İlk öyküsüyle yazın (edebiyat) yaşamına ilk adımını atan bir yazarın, ilk
heyecanına ortak oldunuz mu hiç? Yazın dünyasında ansızın/mucizevi var
oluşunun çığlığını duydunuz mu?
Ne muhteşem bir tanıklıktır o!
Yazdığı ilk öyküyü, titrek bir cesaretle elinize tutuşturup “okur
musunuz?” diye sorar gibi yaparken ne çok samimi olduğunun; siz okurken
biraz da korkarak, yan gözle ama bütün bedeniyle dikkat kesilip sizi izlediğinin
gizemli tanıklığı. Nadir olarak yaşanabilirliği nedeniyle, ürkek ve çok güzel bir
duygudur o an duyumsadığı. Sımsıcaktır, narindir, kırılgandır. Bir de naiftir ki
hesaba kitaba gelmez; en küçük olumsuzluk belirtisi sayılabilecek kıpırtınızda
“pırrr…” diye uçup gidebilir. Hatta bazen bu uçuş gökyüzünün sonsuzluğunda
kayboluncaya kadar sürer. Aman ha, dikkat!
Siz de onu izlersiniz aslında. Yan gözle ve biraz da bilmişçe. Öyküsünde,
olumladığınız ya da hoşlanmadığınız tümceleri okurken, onu ürkütmemek,
üzmemek için biraz da bilinçli olarak ürettiğiniz beden dilinizi fark etmesini,
fark ettiğinde nasıl bir tepki verdiğini görmek istersiniz. Olası sorunsallıklar
nedeniyle, özellikle beğendiğinizi belli eden jest-mimiklerinizin onu mutlu
etmesiyle siz de egosantrik bir mutluluk tadı alırsınız çünkü. Çok hoş bir
gönenmeyle birlikte elbet.
Onun ilk öykü denemesini okuduğumda yaşadıklarım bunlara benzer
şeylerdi.
-“Volodya*“… evet, güzel bir öykü. Ütopik hayallerin, tatlı düşlerin,
zamanın belleğine kazılmış gençlik aşkının bezediği etkili bir “aşk evreni”
kurgusu/tasarımı. İlk olmasına karşın çok fazla sorunu yok. Şunları şunların da
şöyle şöyle yaparsan, bu güzelin daha güzelini elde etmiş olursun. Sanatın
temel ilkesidir; güzelin daha güzeli…
Bunları söylemiştim. Teşekkür duygusu ve mahcup bir edayla gözlerime
baktığında; gözlerinin gördüğümden daha ışıklı, daha diri , daha etkileyici
olduğunu fark ettim. Yüzünde güneşler doğmuş, güller açmıştı. Mutlu değilse
bile, çok sevinçliydi.
*
Kısa süre sonra bir gün, telefonla aradığımda, o tatlı rastlantı anına denk
gelmiş, duyduklarımla sevinçten çıldıracak olmuştum.
-Öyküm yayımlandı! demişti telefonu açar açmaz. Dergiyi şimdi aldım.
Eve gidinceye kadar sabredemedim; yakındaki parka geçtim, banka oturdum,
seni arayacaktım ki telefonum çaldı. Sevincim ikiye katlandı. Çok teşekkürler,
çok teşekkürler!…
Yayın Yönetmeni arayıp, derginin çıktığını, öyküsünün yayımladığını
söyleyince en yakın gazeteciye koşup dergiyi almış.
Görüntülü aramıştım. Bir bebeği tutmanın özeni ve sevinciyle göğsüne
bastırmıştı dergiyi. Kapağını inceliyor, naylon ambalajından çıkarmaya
çalışıyordu.
O ilk öyküsünün yayımlanmasını bu kadar erken beklemediğim için ne
diyeceğimi şaşırmıştım.
-Birlikte açalım, diyecektim sana. Bunu çok istiyorum.
Elleri titriyor, mor ojeli, narin parmakları derginin naylon ambalajını
yırtmakta, zorlanıyordu. Kısa süren çırpınıştan sonra dergiyi çıkardı. Kapağını
okşar gibi yaparak bana gösterdi ve öyküsünü aramaya başladı. Büyük bir
alçakgönüllülük ve haddini bilirlikle derginin sayfalarını sondan başa doğru
tarıyor ama kendi yazısına bir türlü ulaşamıyordu. “Yoksa yayımlanmadı mı?”
korkusuyla eli ayağına dolaştı. Kimi sayfaları atladı, kimilerini de rüzgâr
çevirince işler iyice karıştı.
-Bulamıyorum… diye mırıldanıyordu aynı amanda.
-Sakin ol, dedim, içindekiler listesine bak.
Meğer öykü başlara yakınmış. Yüz yirminci sayfadan yirmi dördüncü
sayfaya ulaşma çabasının nefes kesen heyecanını büyük bir mutlulukla
izliyordum. O ne yaman bir heyecanmış meğer. Ben de ilk şiirimin, ilk
öykümün yayımlandığı zamanlara akıp giderek ondan bana yansıyan
heyecanıma heyecan kattım.
-İşte! diye kendisinin o an asla fark edemeyeceği garip bir ses tonuyla
bağırdı.
Aynı anda gözlerinden yaşlar fışkırdı, yüz çizgileri gerildi, gözleri daha
da irileşti, ağzı açık kaldı. Edvard Munch’un “Çığlık” adlı tablosuyla karşı
karşıya kaldığımı duyumsadım bir an.
-Öyküm burada, yirmi dördüncü sayfada! dedi. Kendi kendine
konuşuyor gibiydi. Sonra da fısldarcasına; Volodya! Sevgilim! diye ekledi.
“Sevgilim mi?” Böyle bir soru geçti içimden. Volodya’yı okuduğumda
böyle bir aşk çağrışımına yakalandığımı anımsamama karşın, şaşırmıştım.
Öyküsünün yer aldığı sayfayı göstermeye çalıştı. Ellerinin titremesine
engel olamadığı için bunu tam olarak başaramıyordu. Benim de ondan geri
kalır yanım yoktu.
Telefonun ekranının o köşesine, bu köşesine eğilip
bakarak öykünün tamamını görmeye çalışıyordum.
Neyse ki yarım yamalak da olsa,
görmüştüm. Yazarla öykünün ismi, sayfanın baş kısmında, pembe, geniş
bantlar içinde verilmişti. Dizgisi, baskısı güzel görünüyordu.
Ansızın bambaşka bir duygu seli kapladı içimi. Hem bir merak uyandı,
hem de şaka yapasım tuttu:
-Şu andaki duygularını alabilir miyim sevgili yazarım? diye sordum.
Böylece ilk röportajını da vermiş olursun.
Yanıt yerine, yeniden ve patlarcasına ağlamaya başladı. Öyküsündeki
göktaşları kadar renkli, ışıltılı, iri gözlerinden fışkıran yaşlar, çenesinden aşağı
boynuna, göğsüne doğru aktı. Yüzüme bakmıyor, sayfaları açık dergiyi, sanki
alabilecekmişim gibi bana uzatıyordu. Yüzüne dökülen ince telli, altın sarısı
saçları gözyaşlarına karışmış; küçük bukleler halinde boynuna, yanaklarına
yapışmıştı.
-Şimdi konuşamam, diye yanıtladı güçlükle.
Bu cümleyle birlikte başını kaldırıp baktı. Yüzü sabah güneşi gibi ışımış,
bakışları eski sıcaklığına kavuşmuş, dudaklarını iki yanındaki kıvrımlar tatlı bir
gülümsemenin çizgilerine dönüşmüştü.
Ne diyebilirdim ki… “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin/
işin kolayına kaçmadan ama…” demişti ya Nâzım; ben o an, öykücünün
yüzünde mutluluğun resmini görüyordum. Çünkü o, işin kolayına kaçmadan
nitelikli bir öykü üretmiş, üzerinde defalarca çalışmış; izlek/ kurgu, öz/biçimi
dil/anlatım dengelerini kurmaya özen göstermiş, dergiye beğendirmiş,
yayımlanmasını başarmıştı. Ben de telefonun bu yüzünden katıldım ona; bir
yazarın ilk ve başarılı adımının verdiği tarifi olanaksız sevinci, yaşadığı
mutluluğu gözyaşlarımıza banarak paylaştık, çoğalttık.
O, öyküsünü, “Büyük bir kıvılcımın içime düştüğünü hissettim.” diye
bitirmiş. Benim de son bir tümcem olacak elbet:
Kısa sürdü belki anlık iletişimimiz ama öyle çok şey büyüdü ki çimde…
*VOLODYA, Öykü, Zekiye Yılmaz, Karaköy Mono Dergi, Temmuz-Ağustos 2017 sayısı