Nazi Almanyası’nın Führer’i Adolf Hitler’in saldırgan dış politikasının açtığı yaralar ve izler yıllar geçse de hâlâ o dönemi araştıran, izleyen ve okuyan herkesi şaşkına çevirmeye devam etmektedir. 2. Dünya savaşı sırasında, adını toplama kampı olarak ilan ettiği bölgelerde, her yaş ve cinsiyetten bireylerin zulme tabi tutulması, bir diğer adıyla ‘’Holokost Katliamı’’ tarihte antisemitizme verilecek en korkunç örnektir. Hitler’in dünya üzerindeki Yahudilere karşı izlediği bu ırkçı ideoloji, en az 5.5 milyon insanın ölümüne neden olmuştur.
Dünya da bu olaylar patlak verirken çocukluk döneminden çıkıp, ergenliğe ilk adımlarını atan Anne Frank, faşizmin iğrençliğini tüm safderun duyguları ile on üçüncü yaş gününde kendisine hediye edilen ve Kitty adını verdiği günlüğünde kaleme almıştır. ‘’Aldığım en güzel hediyelerden biri” dediği bu günlüğün ilk sayfasına “Şimdiye kadar kimseye söyleyemediğim şeyleri umarım sana söyleyebileceğim. Dilerim benim için büyük bir rahatlık ve destek kaynağı olursun,” yazmıştır. Bu günlük sadece onun yaşadığı duygulara tanıklık etmekle kalmamış, o dönemde birçok insanın içinden geçmiş olduğu ruhsal ve psikolojik dünyayı da anlayabilmemizde yol gösterici bir rehber olmuştur.
‘’Bu korkunç savaş bir gün mutlaka bitecek ve biz de yalnızca Yahudi değil, insan olacağız!’’
Almanya’da Yahudi diye ayrımcılık görenler için yaşamın gitgide zorlaştığı dönemde, Frank ailesi, Amsterdam’a zorunlu göç etmek durumunda kalmıştır. Burada bir hayat kurmak için çabalayan aile her gün yeni bir kısıtlamanın beraberinde hürriyete karşı olan inanç bağlarını günden güne koparmaya başlamıştır. O günlerde saat 8’den sonra uygulanan sokağa çıkma yasağı, Yahudilerin devlet memuru olma yasağı, ticari varlıklarını ifşa etme zorunluluğu, Yahudi çocuklarının tamamının Yahudi olan okullara gönderilmesi gibi uygulamaya konulan yasa ve yönetmelikler zaten zor olan hayatı, Yahudiler içinde daha da yaşanılmaz kılmıştır.
‘’Herkes uyumadan önce her gece o gün başından geçen olayları bir sıradan geçirip hangilerinin yanlış olduğunu düşünseydi kim bilir dünya ne kadar daha güzel, daha yaşanası bir yer olurdu.’’
5 Temmuz 1942’de Nazi Almanyası çalışma kampı adını verdiği bir çağrıda bulunmuştur. Bu çağrının bir iş çağrısı olduğuna inanmayan Frank ailesi sığındıkları Hollanda’da, baba Otto Frank’ın iş yerinde bulunan gizli bir bölmede saklanmaya karar verirler. İki yıl boyunca Frank ailesine ek olarak 4 kişinin daha konakladığı bu daracık yerde, içlerinde korku ve her an işkencelerle sonuçlanacak bir ölümün pençesinde yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
“Böylesi zamanlarda yaşamak zordur: İçimizdeki idealler, hayaller ve umutlar yaşamın acımasız gerçekleri yüzünden paramparça olur. Hayatımı kaos, acı çekme ve ölüm üzerine kurmam mümkün değil. Dünyanın yavaş yavaş vahşete büründüğünü görüyorum. Bir gün bizi de yok edecek olan fırtınanın sesini duyuyorum; milyonlarca insanın acı çekişini hissediyorum.”
Yaşama dürtüsünün, insanoğlu her ne koşulda olursa olsun ağır basması sebebi ile, iki yıl süren esaretlerinde saklandıkları daracık yerde bile yeni günlük rutinler oluşturmaya başlamışlardır. Anne Frank’ı iyi hissettiren rutinlerin başında günlüğü Kitty’e yazmak gelmiş ve kurguladığı karakterler ile, bir bireyin ihtiyaç hiyerarşisinde yer alan sevgi ve ait olma olgusunu gerçekleştirmeye çalışarak, kendisinin bir arkadaş grubuna sahip olduğuna ve onlarla bir araya gelip dertleştiğine dair bir inanç beslemiştir. Sürekli kapalı ve belli bir ölçü ile çevrili ortamda, dış dünyadan izole olmuş bir biçimde saklanmak zorunda olmanın yarattığı psikolojik sorunların, depresyonların ve yalnızlığın bunalttığı ruh halinden çıkmak için yazmak belki de en akıllıca çözümdür. Anne’de bu fikre yakındır ki durumdan şu şekilde bahseder: ‘’Kağıt, insandan sabırlıdır.’’
Anne Frank iki yıl boyunca yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen 15 yaşında başına geleceklerden habersiz şöyle söylemiştir. “Her şeye rağmen insanların özde iyi olduklarına inanıyorum.” Oysa ki insanlar artık hiçte sandığı gibi özünde iyilik barındırmıyordur. İki yıllık vermiş oldukları mücadelenin sonunda, kimliği belirlenemeyen birileri tarafından saklandıkları yer ihbar edilir ve yakalanırlar. Anne Frank, kardeşi Margot ve annesi Auschwitz toplama ve imha kampına nakledilirler. Tren yolculukları üç gün boyunca devam eder ve bu yolculukta birlikte kampa ulaştıkları yaklaşık 350 kişi vakit kaybetmeden gaz odalarına alınıp, öldürülmüştür.
”Ölüler yaşayanlardan daha çok çiçek alır, çünkü pişmanlık minnetten daha güçlüdür.”
Ne var ki çok geçmeden, Anne kardeşi ile birlikte Bergen-Belsen toplama kampına nakledilir. Bergen-Belsen’de hayat koşulları dünyada vicdanın olmadığına işaret edecek boyuttadır. Yiyecek kıtlığı, hava şartlarının olumsuz etkisi ve tüm kamp genelinde mevcut olan salgın hastalıklar kol gezmektedir. Anne’nin kardeşi Margot çok geçmeden tifüs hastalığı sebebi ile hayata veda eder. Aradan 2 ay geçer ve aynı hastalıktan dolayı Anne Frank’ta daha fazla dayanamaz ve ölür. Auschwitz’deki koşulların ise Bergen-Belsen’den bir farkı yoktur. Anne Frank’ın annesi Edith Frank, bu kampta açlık sebebi ile yaşama gözlerini yumar. Bu savaştan yalnızca baba Otto Frank, Kızıl Ordu’nun kampı ele geçirip alması ile kamptan ve savaştan sağ kurtulur.
“Gerçekler ne kadar ertelenirse, onları kabullenmek de o kadar güçleşir.”
İki yıl boyunca hapsoldukları çatı katında dış dünya ile iletişimlerini sağlayan Otto Frank’ın sekreteri Miep Gies kendisinde bulunan bir emaneti Otto’ya teslim eder. Bu iki yıl boyunca Anne Frank’ın hayali arkadaşı olan günlük Kitty’dir. Baba Frank kızının yazdıkları karşısında dayanamayıp her ne kadar ‘’Onları okuyacak güce sahip değilim,’’ dese de Anne’nin günlüğünde belirttiği isteğine ihanet etmez ve günlüğü yayınlar.
70 dile çevrilen ve tüm dünyayı etkisi altına alan 15 yaşında ki bu kızın öyküsü hala okunmaya devam eden, kurgu içermeyen bir roman olarak raflarda yerini almaya ve 2 yıl boyunca saklandığı yerin müzeye çevrilmesi ile birlikte dünyanın dört bir yanından gelen ziyaretçileri ağırlamaya devam etmektedir.