Altair 1979 yılında Barselona’da gezgin ve antropolog Pep Bernades ve üniversiteden sınıf arkadaşı Albert Pardol tarafından öğrencilik yıllarında iki arkadaşın Hindistan ve Nepal seyahatlerinden sonra açtıkları fotoğraf sergisi üzerine ortaya çıktı. İki arkadaş antropoloji kariyerine kampüste değil de yollarda devam etmeye karar verdiler. Dünyayı antropoloji bilimiyle en iyi şekilde nasıl anlayıp anlatabiliriz diye sorduklarında iki yeni mezun arkadaş: “Seyahatle!’” diyerek yollara koyuldular.
Fakat Barselona’ya her dönüşlerinde bu bilgileri halk ile paylaşacak mekân eksikliğini fark ettiler. Bu kişisel fotoğraf sergilerinde yaşadıkları tecrübeden sonra şehrin merkezinde küçük bir yer kiralayıp kırk bir yıllık serüvenlerine başladılar.
“Çılgınlık mıydı?” diye sorduğumda elbette tam bir çılgınlıktı diyor. Hiçbir yerde bulunmayan kitaplar ve herkesin toplanıp seyahatle ilgili konuşmalar, fikir alışverişleri yapabilecekleri sergi salonu, kafe ve yayınevi olarak planlandı. İsmini Arapça kökenli ‘uçan kartal’ anlamına gelen elnars-el-tair’dan alan Altair ismini verdiler: Uçan Kartal Kitabevi.
Altair’in her ay bir ülkeye ayrılmış vitrinlerinden gülümseyerek (seyahat et şifa bul, atasözümüzün etkisi ile) içeriye girdiğinizde Pep’in de hayranı olduğu Amin Maalouf’un Afrikalı Leo kitabında geçen satırlarını dünya haritalarının arasından geçerek yaşıyorsunuz: “Hiçbir ülkeye, hiçbir şehre, hiçbir millete ait değilim. Ben yolların çocuğuyum, kervansaraylar benim vatanım.”
İlk açtıkları küçük dükkân yetmeyince biraz daha büyüğünü kiraladılar. Son olarak da şimdiki 1000 metrekarelik yerine, 65.000 seyahat arşivinden oluşan iki katlı mekâna yerleşti, ortağı emekli olma kararı alınca.
Pep, bir kriz çıktığında ilk olarak kültür ve yayın dünyasının etkilendiği birçok ekonomik krizi tek başına atlattı. Her zamanki gülen yüzüyle şikâyet etmeden: “Ama hiç böyle bir kriz görmemiştim kırk bir yıl boyunca. Amazon’a karşı savaşamıyoruz. Kitap satışlarımız durma noktasında olmasına rağmen tekrar inşa edeceğiz, elbette,” diyor umutlu bir şekilde.
Pep, 2001 yılında yürüyemeyecek duruma gelerek seyahat özgürlüğünü de elinden alan ani bir hastalık geçirdi. “Hastaneye gittiğimde bir hafta kalacağımı düşünmüştüm fakat bir buçuk yıl kaldım hareket edemeden, konuşamadan yarı bitkisel hayatta. Doktor yanımda duyma ihtimalinin olacağını düşünmeden ‘yaşasa bile bitkisel hayatta ömrünü geçirecek artık,’” dedi. Ama bugün bastonlarıyla yürüyor, arabasını kullanarak her gün kitabevine gelip bilgisayarının başında odasında dünyanın birçok yerinden kendisini ziyarete gelen gazeteciler, antropologlar, diplomatlar, yazarlar, akademisyenler ile toplantılarını yapıyor.
Hastanede ilk kendine geldiğinde ne yapmıştın diye sorduğumda: “Hemen uçak biletimi alın,” demiştim. Ve pandemi dönemine kadar hâlâ gezmeye, gözlemlemeye ve Altair gezi dergisinin editörlüğünü yapmaya devam etti.
Birçok emlakçı kitabevinin peşinde olsa da Pep, son nefesine kadar dünya edebiyatını, kültürünü tanıtan sergiler, konuşmalar yapmaya ve yılda iki kez farklı ülkelere ayrılmış dergiler çıkarmaya devam edecek. Bu gezi dergileri arasında bir İstanbul bir de Türkiye dergisi bulunuyor. Fakat 15 yıl önce çıkarıldıklarından günümüz İstanbul’u için ne gezginlere ne de araştırmacılara artık referans olamıyorlar. Şu anda sponsor olan ülkelerle dergileri tekrar güncelleyerek çıkarmaya devam ediyor.
İçeriye girdiğinizde 1979 yılında açıldığı ‘biraz daha uzaklara gidelim’ sloganı ile gerçekten çok uzaklara gidiyorsunuz. Kırk bir yıl önceki sloganıyla birlikte Barselona Belediyesi tarafından şehrin simgesi olarak koruma altına alınması gereken mekanlar arasına dahil edildi.
“Her sektörde başlayan ve yayın sektöründe de devam eden sadece ticari bakış açısıyla savaşmak için bile olsa emekliye ayrılmayı düşünmüyorum,” diyor. Kitap süpermarketlerine karşı belgesel tanıtımları, kitap tanıtımları, kitabevinin hemen karşısında yer alan Barselona Üniversitesi hocalarının ders çıkışlarında ücretsiz olarak halka seminerler vermek istediklerinde mekânı kendilerine bırakıyor. Kitabevinin kafe bölümü çoğu zaman öğrenci ve hocaların, yazarların toplanma mekânı olarak İstanbul Üniversitesi’nin karşısındaki eski Küllük Kahvesi’ni hatırlatıyor biraz. Sponsor bulup yeni bir İstanbul dergisi çıkarabilirseniz bir yazıyı Küllük Kahvesi’ne ayırın, diyorum. Bir de Nespresso makinesinin yanına son yıllarda çıkan Türk kahvesi makinesi alma sözü veriyor en son 20 yıl önce ziyaret ettiği yeni İstanbul’u tekrar görmeye geldiğinde.
“Dünyayı sadece kitaplarla, haritalarla, çıkardığımız dergiler ile değil kafe menüsünde yer alan humus, nane çayı, Güney Amerika, Balkan börekleri ile belgesel tanıtımları, edebiyat söyleşileri gibi farklı açılardan tanıtıyoruz. Satmak için mi paylaşmak için mi yapıyoruz kültürü?” diye soruyor.
Turizmin geçmişi en fazla bir yüzyıl öncesine dayanıyor. Neden turistik seyahatlere ilgi daha fazla? Çünkü daha ucuz. Yaz tatili seyahat programları sorulduğunda Helsinki, Budapeşte, Montevideo gibi şehirleri öneriyorum. Kimler yaşıyor oralarda? Ne yapıyorlar? Şehirlerin haritalarını eline alıp şehrin içerisini hayal etmek, kampanyalı ucuz biletlerden alıp, şehirle ilgili iki roman okuyup (internet gezi yazılarından bahsetmiyorum) hem ucuza hem de ilginç destinasyonları görüp dünyaya gerçekten diğer türlü bakmak için. Kültürü turizm için kullanmak başka, turizmi kültürün hizmetine vermek bambaşka. Satma ve kazanma telaşı ile kültür ve turizm dengesi bozuldu ve onarılması zor sonuçlar doğurdu. Turizmin ne anlama geldiği üzerinde düşünülmüyor. Sadece turizm şehre ne kadar ekonomik kazanç getirir planları yapılıyor. Biraz zaman alacak ama bu denge elbette bir gün oturtulacak.
“Biliyorum kitap yazmayı düşünmüyorsun ama yine de sorayım: İyi bir gezi kitabı nasıl yazılır biliyor musun?” “Geziyi düşünmeden.” Her kitabın kahramanı muhakkak bir mekân ve şehirdir. Aynı şeyleri okumaktan artık yorulduk. Mesela sürekli ‘ben’ zamirinin geçmesi. Bir ülke başkalarının gözlemleriyle ve edebiyat ile keşfedilir. Masasına raflardan Ara Güler’in fotoğraf albümünü, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Huzur”unu ve Orhan Pamuk’un “İstanbul”unu bırakıp pandemi sonrası Amazon gibi kurumlara karşı yenik düşmüş Altair gibi kültür merkezlerini tekrar inşa etmek için şehir ve edebiyat söyleşilerimize devam etmek üzere vedalaşıyoruz…
Hazırlayan: Nesrin Karavar