“Luis Martin-Santos” – Karaköy Mono

İspanyol İç Savaş’ı sonrası döneminin belli başlı yazarlarından Luis Martin-Santos, 1924 ‘te babasının askeri doktor olarak bulunduğu Fas’ın El-Araiş kentinde doğdu. Madrid’de tıp öğrenimi yaptı, psikiyatri dalında uzman olduktan sonra Ciudad Real Akıl Hastanesi’nde çalışmaya başladı. Bu sırada yazın alanında da adı duyulur oldu. Politik olaylara karıştığı savı ile ve düşünce suçu yüzünden dört kez tutuklandı; hatta her yıl verilmekte olan Pio Baroja Yazın Ödülü 1963’te iptal edildi, çünkü finale kalanlar arasında Luis Martin-Santos da vardı . Yazar, 24 Ocak 1964’te daha kırk yaşındayken, o yıllarda yasadışı sayılan İspanyol Sosyalist İşçi Partisi’nin bir gece toplantısından dönerken kuşkulu bir araba kazasında yaşamını yitirdi.

Tanınmış İspanyol eleştirmen ve yazın tarihçilerinden Ricardo Domanech’in “bugün için eşsiz, belki de bir daha benzeri yazılamayacak bir yapıt” olarak nitelendirdiği Sessizlik Zamanı, İspanyol İç Savaş’ı sonrası romanının bir dönüm noktasını oluşturur. İlk kez 1961 yılında yayımlanmış olmasına rağmen romandaki olaylar 1949 İspanya’sında geçmektedir; bu dönem İspanyol yazarlarının üstü kapalı da olsa ele aldıkları ya da sürgüne gittikleri ülkelerden yansıtmaya çabaladıkları yoksulluk, acımasızlık, sevgisizlik, kardeşin kardeşe düşmanlığı, ahlak kurallarının yok olduğu ve bilimin küçümsendiği gerçeği, Luis Martin-Santos’un romanında da ele alınmaktadır, fakat yazar yepyeni bir biçemle ve farklı bir perspektifle işliyor bu konuları, daha önce geçerli olan nesnelci kuralları önemsemiyor.

Roman 63 bölümden oluşmaktadır, bölüm başlarında ne ad vardır ne de sayı, bir kaç satırlık aralıklarla ayrılırlar birbirlerinden. İç konuşmayla başlayıp iç konuşmayla biten romanda anlatıcının sesi egemen, ses oyunlarının kişilerin düşüncelerine göre değiştiği bir biçimsel anlatı İspanyol romanı için bir yeniliktir. Baş kahraman Pedro’yu hem kendi iç konuşmalarından hem de öteki kahramanların değerlendirmeleri ile tanıyoruz.

Luis Martin-Santos’un İspanyol romanına getirdiği en önemli yeniliklerden birisi de kullandığı dildir. Bilimsel dil, halk dili, sloganlar, argo sözcükler, yüksek tabaka ile gecekondu insanının kullandıkları dil içiçedir, dille gerçek arasında bir uyum da söz konusu değildir, okuması yazması olmayan bir insanı bilimsel sözcüklerle konuşturduğu gibi, bir bilim adamını da cahil bir insanın diliyle konuşturmaktan hiç çekinmiyor, kimi zamanda küçümsemek istediği kahramanlarını özellikle tumturaklı ve yapmacıklı bir dille konuşturuyor. Noktalama işaretlerinde de belli bir kurala uymamış, kısa tümcelerin ardından bir-birbuçuk sayfalık uzun tümceler geliyor, eğretilemeler, karşılaştırmalar, söylevler, tekrarlar , içkonuşmalar sık sık görülüyor. Luis Martin-Santos için yazın, toplumsal eleştiri yapabilmek, duyumsadığı derin acıyı açıklamak için bir araçtır, bu yüzden daha önceki yazarların yaptığı gibi eleştirilerini üstü kapalı yapmaya gereksinme duymuyor gerçeği ironiyle yansıtmaya önem veriyor. Roman kahramanı Pedro, henüz laboratuvarda fareler üzerinde kanser araştırması yaparken, bulacağı yeni bir ilaçla Nobel Tıp Ödülün’nü alacağı düşüne kapılır, fakat İspanya’nın bilim ve teknikteki geri kalmışlığını hatırlayınca korkunç bir düş kırıklığına uğrar. İspanyol eleştirmen Gloria Doblado’ya göre; “İspanyol evreni, Santos’un klinik bakışıyla, Miguel de Unamuno’nun aforoz ettikleri bando ve operetler İspanya’sına indirgenmiştir.” Pedro’nun çalıştığı fareler, İspanya’yı simgeler, kanser ise ülkenin tedavisi olanaksız hastalığı ile özdeşleşir. Bir tanı koyabilmek için yazar İspanya’nın bir otopsisini yapar.

Kitaptan alıntılar

“İnanılmayacak ölçüde dar bölgelerdeki gel-gitin en canlı anına vücutlarını uydururak herkesin başkalarının yaşam alanını kapmaya çalıştığı karışık ve nefis bir kıyı dilinde gibi biraz rahatsız fakat memnun ortamın darlığına karşın, işgal edilen alandan en büyük payı kapmak isteyen her birey nefes almaya ve vermeye gözü doymayarak, ısıtılmış ve yeniden yanmış etiyle olmazsa, en azından kurallarla, şiirlerle ya da ustalıklı eleştirilerle çıplaklığını herkesin paylaştığı bir utanmazlıkla gösteriyordu, bu kültürlü kalabalık daracık plaja yayılıyordu, bir tanecik ve uzaktaki güneşten olabildiğince yararlanan banyo yapanlardan daha mutluydular, bunların her biri morötesi ışın, vitaminleri, kılcal damarları ve uyuyan melanoforları canlandırarak bedenin dört yüz mikron derinliklerine kadar nüfuz ettiğinde, kendisi ve sürekli kendi kendisine hayran kalan çevresindekiler için birer güneş oluyordu.”

“Düşünmemeli. Olup bitmiş bir şeyi niçin dert etmeli. Bir insanın yaptığı yanlışları başka bir zaman gözden geçirmeye çalışmasının bir yararı yok. Her insan yanlış yapar. Her insan aldanır. Her insan ya karışık ya da doğru yoldan kendi felaketine gider.”

“İnsanlar yaptıkları eylemlerin sonucuna katlanmalıdırlar. Ceza, suçun en iyi tesellisi, olası tek çaresi ve doğal sonucudur. Yalan dolan dumanları ile dolu kafayla bir kukla gibi takla attığı bu pek anlaşılmaz dünyada denge ancak bu ceza sayesinde kurulabilirdi.”

Yazan: Ömer YÜCEDAL