DENİZ YILMAZ: İNSANLARIN HİKÂYELERİNİ DİNLEMEK İSTEYEN BİRİYİM – Karaköy Mono

Sevgili Deniz seni uzun zamandır sosyal medyada ve bloğunda takip ediyorum, birlikte bu sohbeti yapmak çok keyifli ve tabii sana en çok İstanbul’u sormak istiyorum.? Öncesinde blog ve yazı, seyahat, hepsi senin için nasıl başladı merak ediyorum, biraz bahseder misin?

Çok teşekkür ederim öncelikle .☺ Seyahate olan tutkum epey küçük yaşlarımda yeşermeye başladı sanırım. Babam yoğun çalıştığı için sadece belirli zamanlarda seyahate çıkabiliyorduk. O zamanlar çocukken iple çektiğim anlardı. Arabaya atlayıp uzun saatler yolda gitmek, başımı pencereye dayayıp yoldan geçen sürüleri izlemek, ay çiçeği tarlalarına bakmak ve arkada sürekli çalan Zülfü Livaneli, Ruhi Su şarkılarını anlamaya çalışmak aklımda en çok yer edenler… Bir de şu anda dönüp o günleri düşündüğümde, gözümün önüne filmli makinalar, antik kentler ve burnuma kolonya kokusu geliyor.  

Aradan yıllar geçip “büyüyünce” tek başıma seyahatlere çıkmaya başladım. İlk yalnız gezimi hatırlıyorum; 19 yaşındaydım. Uçağa binip, bambaşka kentler görecek olmak o kadar heyecan veriyordu ki bana. Hâlâ da veriyor. Hatta şöyle söyleyeyim uzak bir yer olmasına bile gerek yok. Kendi kentimde bile sürekli gezen, merak eden, insanların hikâyelerini dinlemek isteyen biriyim. 

Sosyoloji bölümünden mezun olduktan sonra, gezilerime biraz daha profesyonel bir sayfa eklemek istedim. Gezip yazılar yazmak, fotoğraflar çekmekti hayalim. Sonra bunu yurtiçi ve yurtdışı dergilere sağladığım içerikler izledi. Fakat hiçbir zaman iş gibi gelmedi bana, çok severek yaptığım bir şey olduğu için belki de. Ve bir yandan düşününce de tek başına maddi anlamda yetmesi oldukça zor bir alan; artık dergiler kısıtlı, telifler ülkemizde çok düşük. Marka iş birlikleri veya projeler olmadan tek başına yaratıcılık bir değer taşımıyor ne yazık ki. Bu yüzden aynı anda başka işlerle de uğraşmak ve gezmeyi, fotoğraf çekmeyi olabildiğince “tutku, zevk” duygusunda bırakmak durumunda gibi hissediyorum.

Seyahat yazarları sanki hep bir kitapta anıları toparlarlar. ? İlerisi için senin de böyle bir planın var mı?

Kesinlikle var. Çok sevdiğim; hikâyesi bana çok dokunan yerler oldu. Buraları anlatmak istiyorum. Fakat yıllardır görmeyi hayal ettiğim birkaç yer daha var. Oraları da gezebilirsem, bu projeyi öyle gerçekleştirmek isterim. 

İstanbul’u senin gözünle ve rotanla gezmek harika, tüm paylaşımlarını çok seviyorum. En son ‘Masumiyet Müzesi’ üzerinden bir rota oluşturdun, biraz bundan bahseder misin? Nasıl bir yolculuk bu? Seni nerelere götürdü?

İstanbul’u çok seviyorum. Bunun hayalperest, biraz nostaljik ve romantik bir insan olmamla da alakası var sanırım. Çünkü İstanbul’u sevebilmek için hayal kurmasını, geçmişini her an gözlerin önüne getirmesini bilmek gerekiyor. Çok bozuldu, çok değişti birçok şey. Fakat bir yanıyla da hâlâ o eski İstanbul. Gerçekten “görmesini” öğrendikten sonra şehrin her yeri ayrı bir güzel geliyor; buna inanıyorum. Bu yüzden elimdeki her fırsatta semtleri geziyorum. Bazen kitaplar eşlik ediyor bana, bazen de filmler. Masumiyet Müzesi’ni, bir rota kurgularken seçmemdeki sebep ise içinde sevdiğim İstanbul’un olmasıydı. Nostaljik dokuların eşlik ettiği bir kent vardı o kitapta; eski eşyalar, loş ışıklı sokak lambaları, pasajlar, parklar, balık restoranları… Fakirlik de vardı, zenginlik de. Aynı İstanbul’un kendisi gibi. Cihangir’i, Teşvikiye’yi gezerken gördüğümüz katmanlar, Fatih’in semtlerini gezerken, ya da Ahırkapı’nın arka sokaklarında gördüklerimizden nasıl farklıysa kitapta da öyle bir gerçeklikle verilmişti detaylar. Bu durumu sevdim ve açık bulduğum tüm mekanları kitabın izinden gezmeye başladım. Aylar sürdü ve güzel bir içerik çıktı ortaya bence.  

Kaç ülkeyi ziyaret ettin? En sevdiğin hangisi ve hangisi için yazdığın yazın, bizimle paylaşmanı istesem.?

Bugüne kadar 30 ülkeyi ziyaret ettim. Sayısını da şuradan biliyorum; her yeni bir ülkeye gidip geldikten sonra toplu iğne saplıyorum bir haritamın üzerine. ☺ Onları sayıp not etmiştim pandemi öncesinde. 

İçlerinde en sevdiğim diyebileceğim bir sürü yer var aslında. İtalya’nın güneyi, Güneydoğu Asya, Meksika ve Romanya’nın Transilvanya bölgesindeki köyleri gibi. Fakat beni en çok etkileyen Küba oldu. Bunun, Kübalılarla ilgisi var diye düşünüyorum. Keşke her bir hissimi buraya dökebilsem… Biraz uzun sürebilir. Fakat kısaca şunu söyleyebilirim: Küba’nın turistik görünen yüzüne sırtınızı döner de insanlarıyla iletişime girer, onlarla yer, içer, onlardan hikâyeler dinlerseniz bu ülke bambaşka bir tat verecektir.

Havana için yazdığım yazıyı paylaşabilirim; blog’umda “Mutluluğun Resmi Havana” başlığından okuyabilirsiniz. (denizyilmazakman.wordpress.com)

Şu sıra pandemi nedeniyle uzun bir ara verdik maalesef, yine İstanbul’ da sakin yerlerde kendi çizdiğin bir yolculuk devam ediyor gibi. Pandemide İstanbul’da gözlemlediğin kadarıyla en çok neler dikkatini çekti?

Pandemi resmi olarak var denildiğinde, bir yazı için Viyana’ya gönderilmiştim. Beethoven’ın 250.yaşı temasında şehri bestecinin izinden gezecek, bu konu üzerine bir yazı yazacaktım. Tam o esnada her şey durdu; bir anda kafeler kapandı, müzelere kilit vuruldu. Mart 2020’deydi bu son yurtdışı gezim. O tarihten beri de hiç gitmedim ülke dışına; daha çok Ege’yi gezdim, İstanbul’un daha önce yeteri kadar vakit ayırmadığımı düşündüğüm Ayvansaray, Zeyrek, Suriçi -Kadırga, Kumkapı gibi bölgelerini dolaştım. 

Bu esnada en çok dikkatimi çekense insanların sohbete aç olmasıydı. Kahvehaneler en sevdiğim yerlerdir; buralarda vakit geçiririm ve bu mekanların sadece erkeklere ait olduğu düşüncesine karşıyım. Örneğin; buralar kapandığında, aynı yüzler bir baktım bu sefer de aynı sokağın köşesinde bir araya geliyor, ellerinde karton bardakta çayla sohbet ediyorlar. Bir berbere merhaba diyorum, hatır soruyorum uzun uzun konuşmak, anlatmak istiyor. İnsanlar gerçekten yalnızlaşmaktan çok korktu bence bu sürede. Hâlâ da korkuyor. Özellikle yaşı biraz ileri olanlar. Bir de mekân işletmecileri, esnaflar gerçekten çok umutsuz… Herkesin işi çok zor. Tam bir sıkışmışlık hissi, geriye dönemiyor, ileriye gidemiyor bu durumun geçmesini bekleyip duruyorsun. 

Bir yola çıkmadan önce en çok neler seni çeker, gideceğin yerleri nasıl seçiyorsun, önceliğin var mı bu konularda?

Yola çıkmadan önce araştırma yaparken, daima önceliğim oranın kültürü oluyor. Geleneklerini koruyan bir bölgesi var mı? Değişik adetleri, ritüelleri var mı? İnsanlar (oralılar) nasıl yerlerde bir araya geliyor? Bunları araştırıp gitmeden önce mümkünse yerli birileriyle iletişime giriyorum. Oraya gidince, o dilde günlük birkaç cümle öğreniyorum. İnsanlarla iletişim benim için önemli. Yoksa hiçbir zaman gideyim müzeleri, sokakları, galerileri gezip döneyim kafasında olmadım. Öyle olunca sanki gezim eksik kalıyor gibi. Eğer bir yere birden fazla gitmişsem de bu sefer çok fazla insan aramam; tarihi kafelerini araştırıp, oturup uzun vakit geçireceğim yerler bulmaya çalışırım. Şu anda yazarken bu duyguyu nasıl da özlediğimi fark ettim! Bir kafede oturup bir şarap eşliğinde kitap okumak, yan masaları gözlemlemek…☺

Ayrıca sanatla beslenen, üreten bir yanın da var? bu harika. Kâğıt Sanatı olarak biliyorum, biraz bahsedebilir misin nasıl başladın? Neler yapıyorsun?

Kağıt sanatına 2012’de başladım eşimle beraber. O zaman eşim değildi tabii… Birlikte kâğıt heykeller yapmaya başladık. Tamamen eğlencesine olan bu uğraş zamanla işe dönüştü. Eşim 2015’te çalıştığı mimarlık ofisini bıraktı ve birlikte şirket kurduk. Kâğıt ile figürler, sahneler, fotoğraf çekimleri için fonlar vs. yapıyoruz. Bu kağıttan dünyalar stop-motion videolarda, animasyon çekimlerde, pop-up bir sahnede kullanılabiliyor. Anlatınca bazen kafada pek canlanmıyor o yüzden en iyisi Instagram’da @papieratelier hesabını vereyim. Ayrıca, büyük boy enstalasyonlar, heykeller de yapıyoruz. Hepsi sadece kağıt kullanılarak yapılıyor. 

Sanatın bu çoğaltan yanını çok seviyorum, senin de bir sergi belki, ilerisi için düşündüğün bir şeyler, ( hatta çektiğin fotoğraflardan oluşan bir sergiyi de hayal ediyorum ben) ? ilerisi için neler düşlüyorsun?

Fotoğraf sergisi pek aklımdan geçmiyor, fakat birkaç senedir kafamda dönüp duran bir fotoğraf projesi var. Belgesel fotoğraflar çekerek, bir bölgeyi (şimdilik sürpriz) oranın insanlarının hikâyesiyle anlatmak. Belki sonra bu bir kitap olur, kim bilir.

Ve bununla birlikte pandemi bitince gitmek istediğin ya da ertelediğin yerler nereler? İnanıyorum o günler yeniden gelecek.?

Gitmek istediğim yerlerin en başında Japonya ve Güney Amerika geliyor. Ülke içinde de uzun zamandır istediğim bir Hakkâri gezisi var. Ona da sanırım onca yol gitmişken, Siirt, Bitlis, Van, Ağrı eşlik eder. Umarım bu hayalim gerçekleşir.İnsan hikâyeleri, seyahatler ve sanat… Hepsi içinde kendi hikâyenden de yola çıkarak okurlara tavsiyelerini istesem, belki bir film bir kitap, bu aralar neler, hangileri olur?

İstanbul’u detaylı gezmek için John Freely, Çelik Gülersoy, Ara Güler ve Turgay Tuna kitapları. Kanal kentleri ve Berlin’i sevenler için Demir Özlü kitapları. İnsanı anlamak, yolda yürürken yanımızdan geçip giden herhangi bir insana ait olabilecek hikâyeleri okumak, insan doğasını özümsemek için tüm Sait Faik kitapları. İlginç bir fotoğrafçının hayatını anlatan: Finding Vivian Maier belgeselini, kentleri sanatçıların izinden gezerek anlatan eski bir belgesel serisi: Kentler ve Gölgeler’i tavsiye ederim. Bir de diyalogları ve yine insana dair söyleyecek çokça sözü olan Nuri Bilge Ceylan filmlerini. 

Güzel sohbetini karşılıklı yapacağımız günleri iple çekiyorum, çok teşekkür ederim vakit ayırdığın için, sevgiyle…