‘’Kelimeler güzeldir, fakat en güzeli kelimelerin açıklamaya yetmediğidir…’’ (Dünyanın Derdi Bitmez – Goethe)
Kelimelerin yetemediği durumlardan kaynaklanır belki de, Goethe’nin bir hezarfen olması. Yaşadığı süre boyunca tek bir alanda sıkışıp kalmayıp, birçok farklı konuya ve disipline ilgi duyarak, kendisine bu alanlarda engin bilgiler kazandırmıştır. Yaşadığı dönemin Sanayi Devrimi ve Fransız İhtilali gibi, tüm dünya tarihini yerinden sarsan ve gündelik dinamikleri tuz buz eden olayların yaşandığı zamana tekabül ediyor olması; eserlerine, düşüncelerine ve dünyayı algılayış biçimine yansımıştır. Fransız devrimi ülkülerinin o dönemdeki uygulanabilirliğinin kamuya yaşattığı baskı ve türlü zorlamalar her alanda olduğu gibi, Goethe’nin de mihenk taşı sayıldığı Weimar Klasik yazarlarını derinden etkilemiştir. Eserlerini verdiği dönemin akımı olan Fırtına ve Coşku akımına karşı şu sözleri dile getirir: “Bazen gezegenimiz bu evrenin tımarhanesi mi diye düşünmeden edemiyorum.”
“Nasıl oluyor da insanı mesut eden bir şey aynı zamanda felaketinin de kaynağı oluyor.” (Genç Werther’in Acıları – Goethe)
Goethe’nin yirmi beş yaşında ve iki haftada kaleme aldığı, kısa sürede tüm dünyada ‘’Werther Modası’’ oluşturacak kadar büyük bir ses getiren kitabı “Genç Werther’in Acıları”nın hikayesi ise, kitabın bıraktığı etki kadar füsunkardır. Arkadaşı Kestner’in nişanlısı Charlotte Buff’a âşık olan Goethe, bu aşkın tehlikeli bir hal alması sonucunda, Charlotte’yi terk etmek durumunda kalmıştır. Yürek burkan bir aşk ve genç yaşına rağmen edindiği birçok deneyimin neticesinde ortaya çıkardığı melankolik romanı, Avrupa’daki gençlerin aynı yola başvurmasına ve intihara yönelmesine neden olacak kadar gerçekçi bir anlatıma sahiptir.
‘’Bu dünyada nadiren iki insan birbirini anlıyor!’’ (Genç Werther’in Acıları – Goethe)
Bazı insanların hayatımıza değdiği noktada tüm yaşamımızın, benliğimizin, fikri düşüncelerimizin değişmesi ile başlayan, karşılıklı ruh doyuran besleyici yoldaşlıklar asla boşuna değildir. Tarihte örnekleri çokça bulunan dostluklara bakıldığında; Mevlâna & Şems-i Tebriz, garip akımının üç temsilcisi Orhan Veli, Oktay Rıfat, Melih Cevdet Anday ve Goethe -Schiller akla ilk gelenlerden sadece birkaçı olabilir. Schiller’ın Goethe’ye olan hayranlığı onunla tanıştığı günü yeni bir çağın başlangıcı olarak kabul edişi, sonraki dönemlerde birbirlerine kazandırdıkları donanımın sonucunda hakikate ulaşmıştır. Birlikte oldukları her anı kendilerini aydınlatmak ve ikisinin de doğruluğuna inandığı farklı düşünceleri hakkında tartışmalarla pekiştirerek dostluklarını daha anlamlı hale getirmişlerdir. Schiller’in kendisi üzerinde bıraktığı etkiyi dile getiren Goethe, can dostuna yazmış olduğu bir mektupta duygularını şu şekilde satırlara dökmüştür: ‘’Yaratılışlarımızın birbirine uygun olması her ikimiz için de pek çok yarar sağlamış bulunuyor. Bu ilişkinin daima sürmesini diliyorum. Ben sizin için bazı şeylerin temsilcisi görevini gördümse, siz de beni dıştaki eşya ve bunlar arasındaki ilişkileri gereğinden fazla araştırma eğiliminden kurtardınız; kendime dönmemi sağladınız; bana insanlardaki iç varlığı gereği gibi seyreylemeyi öğrettiniz; bana ikinci bir gençlik sağladınız ve nerede ise artık şairliği bırakmışken beni yeniden şair yaptınız.”
Yıl 1805’i gösterdiğinde Goethe yaşamına veda eden Schiller’i sonsuzluğa uğurlamıştır. Bu durumdan öyle büyük üzüntü duyar ki arkadaşından ‘’kendi varlığımın yarısını yitirdim’’ diye söz etmiştir ve bu durumun etkisinden uzunca bir süre kurtulamamıştır. Yıllar geçse de Schiller’ın mezarı ile ilgili tartışmalar son bulmamıştır ve alınan karar sonucunda mezarı açılarak bulunan cesedin Schiller’a ait olmadığı ortaya çıkarılmıştır. Tüm bunlar olurken Goethe’nin, bulunan cesedin kafatasını ödünç alarak masasına koyduğu ve “Schiller’in Kafatasını İncelerken” adlı bir şiir yazdığı söylenmektedir.
‘’Musa’nın Kur’an’da dua ettiği gibi dua etmek istiyorum: Tanrım, göğsüme ferahlık ver.’’ (Doğu Batı Divanı – Goethe)
Alman filozof Herder, Goethe’nin hayatında bir çığır açarak, onu bambaşka dünyaların kapısını aralamaya teşvik ettiği söylenmektedir. Bir gün Herder ile aralarında geçen bir konuşmada Goethe; “Öyle hikmetli ve güzel sözler kullanıyorsunuz ki kaynağını merak ediyorum,” sözleriyle gizli hayranlığını açığa çıkarmıştır. Herder buna karşılık: “Eğer Alman milletinin böyle bir kaynak kitabı olsaydı, kim bilir ne büyük edipler, şairler yetiştirir, başka dillerin tesirinde kalmazdık. Ayrıca birçoğumuz soyunu unutup yolunu şaşırmazdı,” diye örnek vererek İslam ve Kuran hakkında düşüncelerini Goethe ile paylaşmıştır. Arapça ve İran diline duyduğu ilgiyi, gizli hayranlığı ile pekiştirerek İslam ve Kuran’a karşı eğilim gösteren Goethe, Kuran’ı defalarca hatmetmiştir. İranlı Şair Hafız-ı Şirazi Divanı’ndan oldukça etkilenmiş, Hz. Muhammed’den övgü ile bahsettiği “Doğu Batı Divanı” adlı eserini kaleme almıştır. Hatta ölümünden sonra, Goethe’nin adının İslami hukukta “Muhammed Johann Wolfgang von Goethe” şeklinde değiştirildiğine dair bir sav da bulunmaktadır.
‘‘Mezardakilerin pişman oldukları şeyler için,
dünyadakiler birbirlerini yiyor.’’ (Genç Werther’in Acıları – Goethe)
1832 yılının Mart ayında hayata veda eden Johann Wolfgang von Goethe’nin son sözleri ‘’Işık, daha çok ışık verin bana!’’ olmuştur. Binlerce insanı kaleme aldığı eserlerle etkilemiş, milyonlarca insanın hayat yolculuğuna ışık tutmuş bir sanatçının, sonsuzluğa yürüdüğü son anında aradığı bir ışık huzmesi, insanın eli ermezliğini görüp, özüne dokunacak yeterliliktedir…