Yola çıkmak, insanın kendinde aradıklarını başka yerlere, başka hayatlara sormasıdır bir nevi. Yolların, dağların, vadilerin, ağaçların, nehirlerin fısıldadıkları değiştirir, dönüştürür seyyahı. İşte Transilvanya bunun için biçilmiş kaftan!
Bir masal ülkesi ismi sanki… “Ormanın ötesindeki ülke”. İsmiyle bile cezbedici. Yeşilin her tonunun göz kamaştırıcı bir uyumla kucaklaştığı tepeler, şatolar, yılankavi yollar… Zamanın âdeta donduğu Transilvanya’da her şey asırlar öncesinden kalmış gibi. Koyun sürüleri, atlı Çingene arabaları… Beethoven’ın 6. Senfonisi’ndeki pastoralliğin tam da içindesiniz.
Balkan yarımadasının kuzeydoğusundaki Romanya, kimileri için eşiyle birlikte kurşuna dizilen diktatör Çavuşesku’nun, kimileri için Vampir Drakula’nın, kimileri içinse Karpatların Maradonası George Hagi’nin memleketi.
“İnsanoğlunun çoğu kez çarpık olan usunun dokunmadığı doğanın görünümü ne güzeldir” der, Umberto Eco. Başkent Bükreş gibi büyük kentlerin dışına çıktığınızda, o çarpık aklın ülkenin engin doğasına ve tarihi varlıklarına çok az dokunduğunu görüp mutlu oluyorsunuz. Batı Balkan ülkeleri kadar iyi tanımadığımız Romanya, pek Avrupalı ve aksine bir o kadar el değmemiş ülkelerden.
Biraz romanlardan biraz da belgesellerden olacak Transilvanya (Erdel) bölgesi Kuzey Avrupa gibi havası her daim kasvetli, yağmurlu, depresif bir görüntü vadediyordu. Oysa gözümüze ve gönlümüze sundukları tam tersi oldu. Dağlarıyla alabildiğine yeşil, ayçiçek tarlalarıyla alabildiğine sarıydı.
“Kazıklı Voyvoda”, nâm-ı diğer “Kont Drakula”
Yarasa görünümlü, büyük köpek dişleriyle masumların kanını emen bir vampir… Kont Drakula! Dünyanın en ünlü canavarlarından… Drakula’nın gerçek kimliğini bilenler İrlandalı yazar Bram Stoker’ın 1897 tarihli romanında onu kan emici bir vampire dönüştürdüğü gerekçesiyle abartılı bulabilir. Oysa binlerce insanı kazığa geçiren Drakula, hakkında yazılan, çizilen ve beyaz perdeye aktarılan tüm korku edebiyatından bile daha ürkütücüydü.
Mektuplarını “ejderhanın oğlu” anlamına gelen Drakula adıyla imzalayan Romenlerin “ulusal kahramanı” III. Vlad, Transilvanya’nın ünlü kasabası Sighişoara’da doğdu. Romencede “drakul”un bir anlamı ejderha iken, diğer anlamı şeytan. Yani ejderhanın oğlu olduğu kadar şeytanın da oğluydu o.
Babası II. Vlad’ın Eflak beyi olması nedeniyle Vlad ve kardeşi Radu, Edirne Sarayı’nda II. Murad’ın zorunlu misafiri olurlar. Radu ehlileştirilirken Vlad azılı bir Osmanlı düşmanı hâle gelir. Özgür kalıp babasının yerine geçtikten sonra, Eflak’ın hâkimiyeti için Türklerle ve Romen boyarlarla kanlı bir mücadeleye girişir. Karşısına çıkan on binlerce Romeni, Almanı, Bulgarı ve Türkü kazığa geçirir. Fatih’in başında bulunduğu Osmanlı ordusuna da ağır kayıplar verdiren ve Transilvanya’yı alamadan geri dönmesine neden olan Drakula, başarısına rağmen ordusunu yitirir ve geride harap, sefalet içinde bir ülke bırakır. Dönemin yazarlarından Alman Michael Beheim, Drakula’nın ekmeğini kurbanlarının kanına banarak yediğini ve bunun ona cesaret verdiğine inandığını yazmıştı. Kim bilir belki de ilk vampir efsanesinin çıkışıydı bu sözler.
Romanya efsaneleriyle oldukça renkli bir coğrafya. Yaratılan vampir hikâyeleri Drakula’yla sınırlı kalmıyor. Bunlardan bir de öldürdüğü kişilerin gömüldükten sonra vampire dönüştüğü “Nosferatu efsanesi”. “Bu durumda tek çözüm, mezarı açıp cesedin kalbine kazık saplamak” diyor, bir Romen köylüsü.
Vampir turizmi
Romanya’nın şüphesiz en popüler turistik yüzü Kont Drakula… Resimleri, büstleri, hediyelik eşya dükkânlarındaki magnet, kupa ve anahtarlıklarıyla her yerde o var. 1990’dan önce komünistler ülkelerinin bir vampirle anılmasını istemediklerinden, Stoker’ın Drakulası’nı uzun süre yasaklamışlar. Şimdilerde, tabiri caizse etinden ve sütünden, her şeyinden para kazanılıyor.
Transilvanya’nın kalbi: Braşov
Cemal Safi’nin “şov yapmaktan utanan Alpler’in starı” olarak övdüğü Braşov, Arnavut kaldırımlı sokakları, rengarenk evleriyle büyüleyici bir yer. Teleferikle çıkılan Tampa Tepesi ve Saksonlar’dan kalma Kara Kilisesi’yle iyi korunmuş bir Ortaçağ kenti.
Drakula’nın kalesi: Bran
Stoker’ın romanında Drakula’nın evinin Karpat Dağları’nda, içinden nehir geçen bir vadinin üst tarafında, kayalara oturtulmuş bir şato olduğu anlatılır. Tarife uyan tek yer Bran olduğundan yazarın da buradan esinlendiği söylenir.
Bir kış masalı: Sinaia
İki heybetli dağ silsilesi arasında küçücük, şirin bir kasaba Sinaia. Tam bir masal diyarı. Romenlerin Almanlar’dan ithal edip kral yaptıkları I. Carol’un yazlık saray olarak Bucegi Dağları eteğinde inşa ettirdiği Peleş Kalesi de bu masalsı coğrafyayı tamamlıyor.
Drakula’nın evi Sighişoara
Büyük bölümü üç asırdan eski olan Ortaçağ’dan kalma bu Sakson kenti, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde. Sighişoaralı Drakula’nun evi de Hollywoodvari bir restorana dönüştürülmüş durumda.
Hermann (Sibiu) sizi izliyor…
Romence adıyla Sibiu; Almanca Hermannstadt… Sokakları arşınladığınızda göreceksiniz ki, araya serpiştirilen Romen detaylara rağmen açık ara Hermannstadt. Ülkenin kültür ve sanat başkenti Sibiu, Saksonlar tarafından inşa edilen yedi kale şehirden en büyüğü. Sakson izlerini başta 73 metrelik kulesiyle Evanjelik Kilisesi’nden tutun evlerin mimarisine, her yerde görmek mümkün. Kırmızı kiremitli çatıların küçük pencereleri âdeta kısılmış birer göz. Ve Hermann’ın gözlerine bakıp yürüdüğünüzde sanki bütün kent sizi izliyor.
Arzın merkezine seyahat: Salina Turda
Yerin metrelerce altındaki Ortaçağ’dan kalma tuz madenin içine kurulmuş eğlence parkıyla Salina Turda, sıradaşı bir deneyim sunuyor. Bilim kurgu film sahnelerinden kopmuşçasına fütüristik bir görüntüye sahip olan maden, dünyanın yeraltında kalan nefes kesici yerlerinden.
“2015 Avrupa Gençlik Başkenti” Cluj-Napoca
Romanya’nın en büyük şehirlerinden olan Cluj’un Unirii Meydanı’nda St. Michael Katedrali ve onun yanı başında da Osmanlı’nın hasımlarından Viyana fatihi M. Corvinus’un heykeli yükseliyor. Romencenin yanına Macarcanın eklendiği Cluj, genç nüfusuyla oldukça hareketli.