PİERRE LOTİ’Yİ ANLAMAK – Karaköy Mono

Roland Barthes, “Doğu’ya ilişkin bilgisizliğimizi bildik diller (Voltaire’in, Revue Asiatique’in, Loti’nin ya da Air France’ın Doğu’su) yardımıyla yumuşatmaya yönelen düzeltmeleri elden geçirmek gerekir,” der Göstergeler İmparatorluğu adlı kitabında. Bu yazıda Pierre Loti’nin Doğusu’nu elden geçirme çalışmasının yanı sıra Loti’yi de anlamaya çalıştım. Türkiye’de Pierre Loti çoğunlukla siyasi görüşleriyle ele alınmış ya da Aziyade romanı üzerinden değerlendirilmekle sınırlı kalmıştır. Ancak, Pierre Loti’nin Yakın ve Uzakdoğu’yla ilişkisi anlaşılırsa, Loti, Türkiye’de daha iyi anlaşılacaktır kanısındayım.

Evlilikte olsun, dostlukta olsun, her tür arkadaşlığı ayakta tutan bağ, önünde sonunda karşılıklı konuşmadır. Konuşmanın olabilmesi için de ortak bir temel gerekir; çok farklı kültürdeki iki insanın tek ortak temeliyse, ancak en düşük düzey olabilir. Aziyade ile başta Samuel’in tercümanlığı aracılığıyla iletişim kurabilen Loti, Türkçe çalışmalarının ardından onunla ortak bir dilde anlaşmıştır. Ancak Krizantem ile ortak bir dilde anlaşma imkânı olmamıştır. Yine, yüzyıllar boyunca savaşlarla bile olsa Batılı devletler ile Türkiye’nin arasında daima bir iletişim olmuş, ite kaka birbirlerinin topraklarını ele geçirip kaybetme yoluyla, birbirleri hakkında askeri alandan başlayarak kültürel alanda da bilgi sahibi olmuşlardır. Buna karşılık Japonya’nın Batı’da ilgi uyandırmaya başlaması ancak on dokuzuncu yüzyılın ortalarında olmuş, coğrafi uzaklığın etkisiyle de ilk bilgiler hayali öğelere dayandırılmıştır. Bu yüzden Batılı Loti’nin tanıdığı kültürel ortamdan Aziyade ile yaşadığı ilişki bir kadın ile erkek arasında yaşanan romantik ilişkiden farksızken; Batı’dan kültür ve coğrafi olarak çok uzakta bulunan Madam Krizantem’in ilişkisi yapay özellikler sergiler.

Her iki romanda Nagasaki ve İstanbul’da, her iki kara parçasında da aynı amaçla bulunur Loti: Bu kara parçalarına çıkmadan önce yaşadığı mutsuzluğu, monotonluğu ya da görev sorumluluğunu unutmak ve keyifle zaman geçireceği rüya âlemine dalmak. İstanbul’da bunu başarır ve mutlu olur. Ancak aynı mutluluğu Nagasaki’de yaşayamaz.

Loti hiçbir yere yerleşmeden dünyayı gezen ideal bir gezgin olarak temsil edilir (Tahiti, Senegal, Türkiye, İngiltere, Japonya, Fas, Bask Ülkeleri, Hindistan, Mısır). Romanlarında, Julien Vivaud’nun gelişmiş hali olan yazar, anlatıcı ve başat karakter Loti, hali hazırda kaçınılmaz ayrılık fikrinden dolayı başarısızlığa uğrayacak sayısız heyecanlı anların bulunduğu maceraları yaşar.  Ne var ki, yerleşik yabancılığı her ayrılık sahnesinden önce yüzüne vurulur. Loti, Avrupa dışında farklıdır, yabancıdır. Arif olarak kabul gördüğü Aziyade’nin sonlara doğru yüzüne kâfir olduğu söylenir. Madam Krizantem’deyse karşılaştığı cenaze ile Uzakdoğu rüyasının sona erdiğini anlar.

Kişinin kendi kültürünün şekillendirdiği kişisel duygularından, önyargılarından, yaş ve cinsiyet gibi özelliklerinden sıyrılması oldukça güç bir iştir. Bu zorluğun bilincinde olup onun üstesinden gelmek için çaba harcanmalıdır. Yoksa kişinin gördüklerini yanlış yorumlaması uzak bir olasılık değildir. Loti de on dokuzuncu yüzyıl Batılı/Fransız değer yargılarından kendini arındıramamıştır. Türkiye’ye bakışında Doğu miti, Japonya’ya bakışındaysa Japonisme etkili olmuştur. Farklı din ve dilden olduğu için de eserlerinde farklı kültürü kınaması çok şaşılacak bir şey değildir. Türk ve Japon kadınıyla ilişkisinde de bu nokta göz önüne alınmalıdır. Dahası, Loti’nin Türk ve Japon kadını ile ilişkisinde Fransa’da kadınların toplumsal statüsüne bakıldığında, Türk ve Japon kadınından ileri düzeyde olmadığı görülür. Bu dönemde Fransız toplumunda kadının yerinin ikinci planda kalması, diğer bir deyişle, toplumda erkeğin egemenliğinin geçerli olması, ailede söz sahibi kişinin baba/koca olarak sabitlenmesi ve babanın ölümünde miras hakkının büyük oğulda olmasının, 1804 yılındaki Napolyon Kanunları’nda yerini korumasından anlaşılır.

Loti, İstanbul’da hayal dünyasını kurmuş, Aziyade ile hiç unutamayacağı bir aşk yaşamıştır. İstanbul’da yaşadığı o sihirli deneyimleri yeniden yaratmaya boşuna çabalar ve sonunda da başarısızlığını kabul eder. Bunun en somut örneği Nagasaki’de Madam Krizantem ile ilişkisidir. Bu başarısızlığını gizlemek için de nehrin sularında bu evlilikten arınmak ister.

Aziyade’de Türk olarak tanıtılan kişilerin tamamına yakını aslında Osmanlıdır. Bunların başında romanda Aziyade olarak anılan Çerkes asıllı Hatice gelir. Pierre Loti, Türk kadınının on dokuzuncu yüzyıldaki konumunu yansıtırken de Doğu mitine uygun olarak harem temasını kullanır. Bir Batılı’nın Doğu’da yasakları aşıp macera yaşamasının ilgi çekmesi şüphe götürmez. Loti, her romantik Batılı yazarın gönlündeki macerayı yaşamayı başaranlardan biri olarak anılır. Victor Hugo’nun Türkiye’de bulunmadan önce Yunan yanlısı romanlar yazmasının aksine, Pierre Loti’nin Selanik ve İstanbul’da gerçekten bulunmuş olması Loti’nin kurmacasını Batılı okur gözünde gerçekçi kılmaktadır.

Öte yandan, Oscar Wilde, daha 1905’te Pierre Loti ile Japonya ilişkisini çözmüştür: “Aslında tüm Japonya bir icattır. Öyle bir ülke yoktur, öyle insanlar da yoktur. O (Loti) karşılaştığı Japonya ve insanlarıyla illüzyona uğramıştır; bunun sebeplerinden biriyse peşin hükümlerle romantikleştirilmiş Doğu ile karşılaştığı sıradan gerçeklik arasındaki uçurumdur”. Wilde, bu yorumuyla Vivaud/Loti aracılığıyla Japonisme’in Japonya’sını arayan herkesin hayal kırıklığına uğrayacağını bildirmektedir.

Pierre Loti, dünyayı dolaşmış, Türkiye, Tahiti, Batı Afrika, Japonya, Çin gibi ülkelerde uzun süre bulunmuş, ancak en çok sevdiği Türkiye, yani İstanbul olmuş, bu şehirde bulduğu İslam kültürü olmuştur. Bu ise, Aziyade (1879) adlı romandaki kadın karakter, Loti’nin ömrü boyunca sevdiği, Türk haremindeki kadın Aziyade’nin hatırasıyla yakından ilgilidir. Aziyade ile ortak dilde konuşan, tensel birliktelik yaşayan, onun geçmişini ve geleceğini merak eden bir Loti’den söz edilebilir. Ancak Madam Krizantem’le iletişim noksanlığından dolayı tam bir birliktelik söz konusu olamamış, farklılıklar daha ön plana çıkmıştır.

Loti’nin gerçeklikle bağını kurduğu mektuplar İstanbul’da yer alırken, Nagasaki’de eline geçmez. Buna rağmen İstanbul’da hayal dünyasını kurmada başarılıdır, ancak Nagasaki’de bir türlü kendini rüyaya bırakamaz. Bu da Japonya’nın ve Japon insanının Loti ile ne denli farklı olduğunun göstergesidir.

Özel yaşamında eşinin dışında Rochefort’da metresinin olduğu ve gayrimeşru çocuklarının bulunduğu gerçeğinden yola çıkarak Pierre Loti’nin kadınlara davranışı, günümüz koşulları açısından eleştiriye açık görünsede, genel olarak kadınlara tavrı on dokuzuncu yüzyılda Fransız, Japon ve Türk toplumu içinde kadının karşılaştığı tavırdan çok farklı değildir. Diğer yandan, Loti’nin Doğu ve Batılı kadın ayrımı çok açıktır. Batılı kadın akıllı, sevecen ve korumacı “anne” rolündeyken Doğulu kadın, bir oyuncak bebek ya da yavan yaşamı eğlenceli kılacak bir baharattır.

Pierre Loti başarılı bir yazar mıydı?

Pierre Loti’nin başarılı bir yazar olup olmadığı, romanlarında hedeflediği amaç doğrultusunda irdelenebilir.

İlkin, Aziyade ve Madam Krizantem’in her ikisi, başlığındaki ilginç ad, egzotik kapak resmiyle ilgi çeker. Konuşma dili unsurlarına dayanan yazım tarzı ve bol diyaloglarıyla okunması kolay romanlardır. Ara sıra kullanılan yerel dil de egzotik bir unsur olarak ilgi çekmektedir. İçerik olarak modern yaşamdan kaçan, aynı zamanda tam anlamıyla kendisi olamayan bir karakterin çaresiz çırpınışlarını konu alır. Bu haliyle de yazıldığı dönemin genel okuyucusuna birebir hitap eder. Böylece, okuru yormayan ve ilgisini çeken bu iki popüler roman çok sayıda satmıştır. Pierre Loti, böylelikle maddi sıkıntı içinde bulunan ailesine yardım etmiş; evlerini ipotekten kurtarmış ve çoğunluğu kadınlardan oluşan ailesine bir anlamda kol kanat germiştir.

İkinci sebep ise Loti’nin varoluşsal can sıkıntısına çare arayışından kaynaklanmaktadır. İstanbul’a varmadan önceki çökkün ruh hali; Nagasaki’ye gelmeden önce aylarca denizde bulunmasının getirdiği monotonluk; görev sorumluluğu, çocukluğundaki Protestan inancını bir türlü muhafaza edemeyip, sürekli tedirginliğini hissettiği hiçlik duygusu; Katoliklerin hüküm sürdüğü on dokuzuncu yüzyıl Fransası’nda Protestan ailesinin içine düştüğü zor durumların yarattığı fiziksel ve zihinsel olumsuzluklarla boğuşan Loti karaya çıkarak tüm bu yılgınlıklardan kurtulmak istemiştir. Kendi hayal dünyasını kurarak, bir süre mutlu yaşamayı becerebilmiştir. Dahası Loti, eserleri aracılığıyla bugünlere kalmış ve bu satırları okuyan herkesin zihninde yaşamaya devam ederek de ölümsüzlüğe kavuşmuştur.

  Bu sebep-sonuç ilişkileri göz önüne alındığında Pierre Loti, yazdıklarıyla amaçlarına ulaşmada başarılı bir yazardır.

Öte yandan, Aziyade ve Madam Krizantem romanlarının çok satması, Loti’nin iyi bir edebiyatçı olmasından ziyade, on dokuzuncu yüzyıl Fransası’ndaki temel ilgi noktalarını iyi değerlendirmesi ile yabancı ülke ve toplumu iyi gözlemlemesinden kaynaklanır. Bir başka deyişle; Fransız okurun ilgi duyduğu konuları iyi değerlendirip bundan maddi kazanç sağlamıştır. Bu haliyle yaşadıklarını dolayısıyla da kendini, Madam Krizantem’le yaşadığı süreli-sözleşmeli evlilikte olduğu gibi güzel bir şekilde pazarlamıştır.

Roman kalitesini belirleyen en önemli unsurlardan biri olay örgüsüdür. Olay örgüsü, doğru tanımıyla, hiçbir parçası bütüne zarar vermeden yerinden edilemeyendir. Birbirine sıkı bir dokuyla bağlanmış malzemelerden yapılan, tek bir tuğlanın yeri değiştirildiğinde bütün yapının yerle yeksan olacağı bir bina olarak betimlenebilir. Her iki romanda da olay örgüsü zayıftır. Bir kısım çıkarılsa bile romanlar anlaşılacaktır. Mesela, Madam Krizantem’in 1944 yılındaki ilk Türkçe çevirisinde eksik kısımlar olduğu halde roman bu haliyle okunduğunda da anlaşılmaz değildir.

Pierre Loti sömürgeci miydi?

Segalen, Lotiler’in objeler karşısında mistik ve bilinçsiz bir hal içinde olduklarını söyleyip, bu objeleri kendileriyle karıştırdıklarını belirtir. Ona göre, Loti, Hearn ve diğerleri sadece turisttirler, dünyada gezilecek yer bırakmamak üzere gizemli, daha önce hiçbir beyaz adamın ayak basmadığı bir yerden bir diğerine giderler. Bu yer (ve toplumu) üzerine benzetme ve karşılaştırma yapan seyircilerden başka bir şey de değildirler. Bu haliyle de Loti’nin yazdıkları egzotizmle ilintili olup, planlı bir sömürge edebiyatı değildir.    

Günümüzde Paşabahçe çay bardağından, İstanbul’daki bir caddeye, cadde üzerindeki otel isimlerinden, kahve evlerine kadar Pierre Loti ismi verilmiştir. Kudsi Erguner’in Les Passions d’Istanbul (İmaj, 2002) albümünün dördüncü şarkısında yine Pierre Loti adıyla karşılaşırız. Aynı şekilde Nagasaki’de bir parkta Loti adına bir anıt büst dikilmiştir. Bir zamanlar Aziyade ve Madam Krizantem, Loti için ne kadar farklı – egzotik idiyse, Loti de onlar için farklı ve egzotikti. Bu noktada Loti, bu iki Doğulu kadını ve toplumu sömürmüştür diyorsak, günümüzde biz de Pierre Loti’nin adını ve özel yaşamını sömürerek kendimize pay çıkarıyoruz demektir.

Son olarak, Pierre Loti kimdir?

Bir okuyucu olarak Pierre Loti’yi yargılamak ve mutlaka bir kutba yerleştirmek zorunda mıyız?

2000 yılında Tunç Başaran’ın yönetmenliğini yaptığı Abuzer Kadayıf adlı filmdeki başlıkla aynı ismi taşıyan karakter, sokak çocuklarına eğitim tesisi kurma masrafını karşılamak için şarkıcılık yapan bir akademisyenin (canlandıran: Metin Akpınar) mücadelesini konu alır. Filmin sonundaki ayna sahnesinde akademisyen ayna karşısında Abuzer Kadayıf ile tartışır. Ancak iki karakter birbirinin içine öylesine geçmiştir ki, birbirinden ayrılamamaktadır. Aynı durum Pierre Loti için de geçerlidir. Deniz subayı Julien Vivaud, ailesini refaha çıkarmak için başladığı yazarlık mesleği sonrası sosyal çarkın içinden çıkamaz ve şöhretinin esiri olur; Julien Vivaud/yazar Pierre Loti ile roman kahramanı Loti iç içedir.

Pierre Loti, yazdıklarıyla on dokuzuncu yüzyıl insanlarını gidemedikleri egzotik mekânlara götürürken günümüz insanını da farklı bir zamana seyahat ettirebilen, popüler roman tarzında başarılı bir yazardır.