EMRAH ECE İLE BOZKIR HİKÂYELERİ ÜZERİNE – Karaköy Mono

HOŞGELDİNİZ EMRAH BEY,

Türklerin öncelerde ve şimdilerde yaşadığı bir coğrafyada, eski anlatıları toplayıp öyküleştiriyorsunuz. Kitabınızın, giriş kısmında da Grimm Kardeşler’in size ilham verdiğini söylemiştiniz. Edebiyatımızda daha önce sizin gibi bir öykü-masal derlemesi yapanlar var mı ve bu çalışmalar varsa size kitabınızla ilgili bir katkısı oldu mu?

Akademik işleri saymazsak pek yok sanırım. Olanlar da belli bir alanda, örneğin Kazak ya da Kırgız, Uygur veya diğer Türk dilli halkların masallarını, efsanelerini edebiyatımıza yeniden kazandırmıştır ama sanıyorum ki Türk Dünyası’nın hemen hemen her yerinden halk hikâyelerini tek kitapta ben toplamış oldum. Yaptığım iş derleme değil, bir akademisyen gibi saha çalışması yapmadım elbette, bu yüzden kendimi yazardan çok hikâye anlatıcısı gibi görüyorum, yaptığım iş derlenmiş olanları kendi dilimce yeniden anlatmak. Edebiyata kazandırılmış olanlarla değil, kaynağında derlenerek birebir aktarılmış hikâyeleri öğrenip yeniden anlattığım için hazır edebi metinlerin pek faydası olmuyor.

Anladığım kadarıyla, hikâyeleştirdiğiniz anlatılar normalde daha kısalar ve daha okunaklı bir formata çevrilmesi için hikayeleştirilmesi gerekiyor. Bu açıdan, sizi en çok zorlayan şey ne oldu?

Bazen eksik hikâyeleri başka varyantları ile karşılaştırıp tamamladığım oluyor. Örneğin Kazaklara ait bir hikâyenin bir başka varyantı başka bir bölgenin masallarında olabiliyor, zaman içerisinde daha çok hikâye okudukça yeni bir hikâye ile karşılaştığımda eksik kısımlarını fark edebilme yeteneği kazandım sanırım, okuyunca ”bu falanca masalın olay örgüsü ile benziyor” diyerek boşlukları tamamlayabiliyorum.

Anlatıları toplama ve derleme esnasında yaşadığınız, sizi etkileyen ve unutamadığınız bir anınızı paylaşabilir misiniz?

Hikâyelerin yeniden oluşturulmasında değil ama sosyal medyada paylaştığımda çocuklarına gece yatmadan önce hikâyelerimi okuduğunu söyleyen ebeveynlerden çok mesaj alıyorum, bazen öğrenciler hikâye haricinde mitoloji ve hikâye oluşturmaya dair yazdığım yazılardan faydalandıklarını söylüyorlar, hatta bir kardeşim sempozyumda ”Sosyal medyada hikâye anlatıcıları” başlığı altında beni de örnek göstererek sunum yapmıştı. Bunlar onur verici şeyler benim için, bunlar oldukça Dilaver Cebeci’nin ”Benim kalemimden kan değil süt damlıyor / Geceler boyu böyle geleceği emziriyorum” dizeleri geliyor aklıma. Yine de çocuklarına okuyan ailelerin seçerek okumasını ve biraz da yumuşatmasını tavsiye ederim, ben çocuklar için yazmıyorum, bozkırın ve tayga’nın tüm yüzünü yansıtmaya çalışıyorum yazdıklarıma, bunun içerisinde şiddet ve bazen ima ile hafif bir cinsellik de olabiliyor.

Gelecek projeleriniz var mı? Bu anlatılardan bir seri yapmayı düşünüyor musunuz?

Bozkır Hikâyelerini yayınevine teslim ettikten sonra da her perşembe olduğu gibi sosyal medyada anlatmaya devam ettim, bir kitap daha çıkaracak hikâyem var, okuyucuyu çok bekletmeyeceğim, Bozkır Hikâyeleri’nin ikincisi yolda diyebiliriz. Şimdilik niyetim üçleme yapmak ama ömrüm boyunca hikâye anlatacak değilim, yarım kalmış bir roman çalışmam var ona devam edeceğim, sonra belki karşılaştırmalı mitoloji ile ilgili bir kitap daha yazarım. Hedefim şimdilik bunlar, zaman ne gösterecek, okurla daha ne kadar buluşabileceğiz bunu zaman gösterir.

En çok hangi yörenin öykülerini hikayeleştirirken keyif aldınız? Özellikle, şu yöreden, şu öykü diyebileceğiniz gözdeniz hangisi?

Hepsi elbette birbirinden güzel ama ben özellikle Deşt-i Kıpçak ve Sibirya bölgelerinin hikâyelerine bayılıyorum, fantastik unsurlar çok fazla ve Avrupa, özellikle Cermen masalları ile çok fazla benzeşiyor bu da birbiri ile karşılaştırma imkânı sunduğundan çok keyif verici.

Çalışmanız bir bakıma kültürümüz açısından çok önemli bir çalışma. Diğer coğrafyalarda, geçmişte anlatılagelmiş birçok hikâyeyi gençlerle ve şimdiki nesille buluşturma çabası aslına bakarsak. Bozkır Hikâyeleri için beslendiğiniz bir kaynak ya da bir kişi var mı özellikle?

Özel bir kaynak yok, akademik makaleleri tarıyor, beğendiğim hikâyelerin üzerinde çalışıyorum. Hikâyelerin mantığını daha iyi anlamak için ise elimden geldiğince Jung, Freud, Otto Rank, Joseph Campbell vb. okumaları yapmaya çalışıyor, kahraman ve hikâye kalıpları, arketipler üzerine incelemeler yapıyorum.

Yazmaya hevesli, hayallerini kâğıda dökmeyi seven ve isteyen genç kalemler için tavsiyeleriniz nelerdir? 

Yazan insanın öncelikle kendine sorması gereken soru ”Yazmalı mıyım gerçekten?”  sorusudur bana kalırsa, cevabı gönül rahatlığı ile ”evet” ise yazdıkları şeyleri başkalarının beğenisine sunmadan önce kendileri beğenmeliler, güzel olduğunu düşünüyorlarsa başkalarının beğenmesi daha kolaydır. Yazabilen birisi için benim tavsiyemin bir kıymeti yok, zaten kalem yolunu bulur. 

Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.

 

Röportaj: A. Emre Aladağ