Marina Abramovic Akış/Flux Sergisi ile Türkiye’de – Karaköy Mono

Artık rahatça diyebiliriz ki; üzerinde yaşadığımız şu Mezopotamya topraklarından bir Marina Abramović retrospektifi geçti! Evet, bugüne kadar izlemelere, araştırmalara, anlamalara ve de anlayamamalara doyamadığımız Marina Abramović Türkiye’deki ilk büyük ölçekli sergisiyle 26 Nisan 2020’ye kadar Sakıp Sabancı Müzesi’nde sizleri bekliyor olacak! Yiyorsa gitmeyin ey sanat severler!


Şimdi bir anca önce sergiden bahsetmeye başlayalım. İlk önce sergiye giden yolda karşınıza çıkan açılıp-kapanan cam kapıların iki yanında da ekranlar var. Algısal seçicilik midir bilemiyorum; soldaki ekrandan dinlemeye başlıyorum. Marina ekranda size güzel sanatlar akademisindeki yağlıboya-heykel işlerinden nasıl sıyrılıp da performans sanatlarına geçişini anlatıyor. Epey matrak bir hikâye bu! Mutlaka dinlemeden geçmeyin. Özellikle kitapların ön sözünü okumadan geçen insanlar, bu sözüm size! Biraz bu geçiş hikayesinden bahsedecek olursak; Marina’nın akademide en çok resmettiği olay bulutlarmış. Bundan dolayı parklara gidip uzun uzun bulutları seyredermiş. Günlerden bir gün yine parka gitmiş fakat bir bakmış ki hava masmavi ve tek bir bulut bile yok! Tam o sırada gökyüzünden 4(?) tane savaş uçağı geçmiş ve hani bilirsiniz ya o tip uçaklar arkalarında çizgisel bir bulut gibi bir şey bırakır. İşte Marina onları seyretmiş, onların yavaşça sonsuzluğa karışmasını izlemiş… O an kendi kendine sanatı tablo ve boya olmadan da yapabileceğini düşünmüş ve askeri üsse gitmiş. EVET. O GÜN. MARİNA. ASKERİ ÜSSE. GİTMİŞ. Ve onlardan kendisine sanatını icra etmesi için 4 tane savaş uçağı vermesini rica etmiş. Tabii ki ona uçakları vermediklerini belirtmeme gerek yok. Neyse, Marina zaten kafasında asıl yapması gereken şeyi anlamış ve ‘performans sanatı’ yoluna baş koymuş. İyi ki de koymuş!

Videoyu izledikten sonra içeri giriş yapıyoruz. Bu arada şunu belirtmem gerekir ki sergideki bazı eserlerin bir parçası oluyorsunuz, çünkü sergi yaşayan bir sergi, içerideki süre boyunca yer yer etkileşime giriyorsunuz onlarla. Bu kastettiğim eserlerden bahsetmeyeceğim çünkü size biraz sürpriz olmalı o kısımlar. ‘Anlatılmaz, deneyimlenir’ türünden. Özellikle Marina’nın eserleri dışında yine çok değerli sanatçıların 8 saat aralıksız uzun soluklu izleyebileceğiniz performanslaır da mevcut. Ufak bir not: Sergi dahilindeki sanatçılardan Arda Cabaoğlu’nun ‘ZORLA MİZOFONİ: PATLAMA, ÜFLEME, NABIZ’ performansı mutlaka görülmeli! 

Evet şimdi Marina’nın -muhtemelen sizin de favorileriniz içerisinde olan- bazı eserlerinden bahsedelim.

1)Rhythm 10/1973/Performans/1 saat

Marina Abramović’in “Rhythm 10” performansı ilk kez 1973’te Edinburgh’da gerçekleşmiş.

Performansında bir beyaz kâğıt, yirmi bıçak ve mikrofonlu iki teyp vardır. Performansa başlarken ilk teybi açıp ilk bıçağı alıp elinin parmakları arasına olabilecek en hızlı şekilde saplamaya başlar. Bu performans her bıçağı deneyene kadar devam edecektir. Bütün bıçaklar denendiğinde teybin kaydettiği ritmi başa sarıp dinler. Dinledikten sonra performansın ilk bölümünü yani aynı bıçaklarla parmakları arasına bıçak saplama işlemini tekrar eder. Marina’nın bu tekrarının sebebi, hataların çoğaltılması veya iptal edilmesi ihtiyacını göstermek istemesidir. Kendi ifadesi ile “Bu performansta geçmişin ve şimdinin hataları senkronize ediliyor” der.

2-Rhythm 0/1974/Performans/6 Saat 

Bu performansı ilk gördüğümde aklıma Zimbardo’nun Stanford Hapishane Deneyi ile birazcık da Milgram’ın elektrik şoku deneyi geldi. Çünkü bu performans ile bir ortak yanları var: İnsanlar onlara imkân verildiğinde ne kadar ileri gidebilir?

Abramović’in bir masaya yerleştirdiği 72 nesneden birini kullanarak seyircinin istediği her şeyi yapmaya davet edildiği ve bu sırada Abramović’in ayakta durduğu bir performanstır Rhythm 0. Masadaki nesnelerden bazıları şunlardır; bir gül, tüy, parfüm, bal, ekmek, üzüm, şarap, makas, neşter, çivi, metal çubuk ve mermi yüklü bir silah… Seyircinin de işin parçası olduğu bu performans önce kibar hareketlerle başlar; gül uzatmalar, sarılmalar, Marina’nın kolunu havaya itmeler… Fakat daha sonrasında masadaki keskin jiletler ile kıyafetleri parçalanır; hatta bir noktadan sonra seyirciler o jiletleri Marina’nın vücudunda da dener… Seyircilerde artmaya başlayan agresiflik ile içlerinden birinin masada bulunan içi dolu tabancayı Marina’ya doğrultması üzerine performansa son verilir. Yıllar sonra bu performans hakkında şunları anlatır: “Öğrendiğim şu oldu; eğer seyirciye bırakırsan, seni öldürebilirler … Gerçekten ihlal edildiğimi hissettim; kıyafetlerimi kestiler, karnıma gül dikenleri batırdılar, bir kişi silahı kafama doğrulttu ve diğeri onu aldı…” Psikoloji 101’de hoca dersi şu şekilde bitirirdi: Unutmayın her insan kötüdür.

3)Light and Dark/Ulay&Marina/1977/Performans/20dk

Light and Dark performansında Ulay ve Abramović’i yere diz çökmüş bir pozisyonda karşı karşıya oturup birbirlerinin yüzlerine sırayla tokat atarken görürüz. Yüzlerine tutulan güçlü ışık nedeniyle kendilerine gelen tokadı göremezler. Yirmi dakikalık performansın başında Ulay ve Abramović, birbirinin sağ elleriyle sol yanaklarına sessizce tokat atarlar. Her tokattan sonra, tokadı atan el, sahibinin bacağına geri yerleşir ve bu da düzenli bir ritim yaratır. Bu ritim, hız arttığında değişir. Performansın işleyişi de şu şeklide olur; taraflardan biri isabet ederse, diğeri de bunu yapar ve bitene kadar durmaz ya da biri “oyundan” çıkarak reaksiyonu keser. İlginç olan yanı ise insanların tokada tokatla karşılık vermesi hatta darbenin gücünü artıran psikolojik bileşenin varlığıdır. Bu performansta da olan budur: tokatlar daha sert, daha şiddetli hale gelir. Böylece herkes bu tipik insan tepkisinde kendini yeniden keşfedebilir. Bu yüzdendir ki performansın üstünden 30 yıl geçmesine rağmen izleyici halen etkilenir.

4)The Onion/1995/Performans/10 dakika

Abramović çiğ soğanı yiyerek belirgin bir şekilde sarsılıyor. Gözyaşları akıyor, ruju dağılıyor ve soğan kabukları yüzüne yapıştıkça tükürüğü ağzından damlıyor. Çiğneme yavaşlıyor, ancak seslendirme devam ederken soğandan vahşi ısırıklar almaya devam ediyor. Erken performanslarında acının zihinsel ve fiziksel sınırları etrafında dönerken, ‘The Onion’da, fiziksel dayanıklılığın belirgin sınırlamalarına meydan okuyarak Marina beden ve zihnin ayrılmazlığı fikrine olan bağlılığını sürdürüyor. Marina performansının deşifresinde, uçak aktarmaları yapmak, bir şeyleri beklemek, kararlar almak, galeri açılışlarındaki sanatla ilgili konuşmalara ilgi duyuyormuş gibi yapmak ve poposunun çok büyük olmasından utanmak, Yugoslavya’daki savaştan utanmak gibi birçok şeyden “yorgun” olduğu için soğan yediğini söyler. Deşifrenin son cümlesi ise şudur: “Uzağa kaçmak istiyorum, o kadar uzak olsun ki artık hiçbir şeyin önemi kalmasın. Tüm bunların arkasında neyin yattığını apaçık anlamak ve görmek istiyorum. Artık bir şey istemez olmak istiyorum.”

5)The Artist is Present/2010/Performans/3 ay/736 Saat 

Çalışma, bir performansın uzunluğunun beklentilerin ötesine uzanmasının zaman algımızı değiştirmeye ve deneyimde daha derin bir katılımı teşvik etmeye hizmet ettiği inancından esinlenmiştir. Boş bir sandalyenin karşısındaki ahşap bir masada sessizce otururken, insanlar onun karşısındaki sandalyeye oturup gözlerini ona kilitleyip bekledi. Yaklaşık üç ay boyunca, günde sekiz saat boyunca, birçoğu gözyaşlarına taşınan 1000’den fazla yabancının bakışlarıyla tanıştı. Hiçbir diyaloğun geçmediği performansın en unutulmaz sahnesi ise Ulay’ın gelip Marina’nın karşısına oturmasıdır. Böylesine zor performansların ustalarından Abramović, onurlu soğukkanlılığının sarsılması gecenin en beklenmedik manzarasını yaratmıştır. Abramović, performans hakkında şunu der: “Kimse, izleyicinin karşıma oturup benimle karşılıklı bakışmasının bu kadar zaman alacağını hayal edemezdi. Karşımdaki sandalye her zaman doluydu ve ona oturmayı bekleyen insan sıraları vardı. Tam bir sürprizdi … Gözler önüne serilen şey ise insanların aslında temas kurmak için bu muazzam derecede bir ihtiyaç duymasıydı.”

1970’lerin başından beri, Marina Abramović beden ve zihin sınırlarını zorlayan, sanatçı ve seyirci arasındaki karmaşık ilişkiyi keşfetmeye çalışan, duygusal, entelektüel ve fiziksel olarak hem kendini hem de katılımcıların meydan okuyan performansları ile çalışsan bir sanatçı olmuştur. Eserlerine ilham veren kavramlar, fikirlerini iletmek için kendi vücudunun kullanımı gibi bir anahtardır. Sanatın stüdyoda üretilmemesi, hatta somut bir form alması gerekmediğine inan Marina’nın şu sözüyle yazıyı bitiriyorum: “Anladım ki … her şeyle sanat yapabilirim çünkü en önemli şey kavramdır.” 

Burada anlatılmayan nice eserler için önce müzeye, sonra da araştırmalara düşebilirsiniz.