PİER PAOLO PASOLİNİ: AŞKIN ÇOCUĞU… – Karaköy Mono

Bir insan yaşam boyu kaç kimlik taşıyabilir?

İtalyan yönetmen, yazar, şair, senarist PASOLİNİ…

 

Faşizmin iktidarda olduğu bir dönemde dünyaya gelmesinin, yönetimin çarpıklıklarından rahatsız olmasında büyük etkisi vardır. Haksızlıkların, baskıların, faşizmin, emperyalist düzenin, içsel ve düşünsel yozlaşmanın karşısında olmuştur ve yapıtlarında bu karşıtlığı dile getirmiştir. Komünist olması ve filmlerinin aykırı niteliği dolayısıyla yapıtları birçok kez resmi sansüre uğramış, kilisenin ve muhafazakar çevrelerin büyük tepkisini almıştır. Hayatı boyunca insanlığa boyun eğdiren her türlü otoriteye karşı duran bir yönetmen, bir edebiyatçı ve bir felsefeci olmuştur. Hassas konuları cesurca ele aldığı için hakkında birçok dava açılmış ve yasal uyarı almıştır. Piyade subayı babasının faşist lider Mussolini’nin hayatını kurtardığı için meşhur olması ise anti-faşist kimliğiyle öne çıkan ve otoriteyle her daim çatışan aykırı sinemacının hayatındaki en büyük ironi olarak kabul edilmektedir.

5 Mart 1922’de Bolonya, İtalya’da dünyaya gelir. Babası piyade subayı Alberto Pasolini, annesi ise ilkokul öğretmeni Susanna Colussi‘ydir. 1921 yılında Casarsa‘da evlenen çift bir yıl sonra Bolonya’ya taşınır. Oğulları Pier Paolo’nun doğduğu dönemde faşizm iktidardadır ve oldukça güçlüdür. Bu sebepten Pasolini’nin çocukluk yılları piyade subayı olan babasının görevi dolayısıyla sırasıyla Parma, Conegliano, Belluno, Sacile, Idria, Cremona‘da ve kuzey İtalya’da birçok küçük kasabayı gezerek geçer. Annesinin eğitimci olması Pasolini için büyük derecede etkili olmuştur. Zira Susanna Colussi ona şiiri aşılar. İlk dramını annesi, kardeşi Guido’ya hamile kaldığında yaşayaşan Pasolini henüz üç yaşındaydı, o ana kadar ‘sevimli’ olarak gördüğü babası, o andan sonra bir ‘zorba’ya dönüştü onun için… ‘’Annem doğurmak üzereyken gözlerimin yanmasından rahatsız oluyordum. Babam beni mutfak masasının üzerinde hareketsiz hale getirdi, parmaklarıyla gözümü açtı ve göz damlasını damlattı. Ve o ‘simgesel’ andan itibaren babamı artık sevmemeye başladım.’’ 

1925 yılında, Belluno‘da, Pasolini’lerin ikinci oğlu Guido Pasolini dünyaya geldiğinde  Guido, derslerinde başarılı ve sporda oldukça yetenekli olan abisine büyük bir hayranlık besler. Bu yüzden Pasolini, ilkokuldan sonra Conegliano ortaokuluna başlar ve bu dönemde Teta Velata adını verdiği bir metin yazar. Bir süre sonra uzunca bir dönem bulunacakları Casarsa‘ya yerleşirler ancak 1930’ların ortalarında tekrar Bolonya’ya dönerler. Pasolini lise eğitimini tamamlayıp edebiyat üzerine öğrenim göreceği Bolonya Üniversitesi‘ne kaydolmuştur. Ancak zamanının çoğunu annesinin memleketi olan ve alt kültürle tanışıp oldukça etkilendiği, şiirler yazmaya başladığı yer olan Casarsa’da geçirir. O dönemde ünlü sanat tarihçisi Roberto Longhi‘nden dersler de alan Pasolini için bu tecrübe yönetmenliğinde büyük rol oynayacaktır. Zira görsel stil konusunda kendini geliştirme fırsatı bulmuştur. Üniversite yılları boyunca Luciano Serra, Franco Farolfi, Ermes Parmi ve Fabio Mauri ile birlikte kurdukları grupla Academiuta di lenga furlana‘ni (Furlana dili akademiciği) yaratırlar. Faşist rejime baş kaldırır ve sık sık sol görüşlü gazete II Setaccio’da bir araya gelirler. O dönemde Stroligut dergisine de katkıda bulunur.

1943‘de İkinci Dünya Savaşı‘nın en sıcak günlerinde Livorno‘da askere alınan Pasolini, Almanlar’a silah teslimatı yapmayı reddettiği için ertesi gün askerden kaçar. Bu yüzden ailesiyle birlikte savaşın etkilerinin daha az görüldüğü Versutta‘ya gitmeye karar vermiştir. Ancak Şubat 1945‘te Pasolini ailesi bir kayıp verir. Savaşta bulunan Guido, Osoppo birliğinin diğer elemanlarıyla beraber Porzus‘ta katledilir. Pasolini ailesi Guido’nun ölüm haberini ancak savaş bittikten sonra öğrenebilir. Aile bu haberle yıkılır. 

1945 yılında Pasolini, Lirik Şiir Antolojisi konulu teziyle üniversiteden mezun olur, ardından Friuli‘ye yerleşip, Udine yakınlarındaki Valvasone‘de lise öğretmeni olarak çalışmaya başlar. 1947‘de İtalyan Komünist Partisi‘ne yakınlaşan yönetmen, partinin haftalık dergisi Lotta y Lavoro’da yazmaya başlar. Bir süre sonra kültür ve edebiyat çevrelerinde adını duyurmuş ve ölene kadar arkadaş kalacağı ressam Zigaina ile tanışmıştır. Partide sekreterlik de yapan Pasolini faşist rejime karşı manifesto niteliği taşıyan ve az gelişmiş halk kitleleri üzerinde kilisenin sahip olduğu hegemonyayı da kırmaya yönelik bir eylem olan diyalekt kullanımının yaygınlaşmasına katkıda bulunur. Ancak aktif olarak politik mücadele verdiği bu dönem kısa bir süre sonra biter. Zira Pasolini, 1949 yılında öğrencileriyle eşcinsel ilişki kurduğu yönündeki suçlamalar nedeniyle öğretmenlikten ve komünist partiden ihraç edilir. Ramuscello‘da üç çocuğa sarkıntılık etmekle suçlanan yönetmen çok zor duruma düşmüş, hakkında birçok dava açılmış ve hem sağ hem de sol görüşteki herkes ona karşı tavır almıştır. 26 Ekim 1949 günü Komünist Parti’den resmen atılır. Pasolini kendini aklamaya çalışırken her şeyini kaybeder. Annesiyle de bir süre arası açılan yönetmen uçuruma yuvarlanmış gibidir ve Friuli’den kaçmak ister. Sonunda annesiyle birlikte Roma şehrinin dışındaki varoşlara yerleşip yeni bir hayata başlar. 

Bu dönemde alt-proleterler ve onları çevreleyen suç dünyasıyla ilgilenmeye başlayan yönetmen, bu temalarda yazılar yazar. Varoşları anlattığı ilk kitabı “Ragazzi de Vita”yla ilgilenir. Bir süre sonra senaryo editörü olarak çalışmaya başlayan Pasolini, yavaş yavaş kendine gelmeye başlayıp suçlandığı dönemin etkilerinden kurtulmaya çalışır. Kitaplarını yayınevlerine gönderen Pasolini bir yandan da Anna Banti‘nin ve Roberto Longhi‘nin Paragone dergisi için İtalyan diyalektleriyle yazılmış şiir antolojileri hazırlar ve kitabı Raggazi di Vita’nın ilk bölümü bu dergide yayımlanır. 1954‘te Monteverde Vecchio‘ya taşınan yönetmen en önemli diyalekt şiir seçkisi La meglio gioventu‘yu okuyucusuyla buluşturmuştur. Bir yıl sonrasında ise ilk kitabı Raggazi di Vita nihayet yayımlanır. Okuyucu tarafından beğenilmesine karşın edebiyat çevresinin “Bayağı bir zevkin ürünü, muzır ve adice” olarak nitelendirdiği kitap yüzünden İçişleri Bakanlığı Pasolini’ye dava açmış, kitap toplatılmıştır. Ancak önde gelen entelektüel ve yazarların çoğunun güçlü desteği ile aklanan yönetmen için bu sadece bir ilktir. Zira keskin ve başkaldıran üslubu daha da güçlenecek ve skandallara neden olacak, resmi sansüre uğrayacaktır. Yine aynı dönemde yönetmen pek çok iftiraya maruz kalıp ucuz gazetelerde yer almaya başlar. Hakkında hırsızlığa yardım ve yataklık, silahlı soygun gibi bir çok uydurulmuş suçlama bulunur.

1957 yılında Pasolini ilk sinema projesi için kalemini eline alır. Fellini‘nin La notti di cabiria isimli filminin diyalekt kullanılan bölümlerini yazan yönetmenin adı jenerikte diğer senaristler Bolognini, Rosi, Vaccini ve Lizzani ile birlikte yer alır. 1960‘daysa aktör olarak ilk deneyimini gerçekleştirir ve II Gobbo isimli filmde rol alır.

Giorgio Bassani, Maura Boligni gibi birçok yönetmenle çalışma fırsatı bulan Pasolini, ilk filmi için 1961‘de kamera arkasına geçer: Accattone. Daha sonra Mamma Roma ve Ro.Go.Pa.G. gelir. İlk filmlerini realist dönemde çekmemesine rağmen akımdan etkilenmiş gibidir. Ancak Kral Oidipus ve Medea gibi mitolojik temalar içeren filmler de yönetmiş olan Pasolini ağırlıklı olarak amatör oyuncular, doğal mekanlar kullanmış, diyalekte geniş yer vermiş ve bu yüzden realizme daha çok yaklaşmıştır. Yaşam üçlemesi adını verdiği filmlerinden ilki Decameron’u çektiğinde siyasi ideallerini gerçekleştirememenin ve işçi sınıfını kurtaramamanın imkansızlığını anlatır. Bu üçleme onun için düş içinde düşten ibaretti. Sistemin her şeyi kirlettiğini ve düş görmeyi bile yasakladığını düşünüyordu ve üçlemesinde düşsel öğelere yer vermişti. Ancak son filmi Salò o le 120 giornate di Sodoma, faşizmi büyük bir çıplaklıkla gözler önüne serip tüm iğrençlikleri olduğu gibi yansıtır. Oldukça rahatsız edici bulunsa da eleştirel bakış açısı nedeniyle film tüm zamanların en önemli filmlerinden biri olarak kabul edilmiştir.

2 Kasım 1975 günü şair, film yönetmeni ve amansız muhalif Pier Paolo Pasolini, Ostia’daki bir inşaat şantiyesinde ölü olarak bulunur. Olayla ilgili olarak Pelosi adlı 17 yaşındaki işçi bir genç gözaltına alınır ve suçunu itiraf eder. Yönetmen feci halde dövülmüş sonrasındaysa kafasının üzerinden arabayla geçilmiştir. İdeolojik ve dini görüşleri nedeniyle öldürüldüğü düşünülür ve cinayetin arkasındaki güçlerle ilgili araştırmalar başlatılır. Ancak Pasolini’nin ölümü de en az hayatı kadar tartışmalı olmuştur ve son nokta konulamamıştır. 1995 yılında Marco Tullio Giordano tarafından çekilen “Pasolini: Bir İtalyan Suçu” adlı bir filmde cinayetin İtalyan makamlarınca gerçekleştirilmiş olduğu düşüncesine somut olarak yer verilir.

Yapıtlarıyla sıradanlığın çok ötesindeki Pasolini, ölümü ile de sıra dışı oldu, oysa basit bir hayatı arzulamıştı belki de…

Sadece şair olarak 

        yaşamak isterim  

           çünkü hayat yalnızca kendisiyle ifade edilir…

Hazırlayan: Ömer YÜCEDAL