Yeni Çıkanlar – Karaköy Mono

Esther Gerritsen – Kardeşim

Başarılı bir iş kadını olan Olivia çok kısa bir süre sonra önemli hissedarlar toplantısına girecektir ki, ağabeyinden bir telefon alır. Bacağı kesilmek üzeredir. Marcus ve Olivia birbirlerini nadiren görseler bile bu ameliyat onu sadece kaybedeceği kendi bacağı gibi beklenmedik bir anda yakalamıştır. Her şeyi bir kenara itip ağabeyini kurtarmak için umutsuz bir çaba içerisine girer. Ancak asıl soru şudur: Kurtarılmaya ihtiyacı olan gerçekten ağabeyi midir?

“Hemen üstüne gelen panik duygusuna karşı saldırıyı başlattı ve yüksek sesle bir matra gibi şunları söyledi: Benim yapabileceğim hiçbir şey yok, onu kurtaramam, yapabileceğim hiçbir şey yok.”  Kardeşlik ve aile bağları üzerine kısa ama etkileyici bir roman.

 

 

 

 

LAMBALO VE KAŞA

MİHEİL CAVAHİŞVİLİ

Gürcü edebiyatının önde gelen yazarlarından Miheil Cavahişvili’nin 1925 yılında kaleme aldığı Lambalo ve Kaşa Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Urmiye Gölü civarında geçen olayları konu alan dramatik bir roman.

rkçe olarak ilk kez yayımlanıyor.

Cavahişvili, savaşın masum insanların hayatlarını nasıl bir cehenneme çevirebileceğini, siyasetin kirli ellerde din ve milliyetçilikle birleştiğinde nasıl büyük ve kitlesel bir silaha dönüşebileceğini ustalıkla anlattığı romanında okurunu, yarattığı sıra dışı karakterler üzerinden insan ruhunun karanlık dehlizlerine ayna tutan bir yüzleşme yolculuğuna davet ediyor.

Lambalo ve Kaşa arka planda akıp giden tarihsel gelişmeler ışığında, savaşın tüm aktörlerini ete kemiğe büründüren usta işi bir alegori.

Sahipsiz kalan köpekler aşağılara indiler. Önce biri ulumaya başladı; sonra ikincisi ve üçüncüsü ona cevap verdi. Sonra bütün vadi öylesine umutsuz inlemelerle dolup taştı ki, sanki olduğu yere çökmüş olan binlerce köpek, başlarına gelen felaketi ve kimsesiz kalmış olmalarını semalara haykırıyordu. O günden sonra o köpekler Asuri köylerine gidecek ve bir lokma ekmek verecek olan yeni sahipler bulmaya çalışacaktı.

 

 

ZAMANIN DIŞINA KAÇIŞ

HUGO BALL

BİR dADA Günlüğü

Haysiyetsizliğin ve çürümüş değerlerin çağında, bir garip kelime fırladı ağızlardan: Dada! 20. yüzyılın en önemli sanat akımlarından birinin babası olan Hugo Ball, Dada’yı ahlakın ve çokluğun ölüm fermanı olarak adlandırıyordu. Dada her şeyin dışındaydı. Ve Dada her şeydi. Hayata ve sanata dair demeçler veren entelektüel burjuva beyefendilerinin kasıntı yakalıklarını koparıp atan, ütülü ceketlerini bozan, saçlarını dağıtan bir kasırgaydı. Dada’yla birlikte varoluştan beri omuzlara yüklenen “insan olma” misyonu, özellikle savaşın hüküm sürdüğü bu devirde, yeniden sorgulanıyordu.

Doğanın saflığını ve kuralsızlığını ilke edinerek kalıplaşmış yargılara ve yüzeyselliğe karşı çıkan Dada akımı, fütürizm ile benzerlik göstererek sürrealizme kapı aralamıştır. Kullandığı karışık teknik ve kolaj çalışmalarıyla modern sanatın şekillenmesine önayak olmuştur.

Yayımlanma tarihinden 90 yıl sonra Paris Yayınları’yla ilk kez Türkçe’ye çevrilerek okuyucuyla buluşan Die Flucht aus der Zeit; Ball’un iç dünyasını, ruhundaki Dadaizm harelerini, hayatının on yıllık kesitinde yaşadığı her anıyı, tanıştığı her insanı, birinci ağızdan ve o dönemin gerçekleriyle sunarak sizi zamanın dışına kaçırıyor.

 

DELİLİĞİN COĞRAFYASI

FRANK BURES

Penis Hırsızları, Vudu Ölümleri, Amok Koşucuları…

Kültürün sizi nasıl delirteceğine dair çarpıcı hikâyeler…

Elinizde tuttuğunuz kitap, insan ırkının adına kültür dediği alışkanlıklarının ve inançlarının binlerce yıllık serüvenine ışık tutmaya gönüllü bir yolculuğun kâh eğlenceli kâh şaşırtıcı hikâyesini barındırıyor içinde. Gazeteci yazar Frank Bures tamamıyla kişisel bir meraktan doğan serüveninde penisleri çalınan erkeklerin, göğüsleri birden yok olan kadınların, vudu ölümlerinin, amok koşucularının ve dünyanın en tuhaf sendromlarının peşinde soluk soluğa bir yolculuğa davet ediyor okurunu.

Yazar geçmişten gelen alışkanlıkların yeni nesiller üzerinde bıraktığı kalıcı ve kültürel etkilerin geri kalmış toplumlarda deliliğe varan boyutlara ulaşmasını irdelerken, çoğunlukla tıbbın yaşananlar karşısında çaresiz kalışına Batılı bir insanın bakış açısıyla tanıklık ediyor.

Frank Bures, Deliliğin Coğrafyası’nda kültürel sendromların, insan psikolojisinin derinlerindeki bitmek bilmez arayışların; inancın umudun ve korkunun kol kola arşınladığı yolların tam ortasında durarak tüm insanlık ailesine şu soruyu soruyor:

“Kültür Nedir?”