DÜNYAYA AÇILAN KAPI
Gayrimeşru bir çocuk olarak dünyaya gelen Emma Reyes; daha önce babasını hiç görmemiş ve annesi Maria Hanım tarafından duygusal bağlardan yoksun, kötü şartlarda ve özgürlüğünden mahrum bırakılarak hayata başlamıştı. Maria Hanım’ın ailesi ya da özel yaşamı hakkında hiçbir bilgiye sahip değildi. Onunla olan tek ilişkisi vardı o da, nedenini hiçbir zaman sorgulamadan onun emirlerine itaat etmekti.
Hayat boyu yakın bir bağ kurabildiği yalnızca ablası Helena olmuştu. Yaşadıkları eve gelen yeni üyeler gibi Helena ve Emma’da bir gün anneleri Maria Hanım tarafından terk edildi. Nereden geldiklerini, nereye gideceklerini ve meraklı gözlerin arka arkaya sıraladıkları soruların cevaplarını dahi bilmeyen bu iki kızın yolu; çocukların refahını göz önünde bulundurmayan bir Katolik Manastırına düştü. Emma Reyes’in küçük yaşta hayatının dönüm noktası olan bu yer, şeytan korkusu hakimiyetinde ve tek amacı ondan gelecek kötülüklerden kaçınmak üzerine kurulu olan bir düzene sahipti.
‘’Bizi dünyadan ayıran birinci kapı, üç anahtar kilidi, iki büyük asma kilit, bir zincir ve iki adet kalın çubuk tahta ile kapatılıyordu.’’
İnsan özgürlüğüne dair hiçbir şey yansıtmayan bu yerde Emma, çocuk kalbinin yaşattığı umutlardan ve saflığından hiçbir şey kaybetmemişti. Hatta bir gün manastırda anlatılan Çocuk İsa’nın öyküsünden kardeşi Helena ile birlikte o kadar etkilenmişlerdi ki, saatlerce Çocuk İsa’yı görebilir miyiz diye gökyüzüne bakıp, en sonunda çok küçük oldukları için göremediklerine kanaat getirip bir ağaca tırmanmaya karar vermişlerdi. Rahibeler aşağıya ilk indirdikleri sırada ne kadar dövseler de işin aslı öğrenildiğinde ‘’küçük melekler’’ diyerek bağırlarına basmışlardı.
‘’Günaha girmiş olduğumuz için bizi bırakacaklarından korkuyorduk. Neydi günah? Günaha giren kızları alıp götüren şeytan, kimdi bu şeytan?’’
Vaftiz olduklarına dair herhangi bir kanıt bulunmayan kardeşler hakkında herkesin tek bir düşüncesi vardı: ‘’Ruhlarını günahtan kurtarmak.’’ Emma ve Helena günlerinin büyük bir çoğunluğunu; günah, şeytan, cennet, cehennem, günahlardan pişmanlık duymak, evini açan ve onları kabul eden Bakire Meryem’e minnettar olmaktan bahseden rahibeleri dinlemekle geçiriyor ve tüm bu anlatılanlar onlar için hiçbir şey ifade etmiyordu. Olaylar sadece yalnızlıklarının derinliğini ve şefkatten yoksun olmanın ne olduğunu yüzlerine vuruyordu. Manastır ile aralarındaki iletişimsizliği kapatabilmek için öyle büyük bir savaş veriyorlardı ki, her gün farklı tabirlerle canlandırılan gerçekçi cehennemden kaçınmak için anlamını hiçbir zaman bilmedikleri ama ezberlemek zorunda oldukları Latince duaları, öğretilen tavır ve tonla okumaya devam ediyorlardı. Yaşamlarının dışında akıp giden ve dış dünyaya dair hiçbir şey bilme hakları yoktu. Ruhlarını kurtarmak ve yiyip içtiklerini kazanmak için günde on saat çalışmaları gerekiyordu.
‘’Dünyaya adımımı atmadan evvel, uzun bir süre önce çocukluktan çıkmış olduğumu anladım.’’
Emma Reyes bir cumartesi günü Rahip’e kahvaltı götürmek için odasına girdi ve masaya yavaşça tepsiyi bıraktı. Tepsiyi bırakırken yardım etmek için yanına yaklaşan Rahip’in iğrenç ellerini bir anda üzerinde dolaşırken hissetti. Ne olduğunu anlayamadan, ne yapacağını kestiremeden birden tepsiyi eliyle yana doğru itti. Çıkan sesin şiddetinden dolayı odadaki tüm rahibeler endişeyle koşarak odadan kaçıştı. Rahip, korkmuş genç kızın arkasından çekilmeden hemen önce öyle bir hızla itti ki, Emma kafasını çarpıp yere yığıldı. Manastır girişinde bulunan küçük ve boş bir odayı – kimsenin ayak altında olmadığı – hazırlayan rahibeler, 10 yıldır göstermedikleri şefkat ve ilgiyi göstermeye başlamışlardı. Küçük hediyeler karşılığında Emma’ya, arkadaşlarına hiçbir şey anlatmaması gerektiğinden, anlatırsa günaha gireceğinden ve cezalandırılacağından söz ettiler. Bu bahtsız olayın ardından yaraları iyileşen Emma Reyes, kısa bir süre sonra ise manastırdan kaçtı. Kendi hayatına sahip çıkabilmenin, dünyaya açılan kapının arkasında olduğunu biliyordu. Milyonlarca kilitli kapı ardında, sesi hiç duyulmayan milyonlarca kişi olduğuna emindi. Neyse ki Emma Reyes diğerlerine göre biraz daha şanslı sayılırdı. Dünya edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olan arkadaşı Gabriel Garcia Marquez, anılarını kaleme alması için cesaretlendirmişti. Böylece Tanrı adına yapılan hayırseverlik adı altındaki uygulamaların gerçekleştiği kurumlarda, özgürlüklerinden mahrum edilen insanların yaşamlarından çeşitli kesitler aktaran yüksek bir ses olmuştur…
Not: Kitap, temmuz ayında Paris Yayınları etiketiyle çıkmıştır. Bu çok değerli kitap, yazarın ülkemizde yayımlanmış tek eseridir.