“Kulak verin sözlerime iyice
Herkes öldürebilir sevdiğini
Kimi bir bakışıyla yapar bunu
Kimileri dalkavukça sözlerle;
Korkaklar öpücük ile öldürür
Yürekliler kılıç darbeleriyle”
İrlanda asıllı yazar, doktor Sir William Wilde ve devrimci şiirleri ile bilinen Jane Francesca Agnes’in ikinci çocuğu olarak 16 Ekim 1984’te Dublin’de doğmuştur. Resmi kayıtlara göre beş kardeşi vardır. Evde eğitimi dokuz yaşına kadar devam ettirilmesinden sonra Portora Kraliyet Okulu’na başlayan Wilde sadece yazları ailesiyle vakit geçirir. 1871’de Portora’dan mezun olup Trinity College’da dört yıllık eğitimine başlar. Okuduğu dönemde Berkeley altın madalyası ve Oxford Magdalen College’den burs kazanır. 1878’de Newdigate Ödülü’nü ona Ravenna adlı şiiri kazandırır. Kişisel yaşamı akademik yaşamından çok daha renkli olan Oscar Wilde’ın toplumsal kalıpları sevmeyip kendi çizgisini oluşturmasında annesinin rolü büyüktür, ne de olsa bir başkaldırı şairidir annesi! Mina Urgan incelemelerinde şu çıkarımda bulunmuştur Wilde ile ilgili:
Oscar Wilde, hem toplumun benimsediği geleneklere uyar, hem de topluma başkaldırır; hem putlara tapanları, hem Hıristiyanları yüceltir; hem bireyciliği, hem de sosyalizmi savunur; hem soytarılıklar yapan bir playboy’dur, hem de yetenekli bir yazardır; hem eşcinseldir, hem de onu sapık olmakla suçlayan Queensberry Markisi’ne karşı hakaret davası açar. Bir insan, ancak benliğindeki çelişkileri çözümleyip bunların arasında bir uyum sağlayınca olgunlaşır. Oysa Hesketh Pearson’a göre, Oscar Wilde çocuk kalmıştır. Daha doğrusu, kafası gelişmiş, hem de çok gelişmiş, ama ruhsal yapısı açısından on beş yaşlarında kalmıştır. Bu yüzden de, kılığı kıyafetiyle, söyledikleri sözlerle, hem yetişkinleri şaşırtmak, şoke etmek huyundan vazgeçmiyor; hem de yetişkinler tarafından sevilmek istiyordu.”
Oxford Magdalen College’daki son yıllarında estetizm ile ilgilenmeye başladı. Bir süre sanat eleştirileri yaptı ve anti ataerkil yaklaşımlarından ötürü tepki çekti. Uzattığı saçları, zarafeti, ipek çoraplarından ve dişiliğiyle diğer erkekleri yanlış etkileyebileceğinden ahlaksızlıkla suçlandı. 1878’de mezun olduktan sonra Dublin’den ayrılıp Londra’ya gider ve estetizm dersleri verir. Orada kraliçenin danışmanlarından olan Horace Lloyd’un kızı Constance Lloyd tanışıp, 1884’te evlenirler. Bu evlilikten Cyril ve Vyvyan adlı iki oğlu olur. Cyril, I.Dünya Savaşı’nda hayatını kaybederken, Vyvyan uzun yıllar çevirmenlik ve yazarlık yapar. Oscar Wilde’ın meşhur davalarından sonra iki oğlunun soyadı Holland olarak değiştirilmiştir.
1891’de ise günümüzde bile hala tartışılan ve okunan ilk ve tek romanı Dorian Gray’in Portesi yayımlanır. Homoseksüel öğeler içermesinden dolayı yüklüce tepki alan kitabı birkaç yıl sonra görülecek davasında kanıt olarak kullanılır. Aynı yıl Queensberry markisinin oğlu Lord Douglas ile 4 yıl sürecek ilişkisi başlar. Davaya gelirsek, Oscar Wilde’ın biseksüelliği bilinen bir şey olmasına rağmen Lord Douglas ile olan ilişkisinin fazla göz önünde olup medyaya yansıması büyük ahlaksızlık olarak nitelendirilip 3 yıllık kürek ceza ile sonuçlanır. 1895’te başlayan cezası boyunca sırasıyla Pentonville, Wandsworth ve Reading Zindanı’nda kaldı. Meşhur Reading Zindanı Balad’ını da burda yazmıştır. Birkaç satır:
Yasaların yargısı doğru mudur
Ya da yanlış mıdır bunu bilemem;
Bildiğim tek şey bu hapishanede
Demir gibi sağlamdır tüm duvarlar,
Bir yıl kadar uzundur her geçen gün
Yıl bitmek bilmez, uzadıkça uzar.
Kabil’in Habil’i öldürdüğü
Günden beri hiç dinmedi acılar
Çünkü insanların insanlar için
Koymuş olduğu bütün yasalar
Tıpkı adaletsiz bir kalbur gibi
Taneyi eleyip samanı tutar.
Ayrıca hapis süresince Lord Douglas’a yazdığı mektupları gönderememiş olsa da, bu mektuplar daha sonra derlenip De Profundis olarak yayımlanmıştır. Hapis cezası bittikten sonra Sebastian Melmoth adıyla bir süre gezgin gibi dolaşan Wilde son durağı olan Paris’te 1900’de ölmüştür. Oscar Wilde’ın mezarı Pere Lachaise’dedir.
Biraz da Dorian Gray hakkında..
Oscar Wilde’ın ilk ve tek yayınlanan romanı Dorian Gray’in Portresi kendini döneminin ikiyüzlülüğünü yansıtırken birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Romanda geçen ruhsal yozlaşma elbetteki o döneme özel olmayıp günlük hayatta sıkça rastladığımız bir durumdur, hatta belki aynada dahi… Kitap karakterleriyle ilgili Oscar Wilde şu yorumda bulunmuştur:
“Basil Hallward benim. Lord Henry herkesin olduğumu sandığı kişi… Dorian Gray ise keşke benzeseydim dediğim…”
Roman ressam Basil Hallward’ın Dorian Gray’in portresini yapmasıyla başlar zira Dorian adeta gençliğin ve güzelliğin sembolü olabilecek kadar etkileyici ve yakışıklıdır. O sırada yanlarında Basil’in arkadaşı dünya zevki için yaşayan Lord Henry de bulunmaktadır ve Dorian’ı fikirleriyle etkiler. Önemli olan hayattan en güzel ve farklı farklı zevkleri elde etmektir Lord Henry’ye göre. Aralarındaki konuşmadan sonra Dorian kendi güzelliğinin bir gün geçeceğini ve yok olacağını fark eder ve şunları fısıldar: “Ne üzücü şey! Ben ihtiyarlayacağım, çirkin ve korkunç olacağım. Fakat bu resim daima genç kalacak. Aksine olsaydı, ben genç kalsaydım da resim ihtiyarlasaydı. Bunun için her şeyimi verirdim. Evet bunun için veremeyeceğim hiçbir şey yoktur. Canımı verirdim bunun için.” İşte o an aslında istemeden de olsa şeytanla pazarlık yapmıştır. Kelimlerin gücü adına! O günden sonra asla yaşlanmayan Dorian dünyevi zevklere dalıp doyumsuzluğa sürüklenir. Kitabın bir bölümünde Dorian orta sınıf bir tiyatrocu olan Sibyl Vane’e aşık olur. Sibyl Vane içinse Dorian ‘tatlı prens’tir, ona bu şekilde seslenir ve hayatının merkezine koyması tiyatroyu arka plana atar. Tiyatroyu arka plana attığında ise Dorian onun o tutkulu oyunculuğu göremeyince bu ilişkiyi bitirir. Bu detayda önemli olan nokta ise Sibyl’in üzüntüsünden dolayı intihar etmesini Dorian’ın önemsememesidir. Yani artık üzücü ya da dehşet verici olaylar Dorian’ı etkilemez ama arka planda tablosunu etkiler. Gün geçtikçe hayatı uçlarda hızlı bir şekilde yaşayıp tüketmesiyle tablodaki Dorian zalimliğin verdiği çirkinlikle ve günlerin geçmesiyle yaşlanır. Resimdeki değişimin ve kendinin farkından olan Dorian kendince iyilikler yapmaya başlasa da resimde olumlu yönde bir değişiklik olmaz. Kitabın sonuna gelindiğinde, resimdeki kendi korkunçluğuna daha fazla dayanamayıp resmi yok etmeye kalkışan Dorian aslında kendini yok eder.