TÜM REALİZMİ İLE KENDİNİ TEMSİL ETMEK…
Oğuz Atay içimizden biridir, kendimizdir. Bu nitelendirme her okurda filizlenmiştir muhakkak. Eserlerinde her türlü insanın yanında olmayı başaran yazar, estetik düzlem doğrultusunda kitaplarını ruh ortaklığı ile yazmıştır.
Atay, kahramanlarının arasına girdiği gibi aklından geçenleri de okuruyla içselleştirir. Mamafih karakterlerine kendi kimliğini kazandırıp içimizden biri olmayı başarmıştır. Hayatın bir takım kaçınılmazları, basit gerçekleri, sürgün izleri yazarın kalemine ustaca yerleşip, metinlerinde bizi misafir etmiştir…
Atay’ın ilk hangi kapısından girdiğinin pek önemi yoktur. Eserlerindeki kendine has üslubu dolayısıyla eserlerinin her biri, bir diğerine kışkırtır.
1972’de yayımlanan “Tutunamayanlar” ilk sayfasından son sayfasına kadar eğretileme gücünü elinde tutar. Bu Atay’ın mizacıdır.
Atay bireyin sorunlarını önemli bir yerde tutarak haritasını çizdi; dünyayı, Türk topluluğunu şekillendiren kapitalist sistem içinde metinlerinde ruh, beden yarattı. Günlüğünde Türk insanının temel problemlerini öngörerek, problemlerin temelinde dini, idari, sosyal ve kültürel yapılar bulunduğunu düşünür…
1973’de yayımlanan “Tehlikeli Oyunlar” düşle gerçeği aynı potada eriten bir metindir.
Hikmet karakteri anlaşılmamaktan, görünmemezlikten yakınır. Kitabın bir kısmında şöyle geçer: “Beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, yaşarken anlaşılmaya mecburum.”
Bu Hikmet’in ağzından tüm insanlığa karşı bir başkaldırıdır. Burada okuru derinlemesine sarsıntıya iter, inceden ruha dokunur.
Bu düşüncenin için de kaybolan Hikmet, hayallerinde başka bir kapı açıp, düşsel olarak var ettiği kişilerle anlaşmayı kafasına koymuştur…
ÖMRÜ VEFA ETSEYDİ, “TÜRKİYENİN RUHU” DÜNYANIN RUHU OLABİLİRDİ.
Atay’ın hastanede son günlerinde “Türkiye’nin Ruhu” üzerine notlar aldığı bilinmekte. Eğer ömrü vefa gösterip, eserini tamamlayabilseydi ki günlüğünde de yazdığı gibi; kişilerin iç dünyalarını terk edip, dışarı çıkmaya meyilli ve bundan çekinmeyen insanlar yaratmaktı hedefi.
Selim, Çoşkun, Hikmet gibi tutunamayanlar olarak tanıdığımız kimseler; halk içinden bulunarak yeniden icat edilecekti belki de “Türkiye’nin Ruhu”nda.
Atay günlüğünde kahramanı Hikmet’i Anadolu’ya gönderip kendisinin de Anadolu yolculuğu yapma isteğinden bahseder. İnsanlar ile ilişkisini inceleme yolunda olan Atay, bu yolculuğu yapma isteğinin nedenlerini şu şekilde ayrıntılıyor: “Ben kendimi onlarla yakın ilişkiler kurmuş bir insan olarak düşünürüm. Sonra arkamdan olmadık düşmanca, hissiz, soğuk ve kötüleyici sözler edildiğini duyarım.”
Atay’ın insanlarla ilişkisini inceleyen, sorgulayan ve kafasına yerleşen tüm sorunları önümüze düşüveriyor böylelikle. Bu bir çeşit Tutunamayanlar’ın biyografisidir.
Atay’ın kafasında canlandırdığı, “Türkiye’nin Ruhu” bu sorunlar temelinde kayda alınarak, gelecek zamana ulaşmayı da hedeflemiştir. Ve şu da atlanmamalı elbette; Bir Bilim Adamının Romanı ve Oyunlarla yaşayanlar “Türkiye’nin Ruhu” taslağı olarakta yorumlanıp, belli yazarlar tarafından incelenmeye tabi tutulmuştur.
YAZARKEN BAŞKA BİR KAYNAKTAN ESİNLENDİĞİ YAHUT ESİNLENMEDİĞİ HÂLÂ TARTIŞILMAKTADIR.
Atay’ı yüzeysel algılamak tartışmaya yol açabilir elbette. Lakin inceleyen, düşünen bir fikir adamı olarak bize kendisini tanıtan Atay, geniş bir bilgi ile kültürün üzerinde dolaştığı romanlarında konu, sembol, karakter gibi herhangi bir unsurun yetisinde rol aldığı, önemli yazar ve düşünürler olduğunu günlüğünde apaçık ortaya koymuştur.
En çok andığı yazar büyük dehalardan biri olan Dostoyevski’dir. O, müthiş gözlem gücü, yazma kapasitesiyle insanın kaderinin tasvircisidir.
Daha çok esinlendiği yazarlar arasında, Kafka’yı saymak çok önemli. Nitekim ruhumuzun inceliklerini nevrotik duygulara yer vererek kendi kimliği ile öne çıkarmıştır.
Tüm bu özellikleri, Oğuz Atay’da da görmemiz kaçınılmazdır.
Yazan: Nuray Mina