Fernando Castets: Toplumu yansıtan filmlere hiçbir zaman inanmamışımdır – Karaköy Mono

Fernando Castets, Buenos Aires’li senarist ve yönetmen. Aralarında Ricardo Darin’in başrollerde oynadığı Gelinin Oğlu (2001), Kâğıt Kuşlar (2010) gibi Türkiye’de gösterime girmiş filmlerinden Türk sinemaseverlerin tanıdığı bir isim. 25 Mart doğum günüydü. Türk sinemaseverler olarak röportaj aracılığıyla doğum gününü kutladık! İyi ki doğdun Fernando! (¡Feliz cumpleaños Fernando!)



Filmlerinden dört tanesi Türkiye’de gösterildi. Arjantin sineması için büyük bir başarı sayılabilir, tebrikler! Bu filmlerden Türkiye sence nasıl bir Arjantin’i görmüş ya da tanımış oluyor?

Bu büyük başarının Arjantin sinemasının mı yoksa Arjantin korsan kurgu teknikleriyle çekilmiş filmlerin büyük başarısı mı olduğundan pek emin değilim. Her ne şekilde olursa olsun sonucun başarılı olması ve Arjantin sinemasının dünyaya yayılmasını görmek bizleri mutlu ediyor. Sadece Arjantinli olarak değil yazarlar, sanatçılar olarak eserlerimiz aracılığı ile diğer kültürlere kendimiz göstermeliyiz. Ayrıca Arjantin televizyonları prime time’da sürekli Türk dizilerini izlemek zorunda kaldığımız için bunu iki ülke arasında dengelememiz lazım… ha ha!

Filmlerimde hiçbir zaman Arjantin’i temsil etmek gibi bir amacım olmadı. Böyle bir amacın olması çok stresli ve bu stresten dolayı eminim ki başarılı bir sonuç vermezdi. Kendi filmlerinde de yaşadığım toplumu her ne kadar farkında olmadan yansıtıyor olsam da toplumu yansıtan filmlere hiçbir zaman inanmamışımdır. Juan Campanella ile yaptığımız üçleme planlanmamış bir üçleme olarak ortaya çıktı. Bir film bile yapmanın zor olduğu ülkemizde üç film yapmayı sen düşün!

Aynı Aşk, Aynı Yağmur filmi bir adamı ve aşkını konu alıyor. Kız Arkadaşın Oğlu bir adamı ve ailesini. Fındık Tarlasındaki Ay ise bir adamın toplumla olan ilişkisini ele alıyor. Bu sözleri filmleri yaptıktan ve üzerinden bir süre geçtikten sonra söylüyorum. Eğer birisi Arjantin toplumuna biraz yaklaşmak ve nasıl olduğumuz hakkında fikir sahibi olmak isterse bu üç filmimi önerebilirim. Eskiden beri ve hâlâ çok eğlendiğim Commedia all’italiana tarzında dramatik komediler: Dramatik hikâyeleri, acılı anları, hiciv bakış açısını kaybetmeden yansıtmak… Birey, grup ve toplum olarak kendime ve kendimize bakmayı sevdiğim bir cam bu…

Borges İstanbul’a üç günlük bir gezi yapmıştı. Kısa film senaryosu olarak Borges’in bu üç günlük ziyaretini nasıl kurgulardın?

Bu kısa filmi eğer yapabilseydim üç günde yapardım ama eğer Borges Hoca İstanbul ve Türkiye üzerine sadece üç gün ile fikrini belirtmeyeceğini söylemişse bir de beni düşün! Böyle bir şey için öncelikle birkaç gün şehrin labirent sokaklarında (çünkü Borges ve labirent ilişkisi çok güçlü) kaybolmak, halkla konuşmak, seslerini duymak, kokularını koklamak, yemeklerini tatmak… Borges’in İstanbul’da duyduğu ve yumuşak bir Almanca’ya benzettiği İstanbul lehçesini hissetmeye çalışırdım. Daha sonra İstanbul’a bu deneyimlerle tekrar dönüp ikinci bir keşifle yapmaya çalışırdım. 

Romanların sinemaya aktarılması ile ilgili ne düşünüyorsun? En sinematografik Arjantin romanı hangisi sence?

Bu günlerde edebiyat tarih ve karakterler bakımından görsel dünya için inanılmaz bir kaynak oluşturuyor. Ama bir film roman değildir, hadi bakalım ne kadar yeni bir şey söyledim! Kayısıyı sandalyeyle kıyaslamak gibi. Olağanüstü biçimde sinemaya aktarılmış küçük romanlar gördüğüm gibi büyük romanların sinemaya ne kadar kötü aktarıldıklarını da gördüm. Okuyucular gibi zaten var olan roman hikâyelerinin kendi sesleri ve karakterlerini biz de sanki yeni bir özellikmiş gibi sunuyoruz. Ve çoğu zaman bunların neye dönüştüklerini görmek bizi hayal kırıklığına uğratıyor. Çünkü okuduğumuz ve zevk aldığımız hikâyeyi kendi karakterimiz ve iç dünyamıza göre oluşturuyoruz. Bir filmin ve romanın aynı şekilde bizi etkilemesi oldukça istisnai bir durum. 

Mesela ben Umberto Eco’nun yazdığı Gülün Adı romanından ve Jean-Jacques Annaud’ın yönettiği filminden aynı lezzeti aldığımı söyleyebilirim. Filme aktarılması kolay olmayan bir romandı. Bu yüzden dört senaristle filme adaptasyonu gerçekleştirildi. Ama romanından çok etkilenip filminden hayal kırıklığına uğramış kişilerle karşılaşıp “Ne bekliyorsunuz? Bir saat Latince konuşulmasını mı?” diye soruyordum. Sinema, detektifvari tarihi ile Sean Connery ve Guillermo de Bakersville karakterleri ayrıca Murray Abraham’ın Bernardo Gui karakterini canlandırmaları hayal ettiğim gibi oldu. 

Borges anısına filme aktarılan Jorge de Burgos’u da çok beğendim! Romanından zevk aldığım kadar filminden de zevk aldım!

Sorunun diğer bölümüne cevabım hangi Arjantin romanının en çok sinematografik olduğunu bilemiyorum. Öncelikle emin olduğum Borges’in eserlerinin uygun olmadığı. Ha ha ha! Eğer Borges roman yazmış olsaydı nasıl olurdu? Sonsuza kadar çözülemeyen gizem. Bazen Borges’in Seis Problemas Para Don Isidro Parodi (Isidro Parodi için Altı Problem) kitabının filmini değil de altı bölümlük bir dizi olarak yapmayı düşündüğüm oldu. Ama bu ayrı bir konu. 

Osvaldo Soriano’nun romanlarından büyük zevk aldım ve bütün romanları sinemaya aktarılmayı hak ediyor (bazılarının filmi yapıldı). Günümüzde birçok yazar var ama istisnalar dışında daha çok kısa öyküler, hikâyeler ve kalın olmayan romanlar yazıyorlar. 

Bunların birçoğu ekrana aktarılabilir ama maalesef kısalar. Pedro Mairal’in La Uruguaya (Uruguaylı Kız) romanı Hernán Casciari’nin yeni ve farklı bakış açısı ile filmi çekilecek. Casciari’nin kendisinin de bir romanı var ama başlangıçta blogta yayınlandı (Más Respeto Que Soy Tu Madre: Saygılı Ol, Annenim). Çok beğendim ve olası bir film olarak bakıyorum. 

Sinemaya aktarılan birçok roman tekrar ziyaret edilip filmleri tekrar çekilebilir. 

Arjantinli/Buenos Airesli bir sinemacısın. Ama İspanya ve Brezilya’da da filmler çekiyorsun. Yılın belli bir bölümü Madrid’de dersler veriyorsun. İspanyol ve Arjantin sineması arasında çok fark var mı? Netflix dizilerinde pek fark edilmiyor (en azından Türkiye’den).

Arjantinli’den daha çok Buenos Airesli hissediyorum kendimi. Ama ülkem dışında çekilen diğer Arjantin filmlerinden de büyük gurur duyuyorum. Türkçe alt yazılı olan Kâğıttan Kuşlar filmim en sevdiklerim arasında ve büyük keyifle yaptığım filmlerden. Bu filmi tekrar izlemek zorundasın Nesrin! Arjantin ve İspanyol sineması arasında konu, tarz gibi değişiklikler var. Ama İspanyol sineması konu açısından daha çok seçeneği olduğu için bize göre çok daha zengin. Tarihi filmler (çok derin ve güçlü bir tarihe sahip olan İspanya özellikle, son yüzyıl… binlerce konu!), korku-komedi, bilim-kurgu, macera, romantik, animasyon… zenginliği çeşitliliğinden kaynaklanıyor. 

Konuşma telaffuzu ve diğer konuşma özelliklerinin farklılıklarından başka İspanyollar, Arjantinlilerin çok ve sert konuştuklarını; Arjantinliler de İspanyolların çok ve sert konuştuklarını söyler, ha ha… Her ne kadar İspanya, Avrupa ve Arjantin Latin Amerika ülkesi olarak ayrılmış olsa da düşündüğümüzden daha çok benzediğimizi görmek hoşuma gidiyor. 

Bir de Arjantin sinemasında Buenos Aires’te (başkenti, en büyük şehri, gibi) çekilen filmler ile diğer şehirleri arasında çekilen filmler arasında çok büyük farklılıklar var. 5000 km uzunluğunda tropikalden Antartika soğuğuna kadar uzanan bir ülke. Bu uzunlukta sosyal ve kültürel olarak bir sürü farklılıkları da barındırıyor. Büyük sosyal ve kültürel farklılıklara rağmen Buenos Aires bir kere de tüm bu farklılıkları bir anda gürültüyle, çığlıkla anlatıyor. Aldığı göçlerden dolayı inanılmaz biçimde kozmopolit, Güney Amerika’nın zorluklarını ve zıtlıklarını bir arada yansıtan dünyanın önemli megapol şehirlerinden. Çok etkileyici! Bu şehirde yapılan filmler bütün Arjantin’i temsil etmiyor. Eğer Arjantin sinemasından hoşlanıyorsan sadece Buenos Aires filmlerini değil, diğer bölgelerinin filmlerini de keşfetmeni kesinlikle tavsiye ediyorum. 

Çok teşekkürler! Yakında görüşmek üzere!

Hazırlayan: Nesrin Karavar