TİTANLARIN DÜŞÜŞÜ, DEVLERİN DÖNÜŞÜ – Karaköy Mono

“Mutluluk çok fazla şey gerektirmiyor aslında, kendi içinde bir sonuçtur mutluluk. Mutsuzluk ise, başka bir şeye dönüştürülmek, güzelliğe yükseltilmek zorundadır. Sanatçı için, kendisinin başına gelen her şey, kalıplandırıp şekil vereceği bir çömlektir. Sanatçı, her şeyi bu yönde hissetmeye çalışmalıdır. Bu sunulanlar gaddarca olsa bile…” Jorge Luis Borges*



2022’nin Kasım ayında, 26. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında izlediğim, Yunan yönetmen, koreograf ve oyuncu Euripides Laskaridis’in 2017 tarihli Titanlar oyunu, hafızama nakşolup, günlerce zihnimde -sanat tarihindeki diğer Titan imgeleriyle birlikte- dönüp durdu. Sonunda hem mitolojik hem sanatsal bir anlam araştırması kabilinden bu yazı ortaya çıktı. Temsilin üzerinden hayli zaman geçmesine rağmen, sanatın zamanı ve mekânı aşan, W. Benjamin’in deyişiyle “geçmişe atlayan bir kaplan gibi” davranan huyu da bir kez daha kendini göstermiş oldu.

Titanlar – Fotoğraf: Julian Mommert

Önce ne vardı? Aydınlık? Karanlık? Söz? Töz? Ya da Biri? Kuşkusuz insan, tarihi boyunca devamlı bu soruyu sormuş, yanıtını bulmak için de sanat, bilim gibi tüm zihinsel çaba ve faaliyetini seferber etmiştir. Sorunun vahiy temelli olduğuna kani olunmuş yanıtları, onca seçenek içinde hâlihazırda ilk aklımıza gelen yanıtlardır: Önce Tanrı vardır, önce Söz vardır, önce Varlık vardır. “Önce var vardır”, totolojik bir ifade gibi görünse de aslında bu yanıtın soruda içkin oluşuyla ilgilidir. Bazı sorular, yanıtlarından büyüktür. Öyle ya, “önce ne yoktu” diye bir soru sormayız, önce ne vardı diye sorarak aslında “varlık”ın varlığına dair bir önseziyle, önbilişle, var olan bir şeyin olduğuna inanarak, umarak varlığın neliğini sorgularız. Varlığın varlığını biliriz, gerçekte bilmediğimiz onun tam olarak ne olduğudur. 

Sorunun bir diğer hayati öğesi, zaman zarfı olan “önce” sözcüğüdür. Hem zamansal hem zaman-dışı bir alanı işaret eden bu sözcükle kastedilen tam olarak hangi zamandır? Hatta anladığımız anlamda bir zaman mıdır? Bu öncelik, ne’den, hangi şeyden öncedir? Bunun en makul yanıtı, zamandan yani “benden önce” olsa gerektir. Özne olarak ben’in ve öncesinde hiçbir önce’nin bulunmadığı bir uzam. Dolayısıyla, akıldan da sözden de (mantık ve nutuk) öncede asılı kalan bir ân! İKSV’nin düzenlediği ve 2022’nin Ekim-Kasım aylarında gerçekleşen 26. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında ilk kez Türkiye’de temsil veren Euripides Laskaridis’in 2017 tarihli oyunu Titanlar (Titans), tam da bu “önce”de konumlanan ve tamamen modern bir anlatı olmasına rağmen, seyirciyi âdeta tragedyanın doğuş ânına ışınlayan ve hâliyle Antik Yunan tragedyasını anımsatan bir gösteri/performans. Oyun, sözden önceyi mesken tuttuğu için hiçbir dile ait olmayan, dil-öncesi bir sesler bütününden başka bir şey duyulmuyor; buna karşın her söz ve her jest öyle güçlü anlaşılıyor ki biz de doğrudan bu dil-öncesi uzamın birer ferdi oluyoruz. Dil-Akıl öncesi metafizik bir âlemde, görece iki kozmik kişiliğin; ışık ile karanlığın henüz ayrışmadığı ya da daha yeni ayrıştığı yabanıl bir alanın seyircileri olarak, gelmişimizi geçmişimizi, sesimizi sözümüzü ve anlam arayışımızı bu önce’de bulmaya yöneltiliyoruz. 

Titanlar da, Yunan mitolojisinde bu önce’de ortaya çıkmış varlıklardır. Hesiodos’un Tanrıların Doğuşu‘na (Theogonia) göre, Kaos’tan ilk Toprak Ana olarak bildiğimiz, yaşamın kaynağı olan Gaia, toprağın altını temsil eden Tartaros ve aşkın tezahürü olan Eros çıkmıştır. Kaostan çıkan bu üç ilke, kısaca hayat, ölüm ve aşk olarak adlandırılabilir. Akabinde topraktan gök (Uranos) doğmuş ve Gaia ile Uranos’un ölümsüz çocuklarından olan 12 Titan meydana gelmiştir. Zaman, Güneş, Ay, Ateş gibi diğer temel kozmik ilkeler bu Titanlardır. Titanların, babaları Uranos’la savaşı, Zeus ve şürekâsı olarak bildiğimiz daha komplike uygarlık ilkelerinin ortaya çıkmasına zemin hazırladığı için ayrıca önemlidir. Oyun, bildiğimiz 12 Titan’a belirgin bir referans vermiyor, fakat kaosun hemen dibinde beliren cinsiyetsiz iki kozmik varlığı göz önüne aldığımızda ilkesel olarak tüm Titanların oyundaki varlıklarını saptayabilir; keza aşina olduğumuz modern araçlar eşliğinde (radyo, buzdolabı, ütü, floresan lamba vb.) anlatısını, ışık-karanlık tezatlığı üzerine bina ettiğinden ötürü bu ikileşimin Hyperion ile Theia’yı anıştırdığını söyleyebiliriz. Öte yandan dikotomilerin doğası gereği, oyunda iki karaktere bölünmüş tek bir kahramanın -Laskaridis’in bizzat oynadığı- bulunduğunu da belirtmeliyiz. Sanatın gelişiminin, Diyonizyak-Apollonik ikiliğinin bir sonucu olduğunu savunan F. Nietzsche, Yunan dünyasında başlangıçtaki dehşetengiz titanik tanrılar düzeninden Olympos’taki neşeli tanrılar düzenine geçişi, “dikenlik çalılıklarda güllerin açıvermesi” olarak nitelendirmiş ve bunun ölçü ve ahenkle tanımlanan Apollonik güzellik dürtüsü sayesinde gerçekleştiğini öne sürmüştür. Oyunda da neşeli tanrılar düzeninden önceki o dehşet verici, tekinsiz dünya ustalıkla yaratılmış, komedya unsurlarıyla da bu dünyanın nelere gebe olduğunun altı çizilmiştir. 

Titanlar’ın ışığı temsil eden karakteri Hyperion’u daha iyi tanımak için, edebiyattan, Alman idealizminin büyük ozanı Friedrich Hölderlin’in tek romanı olan mektup formundaki Hyperion‘dan da istifade edebiliriz. Yunanistan’da bir yalnız olan Hyperion, ışıktan geldiğini bilen ve dünyada karanlıkla karışıp kaybolmuş ışığın peşine düşen bir karakterdir. Bu yönüyle önce’den geçerek sonra’ya odaklanmış biridir: “O yavan hiçliği senin kadar duymuş kimse ancak en yüksek anlam içinde neşeye uyanabilir.” Hölderlin, klasik Yunan uygarlığına, dolayısıyla Apollonik olana karşı duyduğu derin özlemiyle bilinir. Yani onun Hyperion’unu, dikenlik çalılıklarda güllerin açıvermesini umut edip bekleyen bir münzevidir. Titanlar’da ise, söz konusu ümidin yeşermediği, önce’nin henüz sonra’yı doğurmadığı bir anda, ne yapacağımızı bilmez haldeyizdir.

Titanlar – Fotoğraf: Elina Giounanli

“Yeryüzündeki bütün hayat, birbirini kovalayan, bir açılış ve bir kapanış; kendinden bir uzaklaşma ve sonra yine kendine bir dönmeden ibaret değil miydi?” F. Hölderlin, Hyperion. 

Hâlihazırda absürd tiyatronun önemli temsilcilerinden biri olan Euripides Laskaridis, eleştirmenler tarafından Avrupa tiyatrosunun geleceğinde de söz sahibi olacak isimlerden biri olarak gösteriliyor. İnsan olmanın muammasını, klasik Yunan tiyatrosu temaları ve modern düşüncenin araçlarıyla harmanlayarak hicvin baskın olduğu üslubuyla aktarmak, Laskaridis’in ayırıcı özelliklerinden biri. Kozmosu, insanı, insanın gücünü ve zayıflığını anlayabilmek adına seyirciyi akıl, söz ve düzen-öncesinin, kaosun ikircikli doğasını keşfe yönelten Titanlar, Laskaridis’in trajikomik üçlemesinin bir parçası. Laskaridis, 2009’da kendi tiyatro topluluğu Osmosis’i kurdu. Üçlemenin ilk oyunu Yadigâr (Relic), 30’u aşkın uluslararası festival ve salona konuk olarak büyük beğeni topladı. İkinci oyun Titanlar, 2017’den bu yana pek çok ülkede dünya tiyatro seyircisiyle buluştu. Üçlemenin son ayağı olan Elenit ise, 2019’da prömiyerini yaptı. Laskaridis’in koreograflığı ile birleşen yönetmenliği, oyunlarının performatif yönünü açıklamasının yanı sıra, yapıtlarını türler ötesi bir konuma da yerleştirmektedir.

Giulio Romano, Titanların Düşüşü, 1532-1534, Titanlar salonu kuzey duvarı, Palazzo del Te, Mantova

Titanlar’ı benzersiz kılan yönlerinden biri, farklı sanatsal mecraların baskısıyla azalmış gibi görünen tiyatronun dönüştücü gücünü, seyirciye, görsel ve performatif sanatlarla da iç içe geçmiş yeni, öncü bir formla hatırlatması. Bunu aydınlık-karanlık, absürd-ciddi, dehşet-neşe, dil-dilsizlik gibi karşıtlıklar yoluyla yaparken asıl dikotomiyi, kozmolojinin ilksel devleri, majörleri olan Titanları, minör, gündelik, insani rutinlere hapsolmuş, cinsiyetsiz-dilsiz bir öyküye dönüştürerek sağlıyor. Böylece, tam da büyük anlatıların dekonstrüksiyona tâbi tutulup atomize olduğu çağımızın tini, ister istemez bu ironik modern söylemde kristalleşiyor. Yine de Titanlar’ın -adı üzerinde- büyük anlatılardan tamamen kopması eşyanın tabiatına uygun değil. Laskaridis’in yarattığı imgelerin doppelgänger karakterinde kavramsal olarak, antikiteyi yahut Bizans’ı bulmamak; Kronosoğlu Zeus’un Titanları yenilgiye uğratmasını ve Titanların düşüşünü betimleyen resimler içinde en muazzamı kabul edilen Giulio Romano’nun Mantova, Palazzo del Te’deki Titanların Düşüşü fresklerinden Gustav Mahler’in Titan adlı 1 numaralı senfonisine, sanat tarihinin büyük eserlerini anımsamamak imkânsız. 

Çünkü, bizi kaotik devlerin tekinsiz davranışlarından, Olympos’un neşeli kozmosuna; ölçünün, dilin ve aklın kozmik harmonisine ulaştırmış, Nietzsche’nin deyişiyle “dikenlik çalılıklarda güllerin açıvermesini” sağlamış bir şey geçmiş başımızdan. Gülü koklamış bir insanın, bir daha gülü ve kokusunu unutması mümkün mü? O halde insanın yapacağı şey, dikeni özleyip ona özenmek değil, dikenle gülün ayrılmaz ilişkisini hatırlamak ve yeniden gül yetiştirebileceğine inanmak olabilir ancak.

G. Romano, Titanların Düşüşü, 1532-1534, Titanlar salonu tavan freski, Palazzo del Te, Mantova

Jorge Luis Borges ile söyleşi, Mayıs 2008, https://futuristika.org/jorge-luis-borges-ile-soylesi/

KAYNAKÇA

Hesiodos Eseri ve Kaynakları, Çev. Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1977. 

Friedrich Hölderlin, Hyperion, Çev. Melâhat Togar, İstanbul, MEB, 1965. 

Behçet Necatigil, Yüz Soruda Mitologya, İstanbul, Gerçek Yayınevi, 1988. 

Friedrich Nietzsche, Tragedyanın Doğuşu, Çev. Mustafa Tüzel, İstanbul, İş Kültür Yayınları, 2011. 

https://tiyatro.iksv.org/tr/yirmialtinci-istanbul-tiyatro-festivali-2022/titanlar

https://euripides.info/ 

https://futuristika.org/jorge-luis-borges-ile-soylesi/ 

https://en.wikipedia.org/wiki/Fall_of_the_Giants_(Romano)