Şanslı olmak diye bir şey vardır insanın dilinde. Bu şans, talih de denir kendisine, güler insanın yüzüne. Zamanı belli değildir, kime vuracağı da. Herkes öyle bir bekler ki bu talihi, işte o zaman gök yarılır o kişiye bir müjde iner. Tamam rahat ol dostum, kurtuldun. Bu dünyada artık sana ne hüzün var ne zorluk. Yaşa artık bundan sonra keyifle. Ama tabii ki yaşayabilirsen!
Yaşamak ne zor bir meslektir. Herkesin de asıl işi olan bu meslek kimileri tarafından hor görülür kimileri tarafından takdir edilir, kıymeti bilinir. Ama insan nankördür Kutsal Kitap’ların da dediği gibi. Tüm güzel şeyleri unutur, kıymet bilmez, hayatı parayla pulla ölçer, sevgi, saygı da ancak lafta kalır.
İnsan! Bilmek, görmek ister. Her şeyi kurcalar durur. O kadar ki kendisini unutur ve nerede duracağını bilemez. Dünya denilen toprak parçasına, yahut gezegene hakim olacağını her şeyiyle sahip olacağını düşünür. Ve hatta kaç milyar insan yaşasa da tek başına her birey her şeyin sahibi olmak için dertlenir durur; tatmin olmayı daha doğrusu mutlu olmayı bilmez. Kendi küçük dünyalarında yaşayan insanlar da göremez bunu ve üç kuruşluk huzur dediği şeyi bozmayayım diye körleşir, sağırlaşır, duyarsızlaşır…
Peki olan kime olur? Tabii ki insanlığa. İnsanım diye gezene. Kendini bir halt sanana. Zulümde sınır tanımayana, aklını yitirene, kendini satana ve onlarla birlikte herkese!
Dünya çapında bir virüsümüz var. Evet koronavirüs. Geldi ve Dünya’yı dümdüz etti. Herkesi evine tıktı. Bütün bilinen yaşamı, formülleri altüst etti. İnsanı yendi, korkuyu gerçek kıldı. Çünkü herkes artık şunu biliyor, bana da vurabilir ben de ölebilirim. Böyle bir gerçeklik son zamanlarda ne kadar da acı bir şekilde yok sayılmıştı demek ki. Belki fütursuzca büyüme, ahlaksızca ilerleme, paranın tasallutu, iktidar savaşları ya da kendini bilmezlerin cahilliği bizi hakikatimizden kopardı ve Dünya denilen gezegen hadsiz insanların çöplüğü oldu. Biz zavallı kalabalıklar da bunlara rağmen yaşamaya çalışıyor her şey daha güzel olacak diye kendimizi avutuyorduk. Gündelik telaşlarımız, ya da kişisel çıkarlarımız gerçeğin üstünü hep örttü. Dindarımız da kendini aldattı en bilimcimiz, politikacımız, halkımız, ahlakçımız da. Nerede duracağı belli olmayan bir sürükleniş Doğa Yasaları Gereği durmak zorunda kaldı.
Belki de akıllanma zamanı!
Hangi insan, hangi yaşantı, hangi ekonomi, hangi edebiyat, hangi ilişkiler, hangi iktidar yani kısaca kim, ne, neden?
İnsanları alışkanlıklarından kopardı aniden. Tek gündem oldu kendisi: Covid-19. Bir sürü organik ya da suni ilişki biçimi tarumar oldu. Kendini birden evinde, ya da ininde bulan insanoğlu şimdi ilaçların, aşıların ve karşısındaki insanın insafına kaldı. İşte gözle görememek, anlayamamak, hissedememek, geliyorum diyeni görememek böyle bir şey.
Vay anasını!
Her şey alt ve üst. Kimse kimseye güvenemiyor. Herkes bir başkasına potansiyel tehlike gözüyle bakıyor. İnsan hem yaşadığına hem yaşayacağına lanet ediyor. Bu ne lan dedirten bir sistem var şu an yeryüzünde.
Ölümler hep yaşlılardan ya da daha çok yaşlılardan. Ölsün mü yaşlılar? Acaba hayat bizi bu noktalara getiren, umursamadan cahilane yaşayan yaşlı bir nesilden ve azıcıkta ona yaltaklık eden gençlerden intikam mı alıyor? Yahut bütün bu olup bitenler bilge olarak gördüğümüz çok tonton, sevgi dolu gördüğümüz yaşça büyüklerimizin elleri-yaptıkları yüzünden mi geliyor başımıza? Bütün dünya hem saygı hem sevgi duyacağımız büyüklerimizin yapmadıkları ya da düşünemedikleri yüzünden, aldanmış kandırılmış olmaları yüzünden yeter artık mı diyor?
-Neye layıksınız?
-Ölüme.
Bu hayatı haketmiyorsunuz, çünkü gelişmiyor, gittikçe herkesin daha zengin, daha mutlu, daha sağlıklı olması gereken dünyada tam tersi olduğu için sizin yerinizi başka bir canlı başka bir tür alabilir mi deniyor? Ya da size onulmaz acılar, fena tecrübeler yaşatabilir mi denmek istiyor bir virüs sayesinde hayatın devamını sağlayan süreçler…
Evet tabii ki vardı, insanın oyunları, eğlenceleri, ürettiği işler, bir takım süreçler, yapılar… Neye yarıyor şu an, hiçbir şeye.
Çünkü bu dünyada zulüm var. Çok açık. Birçok insan acılar, imkansızlıklar içinde yaşarken gözümüze gözümüze sokulan bir takım yaşam biçimleri her şeyin sonu demek.
Ne kadar çok kitap var, ve konuşan. Ama bilgelik yok. İnsanilik çok zayıf. İrfan da eksik. İç görü yok gibi. Ne dindarı ne entelektüeli… bir virüs bunu o kadar belli etti ki geniş halk kesimleri nasıl dayanarak yaşadı bunca hayatı, soruyor insan.
Vay anasını!
Yok ama, artık bundan böyle farklı olsun. Ölmeyenler, yaşayanlar artık bir şeylerin yanlış gittiğini akıllı davranarak yönetim süreçlerinin, bilgi mekanizmalarının yeniden düzenlenmesi gerektiğini görsün.
Öyle ya da böyle ölecek olduktan sonra, haysiyetli, onurlu bir mücadele içinde ölmek yakışır insana da. Belki de tarihin sonuna geldik. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ne din, ne ekonomi, ne devletler ne de ilişkiler. O zaman bir şeyler kökten değişsin ve yeni bir yaşam modeli üretilsin. Tüm embesiller ve mallar hayatın dışına, her aklı başında sorumlu insan hayatın merkezine.
Bas bas bağırmak lazım yeter artık diye. Kandırmayın lan milleti; insanlığı, geçmişi, geleceği… Sonu sizin için kötü olur çünkü!