Dekalog serisinin beşinci filmi olan A Short Film About Killing 21.yüzyılda da bizi hâlâ kendisi hakkında yazıp çizdirtmeye / sorup sorgulatmaya son hızıyla devam ediyor…
Politik hayatından kopmadan senaristliğine devam eden avukat Krzysztof Piesiewicz, yönetmen Krzysztof Kieślowski ile bir araya gelirken Kieślowski, Polonya’daki sıkıyönetim altındaki siyasi gösteri davaları hakkında bir belgesel çekiyordu.
Kieślowski’nin uluslararası alanda en çok beğenilen filmlerini – Dekalog (1989) da dahil olmak üzere- birlikte yazmaya devam edecek olan Piesiewicz, yönetmeni bu belgeselden vazgeçirme çağrısında bulunup şöyle demiştir: “Gerçek dramı mahkeme salonunda göremezsiniz çünkü herkes mahkemede bir rol oynar. Halbuki gerçek dram kendiliğinden var olur.” Bu gerçek göz önüne alındığında, Dekalog’un Piesiewicz’in önceki mesleği ve Kieślowski No End için yaptığı çalışmalarla en yakından ilişkili bölümünün, yani mahkeme salonu sahnesinin tamamen kesilmiş olması şaşırtıcı değildir. Zira filmdeki Genç Jacek ’in (Miroslaw Baka) bir taksi şoförünü (Jan Tesarz) öldürmesini betimleyen dört dakikalık sahnenin ardından sonraki sahne direkt olarak mahkemenin bitimi ile başlar. Jacek avukatı Piotr’un (Krzusztof Globisz) omzunun üzerinden eğilir ve “Bu bittiği anlamına mı geliyor?” sorar ve “Bitti” diye yanıtlar Piotr. Filmde nedeni yüzeysel kalan ölüm eylemlerini birbirine bağlayan süreçlerin seyirciye çok da aktarılmadığını görürüz. Kieślowski ve Piesiewicz bunun yerine, karakterlerin aralarındaki daha geniş ilişkileri araştırmıştır.
Üstüne üstlük bu yaklaşım Kieślowski’nin belirtilen amaçları ile tutarlıdır. Polonya hakkında açıkça politik filmler yapanların aksine, Kieślowski kurgu filmlerinde açıkça politiklik barındıran filmlerden aktif olarak kaçındı: “Filmlerim siyasete karışan insanlarla ilgili olsa bile, her zaman ne tür insanlar olduklarını bulmaya çalıştım.” Dekalog 5’te de yaratılan siyasi ortamın sadece bir arka plandan ibaret olduğunu bariz bir şekilde görürüz zaten. Tüm siyasi ve politik arka planlarına rağmen Kieślowski ve Piesiewicz, filmleri yazarken politikayla ilgilenmediklerini iddia ederek; yaşama dair sarsıcı ve ikna edici psikolojik filmler üzerine çalıştılar.
Hayattaki kararlılık seviyem diyerek Kieślowski, döngünün açıkça en politik filmi olan Dekalog 5’i çekerken bile güçlü bir siyasi açıklama yapmak istediğini sık sık yalanladı. Ancak kendisinin diğer satır aralarında, bunu “bir şiddet biçimi olarak ölüm cezasına karşı” bir film olarak nitelendirildiğini görebiliriz. Dekalog 5, hedef şaşırtan kapsamını bireylerin eylemlerinin ötesinde devletin eylemlerine genişleterek “Öldürmeyeceksin” emrini yetkililere de ibraz eder. Fakat çoğu eleştirmenin de hemfikir olduğu gibi film politik cüretkarlığına rağmen propaganda seviyesine erişememiştir. Ölüm cezasının da şiddete dahil olduğunu açıkça savunan filmde Jacek’in eylemleriyle ilgili açıklaması zayıftır; seyirci onun ölmek istemediğini acınası bir şekilde öğrendiğinde Jacek için üzülürken, işlenen suç aynı zamanda seyirciye bir miktar da Jacek’in cezayı hak ediyor olmasını hissettirir. Bu noktada eleştirmenlerin yorumu ölüm cezasının haksız olduğuna dair sezgileri ateşleyerek daha iyi bir dava kurgulanmış olması gerekliliğidir.
İyi Adam-Kötü Adam ve Işık
Filminden başından itibaren gözler önüne serilen bir kahraman ve bir kötü adam var. Cinayetten önce, Jacek kasıtlı olarak bir arabaya taş yuvarlıyor, bir adamı pisuara itiyor ve aksi halde eğlenmekle uğraşıyor. Bunun aksine Piotr, işe kabulünden önce sözlü görüşmelerde adalet üzerine doğru konuşmalar yapar. Görüntü yönetmeni (Polonya sinemasının diğer devleriyle sık sık işbirliği yapan) Slawomir Idziak’ın ünlü yeşil mercekleri Jacek’in eylemlerini çirkin, neredeyse sarı bir ışıkla seyirciye sunar. Bu ışık altında Jacek’in yüzü ve elleri fazladan kirli kirli durur. Öbür tarafta taksi şöförü yeşil ışıklı fonlarda çekilir ve Jacek ile aynı angarya bir dünyada yaşayıp pek de iyi davranışlar sergilemediği gösterilir. İlk başta bir köpeğe yemek (zehirli midir diye bir ufak sorulanıyor kafada) atarak seyirciyi kazanırken, bir başkasının köpeklerini korkutur ve başka şiddet eğilimli hareketler yapar. Bu eylemler, taksi şoförünün cezalandırılmayı hak ettiğini ve Jacek’in çirkin eylemlerinin geçerliliği hakkında kişiyi ahlaki bir sorgulamanın ortasında bırakır.
Öbür yandan Piotr, başka türlü tanışamayacağı insanları anlamak için avukat olmak istemesi belasız bir hayat yaşadığına yani Jacek’in ‘angarya’ dünyasından uzak olduğu anlamına gelir. Bununla birlikte, film, standart bir ahlak oyununda mevcut olan açık galiplerden yoksundur; zira Piotr açıkça tanımlanmış bir düşmanı olmayan etkisiz bir kahraman görevindedir. Hatta mahkeme sonrasında hakime başka bir avukatın Jacek’i kurtarıp kurtaramadığını dahi sorar. Hakim ise Piotr’a hem avukat hem de insan olarak suçsuz olduğu, ancak başka bir yargıç isteyebilecekleri söylenir. Tüm bu sahne boyunca ne avukatın ne de hakimin idam cezasından yana olduğu gözlemlenir yani hiç kimse, idam cezası yapısını işleyenler bile desteklememektedir.
Özetleyecek olursak taksi şoförü ve Jacek’in ölümlerinin eşleştirilmesi açıkça ölüm cezasıyla ilgili soruları gündeme getirmiştir, ancak Jacek’in sosyopatisi bu ahlaki sorgulamada sorulara net cevaplar verebilmeyi engellemektedir. Film hiç kimseye yardım etmeyen bir kamu politikasının yerinde kaldığını öne süren bir sistem ile seyirciyi bir iç sorgu ile baş başa bırakarak bitiyor.
– … alıntı yapar mısınız?
+ Kabil’den bu yana hiçbir ceza dünyayı iyileştiremedi.