Nisan’da başlayan bir yolculuk evrilerek devam ediyor. Apartman 52’de kendisine emanet edilen bir bina ile içsel bir yolculuğun; sanat hareketi ve üretiminde, devamında gerçek bir yolculuğa nasıl dönüştüğünü sevgili Bedia Ekiz ile konuştum. Bu değerli proje ve sonrasını heyecanla takip ediyorum. Şimdi sizlerle aslında yolda başka bir yola devam eden o ilk bölümü Apartman 52’de başlayan bu yolu paylaşıyorum. Genel olarak Bedia Ekiz’in emanetinde olan serginin küratörü sevgili Tuba Kocakaya ve Lara Lakay, diğer değerli sanatçılar ve binaya ruh verenler:
Ali Kanal
Z. Ayşe Hatipoğlu
Gökhan Deneç
Bedia Ekiz
Cansu Yıldıran
Cins
Dila Yumurtacı
Dinçer İşgel
Eşref Yıldırım
Gaye Su Akyol
Gökhan Deniz
Gökhun Baltacı
Güler Güçlü
Hakan Gürsoytrak
İris Ergül
Kıvılcım Güngörün
Leman Sevda Darıcıoğlu
Meltem Sarıkaya
Mustafa Horosan
Özgür Can Taşcı
Sevim Kaya
Tayfun Gülnar
Zeynep Özkanca
1- Sevgili Bedia seninle birlikte bu söyleşi için çok mutluyum. En son sergin ve sanat hayatın üzerine sorularım olacak fakat sorularıma başlamadan biraz seni dinleyebilir miyiz? Kendinden söz etmeni isterim bizlere.
Yel Değirmeni’nde bir apartmanda atölyem vardı. Apartman 52’de. Yedi yıl orada hem yaşadım hem işlerimi ürettim bütün hayatım orası oldu. Aslında orada büyüdüm biraz, bunun dışında resim yapıyorum sürekli ve çizmeyi hiç bırakmadım hayatım boyunca.
Hep resim yapıyordum. Yatılı okulda okuduğum için birazcık bilinçli bir geçiş yaptım resim hayatıma. Çünkü ortaokul bittiğinde bize hangi liselere gitmek istediğimiz soruluyor ve bütün liseler hakkında bilgi veriliyordu. Ben sürekli resim yaptığım için güzel sanatlar lisesine gitmeye karar verdim. Sonrasında Adana Güzel Sanatlar Lisesinde okudum. Gerçekten üniversite gibi bir liseydi ve çok şey öğrendim orada. Sonrasında İstanbul’da olmak istedim sadece; çünkü İstanbul Avrupa’da bir köprü görevi görüyordu. Evet Türkiye’deysem eğer İstanbul’da sanat okumalıyım diye düşünüp İstanbul’a geldim. Sonrasında Yeditepe Üniversitesinde master yaptım. Özgün olarak çalışmaya da birazcık Yeditepe ile birlikte başladım diyebilirim. Sonrasında sergilere, rezidanslara, uluslarası projelere katılmaya başladım.
2- 2012’den bu yana karma sergiler ve çoğu projede sanat severlerle birliktesin. Seni en çok etkileyen sergin hangisi merak ediyorum. Eminim hepsi çok heyecanlı ama senin için anısı, ayrı bir yeri olan sergi hikâyen var mı?
Aslında her sergi sanatçıya başka bir şey öğretiyor. Çünkü sergi yaptığın zaman orada kendine üçüncü göz olarak bakmaya başlıyorsun. Atölyede hep kendinle iç içesin, iç sesini dinliyorsun sorularınla, dünyanla, hayallerinle baş başasın. Ama böyle bir sergiye gittiğin zaman sergi alanında kendi işlerine baktığında sanki böyle senin ruhunu bir duvara asmışlar ve sen orada kendine üçüncü göz olarak bakmaya başlıyorsun ve her sergi aslında bana bir şey öğretiyor, içimdeki bir soruyu cevaplıyor. Fakat benim en unutamadığım sergilerden bir tanesi art factor’de olan sergiydi. 2019 Aralık’ta açılmıştı bu sergi, burada çocukken oynadığın bir oyunun ensalasyonunu yapıyorum. Aslında orada kendi kendime oynadığım hayali arkadaşlarımla olan bir ensalasyondu bu. 2014 senesinde tekrar gerçekleştirdim. Ve art factor’de de “bir maniniz yoksa” sergisi Yel Değirmeni’nde sanatçılardan oluşuyordu. Bir maniniz yoksa işte annemler sana gelecek, teyzemler sana gelecek. Komşuluk ilişkileri üzerine olan bir sergiydi bu. Bir Yel Değirmeni haritası yaptım ve komşularımın adreslerini belirttim. Bir de kendi ensalasyon ve videomu ekledim. Orada iki dünyamla yüzleştim; bir tanesi Yel Değirmeni’nde olan Bedia, bir tanesi de köyde olan Bedia’ydı ve Bedia hep arafta yaşıyordu; fakat o sergi alanındayken dedim ki, ya dur bir dakika sen iki dünyanın da içindesin, arafta olmana gerek yok. Burada olduğun sürece bütün oyun arkadaşların hayali olmayacak gerçek olacak, köye gittiğinde yine aslında oyun arkadaşlarım hayali olacaktı ve kendi kendime bir hayatım olacaktı. Oradaki sergi benim içimdeki bir düğümü çözdü ve o düğümden sonra benim içimde bir ateş oluşmaya başladı böyle daha çok resim yapmak, daha çok yaratmak, atölyede kendimle olmakla ilgili. Dediğim gibi her sergi çok özeldi ama bir maniniz yoksa sergisi benim için bir düğümü açtı, bir kilidi açtı.
3- Sanat & Resim kendini özgür kıldığın bir yorum olarak mı var hayatında yoksa çok farklı bir boyutta tarifi bulunuyor mu içinde?
Özgürlük zaten hani ayrı bir konu ama benim için bir konuşma dili, sessiz bir konuşma dili. Yani aslında hem böyle çok bıcır bıcır konuşan bir insanım ama bir taraftan da çok içine kapanık bir insanım. Resim; duygularımı, benim hayal dünyamı, hayatımı sansürsüz bir şekilde ifade etmemi sağlıyor. Ve bu sansürsüz ifade tabii ki kendimi daha özgür hissetmemi sağlıyor çünkü artık içinde bir şey taşımıyorsun ve bunu bir dille dışarıya vuruyorsun. O yüzden resim benim hep bir dilim oldu, hayatım oldu.
4- Apartman. Ve serginin en başına dönersek; biraz nasıl oluştuğundan bahsedebilir misin? Serginin ilk senle fikir aldığını biliyorum. Bu süreç nasıl başladı.
Başında da söylediğim gibi ben Apartman 52’ye yedi yıl önce geldim. Ve orası bana emanet edilen bir binaydı ve daha sonrasında bina satıldı, Hayri Ödensoy Bey geldi, mimar. Ve bizim o binada oluşturduğumuz ruhu çok sevdi. Benim en üst katta teras katında atölyem vardı, hem orada yaşıyorum, hem resimlerimi yapıyorum, hem üretiyorum; misafirlerim, galeri olsun, koleksiyoner olsun, öğrenciler olsun oraya geliyorlar. Orada oluşturduğum bir dünya vardı. Ve bunu Hayri Bey çok benimsedi, çok sevdi ve çok takdir etti. Aynı şekilde bir arkadaşımın hemen benim bir alt katımda -Sevim Kaya- atölyesi vardı. Yaşam tarzı da benim gibiydi, onun hayatı olmuştu orası, hem üretiyordu hem ders veriyordu. Hayri Bey bir gün bana bir şey dedi: Ben burayı alırken sizi de içinde aldım dedi ve bana bir gün bir soru sordu, burası senin olsa ne yapardın? Çok samimi bir şekilde düşündüm bunu. Gerçekten benim olsa n’apardım diye ve bu sergi projesinden bahsettim; böyle bir sergi olurdu. Sonrasında artis rezidanslar, eğitimler bunlarla devam ederdi. Çünkü burası böyle nefes alan bir yer. Burası hem bizim nişanımız, hem ekmek yediğimiz, hem kazandığımız, hem ürettiğimiz aynı zamanda da komin bir şekilde de paylaştığımız bir yerdi, bu ruhun bozulmasını istemezdim, dedim. Aradan tabii (ben bu verdiğim cevabı unuttum) 9 ay gibi baya bir zaman geçti. Burada bir solo sergi yapar mısın diye sordu, komple binada. Ben bina çok büyük ve çok güzel bu yüzden burada bir solo sergi değil de bir proje sergisi yapardım diye söyledim. Çünkü artık paylaşmanın gerektirdiği bir dönemde yaşıyoruz yani birlikte daha bereketli olduğumuz bir dönemde yaşıyoruz. O yüzden bir proje sergisini fikir olarak ortaya koyduk. Sonrasında “mamut art projesi”nde, 2014’te, Tuba’yı tanımıştım. Çok yakın arkadaş olduk, işlerimizi takip ettik ve bunu Tuba’yla paylaştım. Tuba Kocakaya da bu projeyi çok benimsedi ve sevdi, bu işin art direktörlüğünü aldı. Çok güzel başarılı bir şekilde hem sanatçıları topladı hem projeyi geliştirdi ve çok benimsedi. Çok samimi bir şekilde bunu yaptı ve hep birlikte yaptık bunu…
5- Bina çok ayrı bir atmosfer veriyor insana; sergilenen tüm eserlerle birlikte yaşayan bir canlı gibi. Atölyen hâlâ orada, masada çiçeklerin, boyaların, kişisel eşyaların, hâlâ terk etmediğin bir dünya. Gelen izleyiciye tam olarak neler vermek istiyor bu dünya?
Atölyenin dışında binanın yaşayan bir ruhu var. Çünkü aslında girdiğinde var olduğundan beri yaşayan kuşlar var mesela, çatısında martılar yaşıyor. Kendi içinde sadece insan canlarını değil de hayvan olarak adlandırdığımız canlıları da besliyor. Ve oradaki yaşantı olarak hem tarihi dokuyu görüyoruz hem gashane borularını görüyoruz; bunlara hiç dokunulmamış. Ve o yaşantısını, o ruhunu hissedebiliyorsunuz. Bir çok sanatçı arkadaşımız buradaki binanın ruhuna göre üretim yaptı, bazıları da kendi işlerinden koymak istedi ama çoğunluk genelde bina için üretim yaptılar. Benim atölyemi olduğu gibi çıplak bir şekilde bırakmamın nedeni de orası benim yedi yıldır yaşadığım bir yerdi. Orayı hayatımın bir geçit noktası olarak gördüm hep. Benim için bir geçit yoluydu orası ve bir gün oradan çıkacağımı biliyordum çünkü hayat devam ediyor ve sen hep yolda olmalısın ve fakat bu sergi projesi ile ben mahremlik konusu üzerine çok düşünmeye başladım çünkü mahremimi kamuya açıyordum artık bu bende nasıl bir etki yaratacaktı bilmiyordum bir sanatçının mahremi atölyesidir, genelde sanatçıların atölyesi çok özel, gizlidir; bilinmez çünkü orası senin özel dünyandır, sancılı dünyandır, işte doğum yaptığın dünyandır, doğuramadığın dünyandır. Bununla birlikte tamam o zaman mahremini paylaş sen de o zaman çırılçıplak ol diye düşündüm atölyeyi organik bir şekilde bıraktım. Biraz özgür bıraktı bu beni sonuç olarak ama mahremimi açmakta çok zor bir şeymiş çünkü böyle sanki auran delinmiş de insanlar oradan içeriye sızmış gibi hissediyorsun. Ama bu seni aynı zamanda da özgür bırakıyor.
6- (Hepsi hala gözlerimin önünde…) Uzak Yakın Hafıza Mesafeler isimli resimlerin; derinlik ve içinde bir kayboluş hissi verdi bana. Biraz bahseder misin sen hangi duygularla beslendin, daha çok nerelerde gezindin eserlerini yaratırken?
Eserlerime uzak yakın mesafede hafızalar dememin nedeni birazcık belleğimi zorlamak bilinçaltımdaki izler anılar çocukluğum ve o izler üzerinden yola çıkarak aslında hafızamda ezber olan peyzajlar bunlar. Çukurova’dan çok beslendim. Kendim Çukurovalıyım ve bütün çocukluğum orada geçtiği için yalınayak bir şekilde orada çırılçıplaktım. Oradaki o çıplak duygulu hallerim ve belleğimdeki o izler, anılar, o cevaplayamadığım sorular, travmalar ya da güzel olan travmalar bunlar, çünkü güzel bir çocukluk geçirdim. Ben hep çok uzaktım oraya ve hep sadece bir misafir gibi sekiz yaşımdan sonra hep böyle misafir gibi ziyarete gittim. Belki o duyduğum özlemden dolayı o uzaklık ve derinlik vardı. Çukurova’nın boşluğun içinde bir perspektifi var. Oradan olan beslenmelerim. Bir de bir gün Yaşar Kemal okurken İnce Memet’de, benim yürüdüğüm yerlerden, benim geçtiğim yollardan, benim geçtiğim gölden, yörük çadırlarından bahsediyordu. O beni çok etkiledi. Biraz böyle Yaşar Kemal’den, çocukluğumdan beslendim.
7- Çizimlerinin içinde aslında pek öyle karelere bakamadığım ama beni içine çeken bir eserin vardı. Bir Tavşan. Bu eserinden biraz konuşalım isterim. Hayvan hakları ülkemizde hâlâ onca şeye rağmen yasaya konulamayan bir acı maalesef… neler düşünüyorsun bu konuda?
Aslında hiçbir hak yasaya konulmuyor o yüzden hakkı savunmalı mıyız savunmamalı mıyız bilmiyorum. Bence herkes kendi bireysel devrimini yaptığı sürece hiçbir hakkı aramaya gerek kalmaz diye düşünüyorum. Tavşan resmi, bir doktorun bana verdiği özel bir siparişti ve hayvan deneyleri üzerine, bu da bana başka bir bakış açısı getirdi, bir doktorla çalışmak. Çünkü kendi hayvanlarımızla olan bağı kurdum. Bir tane de Afrika virüsü diye yeşil renkli bir resim vardı. O da doktorla tanışmadan önce yaptığım bir resimdi. Kendi çiftliğimize bir anda hayal gibi gelen bir virüs vardı, bir gün sonra da aşkları gelmişti ve hayvan deneyleri üzerine o resmi yapınca aslında bazı soruların cevabını tavşanla buldum, iyi geldi. O resim şu anda Amerika’da bir tıp okulunun kitabında. Evet bu empati hep vardı içimde. Hayvan hakkı, toprak hakkı, kadın hakkı, nefes hakkı, çiçek hakkı. Bunlar hep hayatta var olan şeyler, bazen sadece aynaya bakar gibi bir şey. Karşına çıktığı zaman aynada kendini görmek gibi, seni onunla, kendinle yüzleştiriyor. Tavşan da benim için öyle oldu.
8- Başka bir alan, belki resim dışında ilgilendiğin bir sanat dalı var mı? En çok nelerle motive olduğunu sorsam?
Dans ediyorum. Yaptığım dansın da bir adı yok. Hatta İstanbul’a geldiğimde 2006 senesinde kendime ilk aldığım bir tane boy aynasıydı, ev eşyam, kocaman. Resimlerime başlamadan önce genelde saçma sapan dans ederim sonrasında oturur resim yaparım. Çünkü o çağdaş modern dans dediğimiz dans bir yandan bir beden ifadesi nasıl görsel resimle sözle ifade var beden ifadesi de birazcık senin daha hem zihnini açık bırakıyor hem kollarını açık bırakıyor. Aynada kendine bakıyorsun dans ederken ve daha özgür olmanı sağlıyor…
9- Sonrasında planların nasıl? Bina restorasyona girdiğinde atölyeni nerede yaşatmaya devam edeceksin? Şu an çalışmaların nerede hayat buluyor hatta?
Zaten bu apartman sergisi, binanın bu yaşayan ruhunu göstermek için, çünkü bina restore olacak ve başka bir ruha girecek. Aslında restore deyince kötü anlaşılıyor ama bu bir iyileştirme. Yani hiçbir şey değişmeyecek sadece bina çok acı çekiyor ve artık iyileşmesi gerekiyor. İyileştikten sonra ben tekrar apartmana döneceğim Bedia Ekiz Stüdyo devam edecek. Ve benim hep çatı katım akıyordu aktığı için hiçbir yere gidemiyordum bu süreçte gezerek resim yapmak istiyorum. Ama atölyem yine geçici bir süre Yel Değirmeni’nde olacak.
10- Son olarak karantina günlerin nasıl? Bu dönem neler yaşadığını bir sanatçı olarak hislerini paylaşabilir misin?
Böyle bir şey yaşamak tabii ki çok üzücü, herkesin kısıtlanması… Bazıları ailelerini sevdiklerini kaybetti çok üzücü bir durum ama bir taraftan da insanlar böyle bambaşka bir yönleriyle yüzleştiler başka bir hayatla karşılaştılar. Artık yeni bir dünya, bir sistem oluşuyor. Bazıları bunu kullanacak bazıları kullanmayacak bilmiyorum. Üzücü bir tarafı olduğu kadar aslında dünyayı ve insanları iyileştireceği bir tarafı olacağını da düşünüyorum. Benim için belki biraz bencilce olacak ama artis rezidans gibi geçti, çünkü sürekli hareket halinde olmaktan, koşturmaktan kendi iç sesimle baş başa kalamıyordum. Bu süreçte kendi iç sesimle baş başa kalıp sadece üretim yaptım, dans ettim, yemek yedim.
Çok teşekkür ederim.