BİRAZ MELANKOLİK BİR ATMOSFERİ VAR… – Karaköy Mono

İdil Çağatay müzikle yaşayan, hisseden birisi. Böylesi sanatçıları keşfetmek, dünyalarının içine girmek ve hayata dair, kendimize dair yeni şeyler bulup hatta kendimize itiraf edemediğimiz bir şeyle onun desteğiyle yüzleşmek şansı verebilir… Sadece müziğinin tınılarıyla değil sesi ve sözlerinin gücüyle tam da karşımızda duruyor İdil ve bize zamanda bir boşluk yaratarak yeniden hissetme, düşünme imkânı vermeye çalışıyor… Hepimizi ayrıca hüzünlendiren yaşamın yeniden kapanıp açılması sürecinin başlangıcı olan Sonbahar için bir triloji. Beklenildiği gibi melankolik, beklenildiği gibi hüzünlü, hem umut dolu hem de uyarıcı… İşte sesle, sözle insanın iç yolculuğu… İdil ile yaptığımız keyifli söyleşi size de ilham verecektir umuduyla…



Sevgili İdil, yeni yaşını ve son şarkılarını kutluyorum. Zor bir süreçten geçerken bu sonbahar senin için farklı geldi diyebiliriz sanırım. Uzun bir sanat hayatın var ama öncelikle ‘Sonbahar’ dan konuşalım istiyorum. Bize biraz söz eder misin, son çalışmaların nasıl ortaya çıktı?

Çok teşekkür ederim öncelikle. “Sonbahar” uzun süredir üzerinde düşündüğüm, son bir senedir ise detaylı çalıştığım bir triloji. Biraz melankolik bir atmosferi var. Toz pembe bir rüyadan uyanış gibi sanki. Zaman, ölüm, umut gibi kavramları fazlasıyla merkeze oturttuğum, fonda ise  sonbahar mevsiminin metaforlarını kullandığım bir anlatı benim için. Zamanla sürekli bir kavgam var dolayısıyla bu triloji biraz zamanın zaferine yazılmış bir ağıt gibi oldu diyebilirim. İçindeki üç şarkı ise sonbaharın üç ayını temsil ediyor. Her ayı temsil eden şarkının klibini paylaşmak suretiyle kronolojik bir sıra oluşturdum. Eylül’de “Yağmur” , Ekim’de “Sonbahar” yayınlandı. Şimdi Kasım şarkısı olan “Kırlangıç Göçü”nün video klibini hazırlıyorum.

Aslında “Opera” mezunusun, sonrasında uzun yıllar opera üzerine çalışmaların var. Sonra da dinlediğimiz harika sözlere ait Rock albümler. Aradaki o geçiş nasıldı? Sanat hayatından söz edebilir misin biraz?

Çocukluğumdan beri üretim yanım hep ağır basmıştır. Küçük yaşlarımda şiir yazmaya, beste yapmaya çalışırdım. Elbet bir gün bir yerde dışarı çıkacaklardı. Opera benim için tutku ama sanırım içimdekileri seslere, sözlere dökmek bir zorunluluk. Konservatuvar yıllarımda da, operada da hep biraz marjinal ve asi bir tarafım vardı ama hep iyi bir öğrenci oldum ve işimi olabildiğince iyi yapmaya çalıştım. Ama bir yerden sonra kendi sesim olmak, kendi şarkılarımı yazıp söylemek istedim. Böylelikle sesimin farklı tınılarını da keşfedeceğim bir yolculuk başlamış oldu. Müzikal anlamda yapmak istediğim çok fazla şey var, zamanla kavgam biraz da bu yüzden…

2010’da “Kırmızı” bir çok konserler ve yurtdışı festivalleri… Anılarla dolu bir müzik yolculuğu ama merak ettiğim, daha çok hayal ettiğin nelerdi? O zamandan şimdiye senin yolculuğun nasıl? Umduğun gibi mi?

Rasyonel bir bakış açısıyla bakarsak olması gerektiği gibi… Zaman insanı bir heykel gibi yontuyor, tecrübeler şekillendiriyor. Benim tarafımdan bakıldığında hep daha fazla şey yapılabilirdi çünkü ben hayalperest bir insanım ama zaten her şey olması gereken zamanda olması gerektiği kadar olur. Çünkü o anki koşullar o an yaşananı doğurur. Seçimlerimiz sonuçları belirler. Müzik yolculuğu çok doğru bir ifade benim için. Öğrencilerimle konuşurken de müzikten yolculuk olarak bahsederim. Sonunu hiç kestiremediğimiz, maceralarla dolu, renkli bir yol. Ben o yolu seviyorum o yüzden hep daha fazla yürümeye çalışıyorum…

Güçlü sesinle güçlü bir kadın olarak  ‘Aile içi şiddette hayır’ desteklerin oldu. Bu çok önemli bir çalışma ve destek, tüm kadınlar için öncelikle teşekkür ediyorum. Araf sana neler kattı? O günlerden ve gördüklerin olduysa tanıklık belki, söz edebilir misin?

Bu duygudaşlık ve düşünce birliği için ben teşekkür ederim. Araf tam anlamıyla başkalarının sesi olabilmek adına yazdığım şarkı görünümünde bir çığlık aslında. Bir kadın olarak toplumun, siyasetin, kültürün kadınla ilişkisini dert etmeden duramıyorum. Hepimiz  hayatımızın  bir döneminde ayrımcılığa, fiziksel, psikolojik ya da ekonomik şiddete maruz kalıyoruz. Kadın cinayetlerinin politik olduğunu zaten biliyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğini bir şekilde hissediyoruz. Buna ses verebilmek için önce farkında olmak gerekir. Şiddet o kadar yanı başımızda ki artık farkında olmamak mümkün değil. Benim dilim müzik, ben derdimi o şekilde daha iyi ifade edebildiğimi düşünüyorum. Sadece biraz empati kurmak bile insana çok şey söyletiyor. Keşke daha fazlası elimden gelse daha fazla ses olabilsem…

Müzik o kadar çok hayatının bir parçası olarak senin ilham aldığın, dinlediklerin kimler? 

En başta klasik müzik bana çok ilham veriyor. İster istemez kulağımda ilk önce klasik armoniler tınlıyor. Ben müziğin bir çok türünü severim her türünü ise dinlemeye çalışırım. Aziza Mustafa Zadeh hayranlıkla dinlediğim bir jazz sanatçısıdır mesela. Rock müziğe dönersek Skunk Anansie çok severim. Vokali Skin’in benim için yeri ayrıdır. Son dönemde Leprous çok severek dinlediğim bir progresif metal grubudur. Daha bir çok isim var tabii, şu anda ilk aklıma gelenler bunlar.

Ve son olarak, o güzel bestelerini nasıl yapıyorsun? Sözler mi, müzik üzerine mi çalışıyorsun ilk? 

Aslında şöyle yapıyorum diyebileceğim bir formülüm yok. Bazen kulağıma takılan bir melodi bazen de bir cümle ya da bir söz şarkıya dönüşebiliyor. Bazen de söz, müzik bir anda geliyor. Mesela “Ateşler İçinde”nin ikinci şarkısı “Affet”i o şekilde yazdım. O anki hissiyatıma göre değişiyor. O yüzden sürekli sesli ya da yazılı notlar alarak yaşıyorum.

-Vakit ayırdığın için çok sevgiyle teşekkür ediyorum. 

-Ben teşekkür ederim. Sevgilerimle ?