Djuna Barnes
1892 yılında New York’ta doğan yazar gençlik yıllarında kısa bir süreliğine gazetecilikle uğraşmıştır. Edebiyat anlamında çok fazla üretken değildir ancak yine de en çok ilgilendiği alanın edebiyat olduğu bilinir. 1921-1930 yılları arasında Paris’te yaşamıştır. İlk modernist romancılardan birisi olarak kabul edilir.
1921’de ünlü eleştirmen Edmund Wilson’dan yemek daveti alır. Tam ilişkiye başlayabileceklerini düşünürken Wilson’ın Edith Wharton hakkındaki heyecanlı konuşmasına şahit olur. Edith Wharton’dan hiç haz etmeyen Barnes, o anda bu ilişkiye son noktayı koymuştur. Kadınlarla da erkeklerle de ayrı ayrı gönül ilişkileri yaşamış olan Barnes hayatı boyunca bir kez
Courtney Lemon ile evlenmiş, üç yıl süren bu evlilik hüsranla sonuçlanmış ve Barnes’ın hiç çocuğu olmamıştır. Bunun dışında hayatının aşkı bir kadın ve heykeltıraş olan Thelma Wood’dur. Thelma’yla birlikte uzun yıllar Paris’te yaşarlar.
Barnes’ın erkek sevgilileri içinde Putzi Hansftaengl ilginç olanlarındandır. Adolf Hitler’in sarayının resmî soytarısı olan Putzi ile Barnes’ın ilişkileri Barnes’ın Hitler’e karşı olmasına rağmen devam eder. Barnes’ı içtenlikle takdir edenler arasında Barnes’ın “Geceyi Anlat Bana” isimli en meşhur eserine önsöz yazan aynı zamanda kendisinin de büyük bir hayranlık beslediği T.S Eliot, James Joyce, genellikle hiçbir şeyi kolay kolay takdir etmeyen Dylan Thomas ve Lawrence Durell yer alır. Hatta Lawrence Durell “İnsan Djuna Barnes’la aynı çağda yaşamaktan mutluluk duyar.” şeklinde de abartılı bir cümle kurmuştur.
Barnes’ı takdir edenler yanında bir de sinir edenler vardır. Bu sinir olduğu kişilerin başında “Djuna” ismini kitaplarında özellikle kullanıldığı düşünülen Anaïs Nin gelir. 1950 yılında bir gün Barnes, Malcolm Lowry’yi dairesine davet eder. Lowry içeri girdiğinde Barnes duvara yarı dişi yarı erkek bir şeytan resmi çizmekle meşguldur. Lowry’ye 6 şişe bira ikram eder Barnes. Bu görüşmeleri süresince “Geceyi Anlat Bana” isimli kitabına karşı hissettiği korkularını itiraf eder.
Kitaplarını yayımlamak isteyen bütün yayıncılara da eserlerine “çöp” ifadesini kullanan Henry Miller’a
da hissettiği öfkesi oldukça büyüktür. İnzivaya çekilme yeri diyebileceğimiz Patchin Place’teki
apartman dairesinde multimilyoner dostu Peggy Guggenheim’ın maddi yardımları sayesinde sessiz
hayatını sürdürür ve o dönemlerde şöyle yazar: “Biraz sessizlik ve nefsine hâkim olmaktan oluşan bu
insanlık deneyimimi seviyorum. Sessizlik bu deneyimi daha da uzak noktalara ulaştırıyor ve öldüğü
zaman, ona, insanın dokunduğu ama alıp götüremediği şeylere özgü o ağırbaşlılığı sağlıyor.”
Sevgilisiz geçirdiği bir yaşlılık döneminin ardından 1982 yılında (90 yaşında) yalnız bir kadın olarak
hayata veda eder.