“İLK ATLAS”IN MEVSİMİ SONBAHAR! – Karaköy Mono

İlk albümleri olan İlk Atlas, Nisan ayı başında ayında Fazıl Say prodüktörlüğünde yayınlanan yetenekli piyanist İklim Tamkan ve mezzosoprano Senem Demircioğlu ile müzikal geçmişleri, hayatları, albümleri ve edebiyat hakkında keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Bu röportajın, ikilinin dünyalarını biraz daha size açması dileğiyle…


Müzikle yollarınız nasıl kesişti?

İklim: Müzik, hayatıma babamla girdi… Evi sürekli, türlü enstrümanla inleten bir babam vardı. Gitarlar, plaklar… Aklınıza ne gelirse. Müzisyen olmasına babası müsaade etmemiş, onun da içinde kalmış bu aşk. Kendiliğinden öğrenmiş müziği, arkadaşlarıyla gruplar kurmuş, ancak içinde hep ukte kalmış konservatuar. Gerçi alaylı olmayı da öve öve bitiremezdi… “Konservatuarlı kızım olsun, ama asıl olay alaylılarda tabii…” diye dalga geçerdi. Bir gün eve bir piyano geldi, öylece belli oldu benim mesleğim!

Yani belki bana bıraksalar -derslerim çok iyiydi- belki doktor, mühendis çıkardım. Aile yönlendirmesi önemliydi sahiden, insanın o yaşta pek bilinci olmuyor.

Senem: Müzik sevgisi evvelden vardı. Ailem farkındaymış benim müzik sevgimin ama asıl babaannem vesile oldu. Bir gün televizyonda TRT Çocuk Korosu’nun sınav tarihlerini görüyor, anamdan babamdan habersiz tutuyor elimi götürüyor beni TRT binasına… Kazanıyorum orayı, oradan da hocalarımın ve tabii babaannemin yönlendirmesi ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne…

Flüt çalmak istiyorum o zamanlar. Jüriye gidip “flüt çalmak istiyorum ben” dedim. Onlar da “illa üflemeli çalacaksan trompet ya da trombon çal, dudakların çok kalın” dediler. Ben daha trombon ne onu bilmiyorum… Hasbelkader piyano bölümünde buldum kendimi. Bir süre piyano denen aletle cebelleştim. Baktım çok iyi anlaşamıyoruz, başladığım yere döndüm; şarkı söylemeye! Opera bölümüne girdim üniversitede.

Tür ayırt eder misiniz? Sevmem/çalmam dedikleriniz var mıdır mesela?

İklim: Ben dünya müziklerine hep çok meraklıydım. Caz müziğe bayılırım bir kere. Klasikle yatıp kalkan bir insan hiç olmadım. Ama çıkıp niteliksiz, içime sinmeyen bir şey de çalmam elbet. Tango pek severim, Latin müzikleri, Funk… Piyanoyla biraz kısıtlı bunları icra etmek ama kendi müzik zevkim derya deniz… Türk Sanat Müziği de çalıyorum örneğin düzenleyip. Ne seviyorsam çalıyorum! Arabesk de çalarım, mesela Kibariye’nin Zülüf’ünü bayıla bayıla çalarım, ama düzenlerim tabii kendime göre.

Senem: İklim’in dediği gibi… Türü hiç fark etmez. İyi müzik, iyi müziktir. Dünya müziğini takip ederim. Etnik vokallere bayılıyorum. Başka kültürlerin vokallerini, gırtlak yapılarını anlamaya çalışırım. Her tarzı söyleyebilmek isterim, çok uzun zamanlar çalışmak lazım bunları hakkıyla söyleyebilmek için. O yüzden; dinlemeyi çok sevip söylemeyi de çok istediğimi belirteyim.

Hayatınızdaki kırılma noktaları müziğinizi etkilemiştir, var mı böyle zamanlar?

İklim: Olmaz mı? 18 yaşımda dayanamayıp Avusturya’ya gittim ben. Orada büyüdüm denilebilir. 12 yıllık Avusturya yaşantısından sonra Türkiye’ye bir “kesin dönüş”üm var 2007’de.. O kesin dönüşler hiç kesin olmuyor tabii! Gel gitler benim en büyük kırılma noktalarım oldu. Çift karakterli gibi hissediyordum kendimi; orada başka, burada başka birisiyim. Kılığımdan, konuşmama, saçım başıma kadar her şey değişiyordu. Hatta piyanoyu bırakmış bir müzisyendim yakın zamana dek, sıkılmıştım. Barok müzik yapıyordum, klavsen çalıyordum ince ince… Diğer bir kırılma noktası ise Senem’le tanışmamız! İnsan oradayken normal şartlarda görüşmeyeceği insanlarla görüşüyor yalnızlıktan, sıkıntıdan. İçimden hep şunu sorardım kendime “Türkiye’de olsam bu herifle görüşür müydüm, bu kadınla buluşur muydum?” Ancak Senem’le normal şartlarda da görüşüp anlaşabileceğimi fark ettim. Benim için çok özel ve güzel zamanlardı. Piyanoya dönüşüm de Senem’le oldu. Onunla bir şeyler yapmak için…

Evlenme, boşanma, babamı kaybetmem… Hayatımı, müziğimi eğe büke şekillendirdi.

Senem: Herhalde benim en büyük kırılma noktam piyanoyu bırakıp operayı tercih etmemdi. Öyle çok inişli çıkışlı bir hayatım yok. Verdiğim o radikal karar benim hayatımı değiştirdi. İkincisi ise Avusturya’ya gitmem… Orada da İklim’le tanıştım zaten. Opera tekniğinden şarkıcılığa evrilmem, bunca yıl öğrendiklerimin tersine çalışmam bana çok şey kattı. Epey zor bir süreçti aslında. O konservatif kafadan çıkıp içinde daha çok duygu barındıran bir şeyler söylemek benim için büyük bir değişimdi. Albüm kayıtları zamanı çok acayipti yani!

İlk Atlas’ı bir mevsime benzetseniz?

İkisi birden: Sonbahar kesinlikle! Ama siz her mevsim dinleyin albümü…

“İçinde her şeyden olan müzik”

Tarzınızı dünyada birileriyle özdeşleştiriyor musunuz?

İklim: Sting’in Katia Labeque ile düeti var mesela, bayılıyorum… Sevdiğim müzisyenlerin başka müzisyenlerle yaptıkları projeleri ilgiyle takip ediyorum. Müziğimizi dünyada öyle sabit bir yere koyamayız, içinde her şey var…
Albüm olarak soruyorsan da Fazıl Say’ın “İlk Şarkılar” albümünün yanına konulabilir bir albüm.

Senem: Kendi de ona benzetiyor. Yine şiirlerden derleme birtakım şarkılar… Teknik olarak çok yakın olmasa da yapısal olarak yakın.

Örneğin Fazıl’ın piyanoları çok daha öndedir; biz öyle bir şey istemedik. Bizim müziğimiz iç içe geçti.

Bir gününüz dopdolu müzikle mi geçiyor sahiden?

İklim: Öyle evde durduk yere “Haydi aç da bir Bach dinleyelim Senem!” demiyorum elbet. Ama bir şekilde; dışarıya çıkmaya hazırlanırken, yemek/temizlik yaparken dinlediğim müzik listeleri var. Her moda ayrı bir çalma listesi! Bir şekilde müzik hep hayatımda…

Senem: Bazen çok müzik yaptığımızda biraz ara istiyorum. Sessizlik istiyorum, hiçbir şey duymaya tahammülüm olmuyor… Onun dışında benim de İklim’den farklı sayılmaz.

“Birbirimizi başta hiç sevmedik!”

Bir araya gelme hikâyenizi anlatsanıza biraz? İlginç bir tanışma mı?

İklim: Bence ilginç sayılabilir, çünkü Senem’i ilk başta hiç sevmemiştim! Konuşmuyordu, pek gülmüyordu… “Amaaan ne kibirli tip!” dedim. Halbuki poz kesmiyormuş, sahiden cool imiş. Tanıdıkça önyargımdan utandım, ‘ne tatlı insanmış’ dedim. Sonra hikâyemiz hep beraber aktı. Avusturya’da nehir kenarlarına gider, orada burada gezer, çimlerin üzerinde kitap okurduk beraber. Sırt çantalarını alıp seyahate çıkardık aniden. Beraber bir hayat paylaştık diyebilirim karı-koca gibi sanki! E madem bu kadar beraberiz, neden müzik yapmayalım diye düşündük. Öyle organik bir bağ ile oldu yani müzikal birleşimimiz de.

Senem: Galiba ben de sevmemiştim İklim’i hiç. Operacı, piyanist kaprisleri gibiydi belki. Ama bir baktık sürekli ve isteyerek görüşüyoruz, beraber üretiyoruz… Çok anı biriktirdik!

Bu organik bağ müzik dilinize de yansıdı mı?

İklim: Yansımaz mı! Sahnedeyken beraber nefes alıp veriyoruz sanki. Birbirimizi hiç göremediğimiz anlarda bile, mesela Senem bir konserde benim arkamda kalmıştı, onu göremeden onunla aynı zamanda girebildim parçaya. Her an hissediliyor bu uyum müzik dilimizde. Fazıl Say bizi ilk dinlediğinde “nasıl bu kadar berabersiniz!?” demişti. Sanki yıllardır prova yapıyorduk. Halbuki istediğin kadar prova yap, olmaz o iş böyle. Tamamen hissetmekle ilgili…

“Şiirin çevirisi olmaz!”

Favori şairleriniz, edebiyatçılarınız kimler? Albümdeki isimler nasıl belli oldu?

Senem: Metin Altıok! Albümde de çok Metin Altıok var ama biraz tesadüf… Ben öyle direttim diye olmadı yani. Onun dışında albümdeki tüm şairleri çok sever ve okurum. Bir de şiir, şair deyince Türkiyeli olanlar gelir benim aklıma. Bence şiir pek çevirisi olabilecek bir şey değil çünkü. Sylvia Plath de okuyorum, başka şeyler de okuyorum ama insanın kendi dilinden okuması çok ayrı. Biyografi, otobiyografi okumaya bayılıyorum. Edebiyatçıların, düşünürlerin, sanatçıların biyografileri benim için hayli enteresan.

İklim: Senem bayılır önemli insanların hayatlarına! Bizim özel hayatımızı merak eden yok valla… Sıfır dedikodu! Çok ilgisiz!

Soruna gelince; ilgi duyduğumuz, sevdiğimiz şairleri zaten okurduk sürekli. Albüme koyduklarımız da oradan kendiliğinden akıverdi.

Müzisyen dostlarımız ve besteci arkadaşlarımıza birkaç şiir verdik, onlar bestelendi. Doğan Duru bunlardan birisi, Ajdan Akyüz var mesela… Daha evvel “Şiirli Şarkılar” projemiz vardı aslında. Sahnede söylüyorduk.

Albüm fikri nasıl ortaya çıktı?

İklim: Bir gün özel bir televizyonda bir canlı yayına katılmıştık. Orada Fazıl Say’ın Metin Altıok sonesinden bestelediği “Bu Kekre Dünyada”sını çalıp söyledik. O kadar başka yaptık ki, nasıl tepki alacağımızı kestiremiyorduk, çünkü kendisine henüz dinletmemiştik. Fazıl Say onu canlı yayında duydu ve çok beğendi. Hemen ikimize “Kızlar albüm yapıyoruz!” dedi.

Fazıl Say ile yollarınız nasıl kesişti?

İklim: Ben 18 yaşımda Viyana’ya ilk gittiğimde tanışmıştım. Dolayısıyla süregelen bir dostluğumuz vardı aslında. Daha sonra Senem’le bir ortaklığımız da Fazıl oldu.

Senem: Ben İstanbul’dayken Fazıl Say ile birçok projede çalışmıştım zaten… Sonra bize böyle bir teklifle gelince hemen çalışmaya başladık tabii.

Yaptığınız işin maddi/manevi karşılığını alabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Senem: Seyirci tepkilerinden tatmin oluyoruz. Ancak bu şartlarda müzik yapan insanlar olarak maddi olarak çok da tatmin olduğumuz söylenemez. Türkiye’nin durumu malumunuz…

İklim: Ben kesinlikle daha fazla sahnede var olmamız gerektiğine inanıyorum. Bu konuda da biraz doluyum aslında… Çünkü politik duruşu da belli olan, iyi müzik yapan iki kadınız ve desteğimizi alenen açıkladığımız kadın derneklerinden bile etkinlikleri için davet gelmedi, hayret! “Özeleştiri yapsınlar” derim… Bir de sahne üzerinde olmayı seviyoruz. Birçok müzisyene göre masrafsızız da, hem sahne bizim için motivasyon aracı.

Çok anlaşılamayan müzikler yaptığımızı da düşünmüyorum. Edebiyat dünyasıyla daha haşır neşir olmalıyız. Onların organizasyonlarında da yer almak isteriz. Karaköy MONO’ya da bir edebiyat dergisi olarak bizimle ilgilendiği için teşekkür ederiz…