Sizi güzel bir sanatçıyla tanıştırmak istiyorum: Melis Uslu. Şahane sesiyle ve yeni çıkardığı single “Çilekli Milkshake” ile yine bizi bizden aldı. Londra’da müzik için üretim yapıyor. Ses konusunda bir mühendis. Hem şarkıları hem sempatik tavırlarıyla harika bir örnek. Onunla müzikal gelişimini, nelerden hoşlandığını, müzik piyasasının bazı meselelerini konuştuk. Umarım beğenirsiniz…
1. Sesiniz ne güzel. Bu müzikal yolculuk nasıl başladı? Nerede doğdu? İçiniz ne zaman müzik tutkusuyla doldu, biraz bahseder misiniz?
Çok teşekkür ederim! İlk olarak anaokulunda “vak vak” şarkısını solo söylememle resmileşti sanırım müzik aşkımın varlığı. Sonra korolardaydım ilkokulda, ortaokulda ablamın klasik gitarını ele geçirip gitar çalmaya başladım. Lisede güldüğüm için müzik dersinden atılsam da yılmadım, “Hadi Melis gitar çal şarkı söyleyelim” kızı oldum. Sonra müzik gruplarım oldu, bol bol Radiohead, Portishead çaldığımız. Bilgisayar Mühendisliği okuyordum o sırada, ama hep müzik ve sesle ilgili bir şeyler yapmak istiyordum. Sonra Londra’da Ses Mühendisliği yüksek lisansı yapma şansı edindim ve Glasxs olarak müzik prodüktörlüğü yolculuğuma başlamış oldum.
2. Türkçe pop öldü mü sizce? Yeni, kaliteli örneklerini pek göremiyoruz sanki…
Ölmemiştir, ama başka bir şeylere evrildi o da. Kaliteli örnekleri ana akım olabilse eminim daha çok duyarız. Ama Türkiye’de radyolar sürekli 90’lar Türkçe Pop çalıyor, mekanlar da öyle. Globalde de benzer, TikTok’da 80’ler, 90’lar 2000’ler şarkıları viral oluyor bir anda herkes onları söylemeye başlıyor. Yani sanki yenilerini de duysak daha farklı şeyler hissedeceğiz bu konuda gibi. Tarkan bile şu an şarkı yapsa yine 90’lardaki şarkılarını dinliyor herkes, çok acayip.
3. Elektronik müziğe, yani aslında bilgisayarla yapılan müziğe bir geçiş mi var, tam anlamıyla. Tekno müzik her yerde çünkü…
Bilgisayarla yapılan müzik konusu aslında çoktandır dijital çağın bir getirisi olarak ortadaydı. Evinde kayıt yapabiliyorsun, mix yapabiliyorsun. Elektronik müzik konusu ise Türkiye özelinde bir soruysa, aslında dünyada çok daha yaygınken Türkiye’de birkaç yıl önce daha da yaygınlaştı, daha akustik altyapılı müziklerden elektronik altyapılı şarkılara geçiş oldu, tabii rap, trap’in yaygınlaşmasıyla de iyice benimsendi sanırım bu yapı. Yakında değişir diye düşünüyorum, tabii yapan yapmaya devam eder, ama yaygınlaşan janra sürekli evrilmeye eğimli.
4. Londra’da yaşıyorsunuz. Orada olmak müzik üretimi ile daha iç içe olmak mı demek? Ya da istediğiniz çalışma ortamını sunması daha mı kolay?
Değil. Yani bu kişiden kişiye, bulunduğun arkadaş çevresine göre de değişkenlik gösterir. Ben öyle bir iç içelik ya da kolaylık görmedim. Yüksek lisans için gelmiştim ilk olarak sonra Türkiye’ye dönüp sektörde çalışıp kendi ses stüdyomu açmıştım, sonra 2017’de temelli yerleştik buraya. İlk yıl zaten kahveci ve mobilyacılarda çalışarak (bir yandan part time ikinci yüksek lisansı yapıyordum), burada müzik endüstrisinde ne olduğunu pek anlayamadan geçti. Sonrasında bir radyoda işe başlayıp mesleğime dönmüş oldum. Yani çalışma ortamı daha mı kolay sorusu özelinde; Türkiye’de nasılsa burada da aynı kendi imkanlarımı kuruyorum. Ama daha çok ve güçlü kolektifler, kuruluşlar var, öyle bir avantaj var. Örneğin covid zamanında burada pek çok kuruluş müzisyenlere destek olmak için harekete geçti. Türkiye’de ne yazık ki kuruluşlar kolay ve hızlı bir şekilde harekete geçmiyor.
5. Günlük rutininiz nasıl? Ne yer, ne içer, nereleri gezersiniz?
İstanbul’da açtığım ses stüdyosunun markası altında freelance ses tasarımcısı/prodüktör/mix mühendisi olarak çalışıyorum. İki kardeş radyoda yöneticilik yapıyorum. Diğer zamanlarda zamanımın çoğu Glasxs üstüne kurulu. Rutin işlerin değişkenliği nedeniyle tam bir rutin olmasa da, gündüzcü bir rutin diyebilirim. Sabahtan akşama işler ve Glasxs, akşam iş yoksa genelde parkta bir yürüyüşle günü kapatmaya çalışmak, spor yapmaya çalışmak, yaza doğru patencilik ve bol bol parklarda vakit geçiriş, arkadaşlarla buluşma, film izleyip durmak, diyeti bozmamaya çalışmak (zor), çalışıp durmak yani. Yeme içme konusu da, her gün pizza yemek isterim, ama öyle bir şey yok haha.
6. Sizi etkileyen, çok sevdiğiniz sanatçılar kimler, örnek verebilir misiniz?
Radiohead, Arctic Monkeys, Lana Del Rey, The Weeknd, James Blake, Portishead, The Smile sevdiklerimden.
7. Bir makalenizde biraz bahsetmişsiniz, günümüz müzisyenleri ciddi zorluklar yaşıyor, özellikle pandemiden sonra. Kimisi müzik hayatını sonlandırma kararı bile alıyor. Çeşitli müzik platformları işi daha kolaylaştırmadı gibi görünüyor sanki. Kendini ifade etmek, göstermek daha mı zorlaşıyor, karmaşıklaşıyor aslında?
Dijital çağın getirileri de götürüleri de oldu aslında müzisyen perspektifinde. Her şeyden önce analog dönemin stüdyoda kayıt, mix yapma limiti ortadan kalktı. Elbette ki ekipmanın, akustik düzenlemenin ve iyi mühendisin önemi bakii, fakat artık kolaylıkla müzik üretilebiliyor. Bir plak şirketi olmaksızın kendi kendinize bir dağıtımcı aracılığıyla şarkı çıkartabiliyorsunuz. Eskiden bağımsız sanatçıların demo CD’lerini elden vermesiyle, şarkıyı doğrudan internete atıvermek arasında tabii çok fark var. Bir veri analiz şirketi olan Luminate’in Mayıs 2023’de hazırladığı raporda günde 120 bin şarkının müzik platformlarına yüklendiğini gösteriyor örneğin. Yani “Ne güzel, çok daha rahat müzik üretip, kaydedip insanlara ulaştırabiliyoruz” diyerek basitleştirilecek bir konu olmaktan çıkıyor bu. Öyle bir avantajı varsa, bir okyanusta kum tanesi olarak parlamak da o her 120 bin şarkı artı önceki yüklenmiş milyonlarca şarkı, bir sonraki cuma günü gelecek bir 120 bin arasında yarışmaya çalışmak dezavantajını doğuruyor. Çok konuşacak şey var tabii bu konuda, daha da uyutmadan herkesi susuyorum:)
8. Kitap okur musunuz? Nelerden beslenirsiniz? Çok sevdiğiniz yazarlardan, kitaplardan bahsedebilir misiniz biraz?
Kitaplarda da filmlerde de korku sevdiğim bir tür. Stephen King’i çok severim. Mart geldi ama The Winter Spirits, Ghostly Tales for Frosty Nights okuyorum, çok güzel! Genç yetişkin, fantastik kitapları da seviyorum. Kurgu dışı kitapları da okuyorum. Biraz komik gelecek ama masal kitaplarını da çok seviyorum. Diana Whynne Jones’un Yürüyen Şato’su ve Jostein Gaarder’in İskambil Kağıtlarının Esrarı kitabı en sevdiklerimden olabilir.
9. Son çıkan parçanız “Çilekli Milkshake”. Her şeyden öte sıcak bir aşk şarkısı gibi; bizi yaza hazırlayan. Yeni projelerinizden bahseder misiniz mümkünse? Planlarınızda konserler de var mı bu arada, sevenleriniz belki bilmek ister…
Sevdiyseniz harika! Nisan’da Çilekli Milkshake’le başlayan yeni projenin ikinci şarkısı geliyor. Yine Çilekli Milkshake gibi bayıldığım bir şarkı oldu. Yine Serkan Çinioğlu ve Mert Kazak’la çalışıyoruz. Bir de Dolby Atmos mixini üstleniyorum, Dolby Atmos olarak çıkacak ilk şarkım olması da daha çok heyecanlandırıyor. Konserleri de netleştikçe duyururuz diye düşünüyorum.
Bu güzel söyleşi için çok teşekkürler.
Asıl ben teşekkür ederim! Herkese sevgiler…