, Uçan Mabed. O da bilimkurguydu ve çok naifti. Bu aralar yeni nesil Türk yazarları okumaya çalışıyorum. Ayaz’ı okudum Işın Beril Tetik’ten, iyi polisiyeydi. Sonra Alper Canıgöz, Hakan Bıçakçı, Göktuğ Canbaba, Demokan Atasoy, Galip Dursun, Murat Başhekim, Doğu Yücel okudum ve severek de takip ederim bu yazarları. Şu an Amin Maalouf okuyorum. Eskiden Stephen King ne yazarsa okurdum. Artık eskisi gibi heyecanlanmıyorum. (gülüşmeler) Ryu Murakami ve Clive Barker beni daha çok heyecanlandırıyor.
-Bundan sonraki planlarınız, projeleriniz neler? Bundan sonra roman mı, hikâye mi gelecek?
FANTASTİK ÖZELLİKLER İÇEREN BİR NOVELLA ÜZERİNDE ÇALIŞIYORUM
Bir novella düşünüyorum bir de roman. Hangisi daha önce biter bilemiyorum. Novella şu an yarım. Roman da çok dürtüyor, kafamda karakterler oluştu. Roman bu sefer psikolojik-gerilim tarzı olacak. Günümüzde ya da doksanlarda geçebilir. Bunun için psikolojik rahatsızlıkları ve bazı sapıklıkları araştırıyorum. Eğlenceli oluyor onları araştırmak. Novella ise fantastik özellikler içerecek.
-Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
BU KİTAPTA USTALARA SAYGI DURUŞUNDA BULUNDUM, DİYEBİLİRİM
Bu kitapta bazı bilimkurgu filmlerine ve kitaplarına göndermelerde bulundum, onu ekleyebilirim. Philip K.’yı çok severim bilimkurgu yazarı olarak. 70’ler, 80’ler ve 90’lardaki bilimkurgu filmleri beni çok etkilemiştir. Bu nedenle bu filmlere ve kitaplara bir saygı duruşunda bulundum diyebilirim. Benim sevdiğim ve beni etkileyen o filmlerden küçük alıntılar yaptım bu kitapta. Bazen karakter, bazen kurgu, bazen diyalogda saygımı sundum. Bunu bazı insanlar anlayabiliyor, bu hoşuma gidiyor. Tabii ki o dönem bilimkurgu filmlerine ve romanlarına haşır neşir olmak gerekiyor bunu fark edebilmek için. Özellikle bu romanım için böyle düşündüm.
-Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz sevgili Gülbike Berkkam. Keyifli bir sohbetti.
Rica ederim, ben teşekkür ederim.
KİTAPTAN ALINTI:
Tren hareket eder etmez kulaklığında efendisinin, yani Nuit’in sesini duydu. Nuit tüm kulaklıklardan halkına sesleniyordu. Bazen olgun, güvenilir bir erkek sesi, bazen sakin, huzurlu ve içinde gizli bir neşe barındıran bir kadın sesi kullanırdı. Bu sabah için bu kadın sesini seçmişti.
“Nuit’in değerli sakinleri. Huzur, mutluluk ve güven dolu bir hafta başlıyor. Faydalı birer vatandaş olmaya hazırsınız. Kredilerinizi kazanacak, kalitenizi yükseltecek her geçen gün daha değerli olacaksınız…” (sayfa 9)