Karaköy’de sevgili Merve Köken’le birlikteyiz. Son çıkan kitabı Türk Masalları’nı ve diğer kitaplarını konuşacağız. Çok üretken birisi var karşımda. Konuşacak çok konu var değil mi? Öncelikle Merve Hanım Karaköy’e hoş geldiniz. Bizi kırmadığınız için teşekkür ederiz.
Merhaba. Hoş bulduk. Asıl ben teşekkür ederim, bana bu imkânı sağladığınız için.
–Evet, Merve Hanım’ın son kitabı Türk Masalları, Karakarga Yayınları’ndan haziran ayında çıktı. Ama burada başka kitapları da var. Çok üretken biri olduğundan bahsetmiştim. Türk Mitolojisi, 5. baskıyı görmüş. Tebrik ederim. Ayrıca Türk Mitolojisi kitabı Kayıp Rıhtım sitesinin oylamasında en iyi kurgu dışı eser seçilmiş. Yine aynı yayınevinin Kayıp Kitaplar Kütüphanesi serisinde de çokça emeğiniz var. Bu kitapları çok merak ediyorum. Henüz çok gençsiniz de. Aynı zamanda edebiyat öğretmenisiniz. Bu saha için yaptıklarınız çok değerli düşününce. Gerisini sizden dinleyelim mi?
TÜRK DİLİ ve EDEBİYATI ÖĞRETMENİYİM.
-Ben Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeniyim. Aynı zamanda şimdi Sanat Tarihi öğrencisiyim. Zamanında bir de veteriner teknikerliği okumuştum. Öğrenciliği seviyorum. Yüksek lisansımı Yeni Türk Edebiyatı alanında yaptım. Sıkı bir mizah dergisi okuyucusuydum. Bizim yayın dünyamızda da bunun çok köklü bir geçmişi var aslında. Bu doğrultuda da yüksek lisans tezim ‘Latife’ isimli 1874 yılına ait mizah dergisinin deşifresi oldu. Hem deşifresi hem incelemesi üzerine yüksek lisans tezi yazdım.
–Çeviri işine aşinalığınız o günlerden geliyor o zaman?
-Aslında lisans dönemimde de var. Lisansta bitirme tezi olarak Mehmet Rauf’un ‘Hanımlar Arasında’ adında öykü kitabını Latin alfabesine aktarmıştım. O da yayımlanmamış bir eser. Sonrasında yüksek lisans ders aşamasındayken hocamla beraber R. M. Ekrem’in ‘Talim-i Edebiyat’ kitabının sade nesir bölümünü beraber çalıştık. Ve hocamın yanında kendimi eğittim diyebilirim. Hocam Prof. Dr. Hakan Sazyek hem edebiyat kuramları hem edebiyat tarihi hem de Osmanlıca aktarımlar ile ilgili beni geliştiren insandır. Tez için, mizah dergisi çalışmak istiyorum deyince de Osmanlıca bir metin çalıştık. Derginin incelenmesi, karikatürler vs. derken ben tezimi teslim etmiş oldum. Aslında ben Yeni Türk Edebiyatına tutkuyla bağlıyım ve onun uzmanıyım. Ama hayat beni Halkbilim’e kaydırdı. Ama bu sadece bir ilgi. Asıl alanım değil. Asıl yapmak istediğim çalışma, kendi alanımla ilgili. Ama onun biraz daha vakti var sanırım. Çünkü başı ve sonu belirgin değil. 21. yy. Türk edebiyatındaki genel yönelimlerle alakalı bir çalışma yapmak istiyorum. Şu sıralar çok fazla kişi yazıp çizdiği için onu nasıl tasnif edeceğim konusunda kafam net değil. Tam netleşince yapmak istediğim şeylerden biri de bu. Onun dışında Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türk edebiyatındaki eserleri incelemeye devam edeceğim.
–Peki Türk Masalları’ndan bahsedecek olursak bu çalışmanın sizce önemi nedir? Türk Masalları ilk kez mi toplandı?
SÜLEYMAN TEVFİK İÇİN HALKBİLİMCİ DESEK YALAN OLMAZ.
– Hayır, ilk kez olduğunu söyleyemem. Daha öncesinde Süleyman Tevfik gibi çalışanlar var. Ben bunu günümüz diline sadeleştirdim. Bu çalışmayı yaparken Süleyman Tevfik’in hem Şark masallarını hem de çocuklara hikâyeler serisini okudum. Aslında Şark masalları daha fantastik, kurguya dayalı bir yanı var. Ama madem Türk masalları dedik Türk masalları şeklinde çevireyim dedim. Derleme yapmak çok meşakkatli. Süleyman Tevfik üzerinden gitmek istedim. Çünkü kendisinin birkaç eserini yüksek lisans döneminde Türk Mizah Tarihi dersinde görmüştüm. İncili Çavuş’u çalışmış mesela. Süleyman Tevfik, fasikül fasikül şeklinde basmış. Ama ‘Nakili’ diye geçiyor, yani nakleden. Hatta fasiküllerin başına kış gecelerinin iyi geçmesi için okunduğunu, bunları kendisinin uydurmadığını ama derlediğini yazıyor. Ben sadece bu kitapta geçen kadar masal okumadım tabii. Pek çok külliyatı okudum. Diyebilirim ki üniversite arşivleri dolu. Eğer bu alana ilgi duyan birileri varsa kendileri de okuyabilirler.
-Süleyman Tevfik kim bu arada?
-Süleyman Tevfik için halkbilimcisi desek yalan olmaz. Aynı dönemde Şahmeran adında bir kitabı da var. Pek çok şey yapmış: Çevirmenlik yapmış mesela, Fransızca sözlük hazırlamış, Yunus Emre Divanı’nı çalışmış.
–Türk Masalları’nın içinde kaç masal var? Bir bakalım. Yedi masal varmış. Peki bu sıranın bir önemi var mı? Neye göre sıralandı?
BU MASALLAR KÜÇÜKLER İÇİN UYGUN DEĞİL.
-Sıralama bana ait aslında. Fasikül fasikül yazıldığı için her ay basılmış. Fasiküller halinde ilgimi çekenleri de sıralamış olabilirim.
–İlk sırada cinler var. Hamam cinleri!
-Evet, benim en sevdiğim masal. Kamburu olan genç. Hamam cinleri metaforu var orada. Çok ilgimi çektiği için ilk sıraya koydum. Çünkü diğerleri daha didaktik. Aralarında sadece Sihirbazın Marifetleri için fantastik diyebiliriz.
–Aslında ilk sırada cinli masal olmasına şaşırmadım. Çünkü cin, bu coğrafyanın en korkutucu öğelerinden biri. Hatta ilk akla gelen diyebiliriz.
-Kesinlikle. Ayrıca şunu da belirtmem lazım. Bu masallar küçükler için uygun değil.
–Ben de tam oraya gelecektim.
-Zaten masalların yapısı çocukların aklını karıştırabilecek düzeyde. Çocuk masalları da dahil bence buna. Siz daha iyi bilirsiniz tabii. Piaget, belli dönemlere ayırmış ve o dönem içerisinde çocuklar majik düşüncenin etkisi altında. Yani büyüye, fantastik öğelere daha yatkın oluyorlar. Özellikle bu masallar büyükler için masallar. Kesinlikle çocukların bilişsel, ruhsal gelişimlerine uygun değil.
–Peki masallar sizce önemli mi? Mesela, bir milletin edebiyat literatürü için önemli mi?
HİÇBİR ŞEYE BUGÜNÜN DÜNYASIYLA YAKLAŞMAMAK GEREK.
-Diğer bütün türler gibi önemli ama onu daha önemli kılan bence sözlü kültür ürünü olması. Yani hem insanları eğlendiriyor hem de buram buram bir didaktiklik söz konusu. Eski dönemin insanı didaktizme daha çok önem veriyor. Bu arada yeri gelmişken bu konuyu da açmak lazım. Günümüz insanı için masal okumak, dinlemek eğlenceli olmayabilir ama bir yüzyıl öncesi için aynı şeyi söyleyemeyiz. Ben bunu öğrencilerime de söylüyorum. Hiçbir şeye bugünün dünyasıyla yaklaşmamak gerek. Uzun kış geceleri var. İnsanlar nasıl vakit geçirecek? Geceler boyu birbirlerine hikâyeler, masallar anlatarak…
–Her milletin masalı var mıdır?
–Eğer sözlü kültürü varsa masalları da vardır elbette. Destanları da vardır. Çünkü masallar sözlü kültürle gelişir, sonrasında yazıya geçirilir. Türklerde şöyle bir şey var. Her şey yazıya geçmemiş. Okumaya nazaran dinleme ve konuşma daha önde. Anlatı kültürü açısından daha ilerde diyebiliriz. Okuma yazma oranı da düşük. İnsanlar günü daha hızlı yaşadığı için, bunu yazıya geçireyim derdi olmamış. Daha sonra yazıya geçirilmiş.
–Masal denince peki aklımıza ilk kim gelmeli?
– Türkler için mi yoksa genel mi?
–Genel diyelim.
-Bence Propp diyebiliriz. Sonra Bahtin. Çünkü bu kişiler masalların çözümleme biçimini de fonksiyonlarını da bulmuşlar. Sadece masal derlemecisi olarak bakacaksak evet çok masal derleyicisi var. P.N.Boratav, Eflatun Cem Güney… Avrupa’da Andersenler, Grimm Kardeşler, Ezoplar… Birazcık bilimsel yaklaştığınızda Bahtin ve Propp’un çok önemli işleri olduğunu söyleyebilirim.
–Grimm Kardeşlerin adı geçti. Yeri gelmişken sorayım. Bildiğim kadarıyla Grimm Kardeşler, Alman masallarını 1800lerde toparlıyor. Bu iş yapılırken Osmanlı Devleti’nde buna benzer bir çalışma yok. Bizde ilk olarak ne zaman derlenmiş masallar? Bunu kim dert etmiş?
MEHMET FUAT KÖPRÜLÜ BU ALANIN MİHENK TAŞI.
-Halkbilim geliştikçe çalışılmış diyelim. Mesela Fuat Köprülü önemli bir isim. Evet daha çok aşıklık ve saz şairleri üzerine çalışmış ama halkbilimi üzerine de düşünmüş. Sözlü kültür hazinelerinin peşine düşmüş halkbilim kürsüsünü açarak. Zaten bizim yazılı edebiyatımız bile çok sonradan gelişme şansı bulmuş. Cumhuriyetin ilanı ve Türk Tarih ve Türk Dil Kurumunun açılmasıyla çalışmalar ivme kazanmıştır diyebiliriz. İnsanlar ne yapabilir? Savaş var çünkü, olağanüstü bir hâl var. Dur ben masal derleyeyim diyememişler. Böyle bir çalışma beklemek çok ütopik kaçıyor bence.
Bu uzmanların cevaplayacağı bir soru ama şunu net olarak söyleyebilirim, Mehmet Fuat Köprülü bu alanın mihenk taşı. Boratav’ın da masallarla ilgili güzel çalışmaları var. Aslında şöyle de yorumlayabiliriz: Göktürk Yazıtları’nı Thomsen okumuştu. Oryantalizmin etkisiyle yabancı araştırmacılar derlemiş olabilir. Radloff, Potapov, Uno Harva bu insanların Türk kültürüne yaptığı katkılar yadsınabilir mi?
–Acaba merak mı etmemişler? Neden geç çalışılmış?
BUGÜN İÇİN DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDE BİLE İNSANLAR ÇALIŞMA YAPMAK İÇİN SPONSOR ARIYOR.
–İnsanın eğitim düzeyi arttıkça merakı da artar, bence bununla ilgili. 1700’lerde bunu bekleyemeyiz çünkü Divan edebiyatı hâlâ popüler. Bir taraftan halk edebiyatı da ilerliyor ama sonuçta kültürle ilerliyor. Divan edebiyatı bizim kültürel dünyamızı etkilemiş. Tanzimat ve Abdülhamit döneminde eğitimde bir atılım var. İnsanlar masal dinlemiyor mu? Dinliyorlar tabii. Ama bu biraz da imkânlarla ilgili. O zaman insanların fazla imkânı yoktu, hadi sahaya çıkalım, masal derleyelim, diye. Bu sadece Türk masalları için de değil destanlar için de geçerli. Destanları derlemek de problemdir. Ama düşünsenize Kaşgarlı Mahmut bu çalışmayı yüzyıllar öncesinde yapmış. Herkes yapamaz. Sahaya inmek büyük masraf. Bugün için düşündüğümüzde bile insanlar çalışma yapmak için sponsor arıyor. Arkeolojiye bakınca da görürüz bunu. Kazı yapmak da aynı şekilde masraf.
–Mesela Tanzimat dönemi edebiyatçılarını ele alalım. Onların masallara bakışı, çok kötü değil miydi? Fantastik türe yaklaşımları çok sertti diye biliyorum. Acaba bu bakış açısı da etken mi?
-Evet akla Namık Kemal geliyor. Fantastik eserleri kocakarı masalları olarak görüyor.
–Buradan ciddi bir darbe yemiş zaten Fantastik Türk Edebiyatı.
-Aslında fikri olarak Namık Kemal’i de çok benimsiyorum ama şu fikri bize ters gelebilir: Sanat, insanlara hayal kurdurmak yerine bilinçlendirmeli. O bir dava adamı ve herkesin öyle olmasını umuyor. İntibah romanında bile son sözü şu değil miydi? Son pişmanlık fayda vermez. Namık Kemal şiirlerinde, romanlarında tiyatrolarında hep bir şeyler öğretme derdinde. Çünkü bilinç düzeyi yüksek bir insan. Yaşadığı dönem de bireysellik düşünecek dönem değil. İşimiz bunlar değil, diye düşünüyor.
H. Rahmi Gürpınar’a da döneminde çok sert tepki var, fantastik edebiyata yöneldiği için. Neyse ki şimdi değeri biliniyor H. Rahmi Gürpınar’ın. Güzel olan o. Fantastik edebiyat için evet Tanzimat döneminde üstü biraz kapatılmış diyebiliriz. Süleyman Tevfik’in yaptığı iş bu yüzden önemli. Üstelik her fasikülün önünde birer illüstrasyon var. Peri çizdirmiş mesela adam, uğraşmış. İlk gördüğümde çok beğenmiştim, aklım onlarda kaldı.
–O zaman artık Türk mitolojisine geçebiliriz. Türk Mitolojisi 5. Baskısını yapmış tebrik ederim.
-Teşekkür ederim.
–Mitoloji denince akla hep Yunan mitolojisi geliyor değil mi? Peki sizce Türk mitolojisinin bu kadar geri planda kalmasının sebebi nedir?
HER ŞEYDEN ÖNCE SÖZ VARDI.
-Aslında şu anda yükselen değerde Türk mitolojisi. Yapılan çalışmalar arttı. Ama akla ilk Yunan mitolojisinin geldiği kısmı doğru. Bu tamamen PR ile alakalı. Türk mitolojisinde de Türkologlar çalışmış önce. Daha önce de dediğim gibi Türklerin sözlü kültürü yazıya geçirme konusunda bir üşengeçlikleri var. Bu mitoloji kısmında da karşımıza çıkıyor. Çok masraflı bir uğraş olarak görülmüş sahaya inip çalışma yapmak. Ardından da değeri yeterince bilinememiş. Son zamanlarda yükselen bir değer ama çok şükür.
Her şeyden önce söz vardı. Herkes birilerine bir şeyler anlattı. Sadece yaşayıp ölmedi. Düşünsenize insanlar, yüzyıllar öncesinde gök gürlediğinde ya da bir kıran bir hastalıkla karşılaştığında acaba onu nasıl tanımladılar? Nasıl bir doğaüstü güçle açıklamaya çalıştılar? Türk mitolojisi, Şamanizmle de alakalı olduğu için insanlar önyargıyla yaklaşıyorlar bence. Yanlış bir inanış ve üstü kapatılması gerek gibi düşünüyorlar. Mesela lise müfredatında da yok. Dinin etkisi olduğunu düşünüyorum. Çok tanrılı dinle ilgili bir şey öğrenmek istemiyorlar. Ama halbuki bu kültürel bir çeşitlilik. Biz bile Türkoloji okurken derinlemesine mitoloji görmedik. Sadece destan üzerinde işledik.
–Dede Korkut’ta işlemiştik sanki?
-Evet Fuat Köprülü etkisiyle. Fuat Köprülü’nün meşhur sözü var hatta: Terazinin bir gözüne Dede Korkut’u diğer gözüne bu zamana kadar yazılmış bütün Türk eserlerini koysanız yine Dede Korkut ağır basar. Ama hâlâ Deli Dumrul Hikâyesi’nde “Bre kavat oğlu kavat!” sözü sansürleniyorsa durup düşünmek gerek. Popüler tarihçilerden bahsetmiyorum ama bu çalışmaları 50-60’lı yıllarda yapsalardı bugün çok şey farklı olabilirdi.
-Türk mitolojisi deyince akla kimin çalışması gelmeli?
BARTU BÖLÜKBAŞI’NIN TÜRK MİTOLOJİ ATLASI’NI DA EKLEMEK GEREK.
-Bahaeddin Ögel’in çalışması çok önemli. Yaşar Çoruhlu’nun, Fuzuli Bayat’ın bu alandaki çalışmalarını yadsıyamayız. İbrahim Dilek’in Türk Mitoloji Sözlüğü çok önemli, bana da arkadaşım Seçkin Sarpkaya hediye etmişti. Sağ olsun. Sonra Jean Paul Roux, Radloff’un ve Uno Harva’nın çalışmaları var. Türk mitolojisiyle ilgili çalışan tarihçilerimiz ve edebiyatçılarımız var artık, bu sevindirici bir haber. Bartu Bölükbaşı’nın Türk Mitoloji Atlası’nı da eklemek gerek muhakkak.
–Kayıp Kitaplar Kütüphanesi serisinden de bahsedelim. Çok güzeller. Öncelikle bilmeyenler için isimlerini sayalım: Bir Hatıra-i Pejmürde, Canvermezler Tekkesi, Sergüzeşt-i Kalyopi, Başka Dünyalarda Canlı Mahlukat Var Mıdır?, Makinalı Kafanın Hikâyesi.
BUNLARIN HEPSİNİ OSMANLICA ASLINDAN BEN ÇEVİRDİM.
-Bunların hepsini Osmanlıca aslından ben çevirdim. İlk olarak şöyle başladı. Bilge Kösebalaban arkadaşım, Başka Dünyalarda Canlı Mahlukât Var Mıdır? kitabıyla bana geldi. Bunu çevirir misin, dedi ve macera böyle başladı. Çok küçük hacimli bir kitap ama gezegenler ve uzayda yaşam konusundan bahsetmesi yönüyle çok değerli. Osman Nuri Eralp çok önemli bir bilim insanı dönemi için. Bunun dışında çevirmek demeyelim de o zaman kızıyorlar çünkü. Lütfen bunu belirtin. Benim yaptığım Latinize etmek, aktarım yapmak. Ama işin içine bir mertebe sadeleştirme girince çevirmek de oluyor aslında. Lütfen bana kızmasınlar. Bu şekilde işe başladık.
-Peki bu fikir nereden çıktı? Siz bu kitapları nereden buldunuz? Daha önce baskısı yok çünkü Latinize harflerle.
-Yok evet.
–Şaşırdım açıkçası. Bu zamana kadar neden kimse fark etmemiş? Bu açıdan üzücü de.
BEN BU KİTAPLARI OKUYUCUYA ULAŞTIRMAK İSTEDİĞİM İÇİN SADELEŞTİRİYORUM.
-1950’li 60’lı yıllarda bu işler bitmeliydi aslına bakarsanız. Türk mitolojisi araştırma enstitüleri kurulmalıydı. Masallar derlenmeliydi. Tanzimat sonrası bütün eserlerin çevrilmesi gerekiyordu. Akademisyenler bu işi yapmalıydı. Ki onlar eski yazıya benden daha vakıflar dönem olarak. 80’ler darbe etkisiyle geçti, 90’lar pop kültürü zaten. İnsanlar bunlarla uğraşmamış. Akademide çalışılan bir alan değil haliyle.
Eleştiri de alıyorum, neden çevriliyor? Neden orijinal üslupla görmüyoruz diye. Günümüz insanı kolaylıkla okusun ve anlasın diye yapıyorum. Daha çok kişiye ulaşsın. Eğer üslup meraklısıysanız buyurun siz orijinalinden okuyun. Ben bu kitapları okuyucuya ulaştırmak istediğim için sadeleştiriyorum. Yoksa ben orijinal nüshasını okuyabiliyorum. Böyle yanlış bir algı oluşmasın.
İkinci eser ise Makineli Kafanın Hikâyesi, polisiye türünde çalıştığımız bir kitap. Polisiye, çok aşina olduğumuz bir tür, belli bir okuyucu kitlesi var. II.Abdülhamid bile Sherlock Holmes tutkunu, sürekli okuyor. O zamanlar tefrika kültürü de var yani bir nevi arkası yarın. İnsanlar merak ediyor, düzenli bir okuyucu kitlesi var.
Gelelim Sergüzeşt-i Kalyopi’ye. Benim için çok değerli.
–İlk macera romanımız mı diyeceğiz?
MESELA NEDEN MUHAYYELAT İLK MODERN KURGUMUZ SAYILMIYOR?
–Yeni Türk Edebiyatı’nı hep 1860la başlatıyoruz ama 1839 ile 1860 yılları arasında bir şey var. Sadece çeviriler değil, o alanlardaki boşluklarda önemli. Tamam Tercüman-ı Ahval Mukaddimesi yayınlandı. Peki ondan öncesi ne olacak? Akabi Hikâyesi var Vartan Paşa’nın. Sonra Seyreyle Dünyayı, Karamanlıca yazılmış bir eser. Yine bunlardan önce yayınlanmış Giritli Aziz Efendi’nin Muhayyelat’ını nereye koyacağız? Mesela neden Muhayyelat ilk modern kurgumuz sayılmıyor? Sergüzeşt-i Kalyopi’ye gelince… Taaşşuk-ı Talat ve Fıtnat’ın tefrika tarihi 1872, basılma tarihi 1875. Ama bu eser basıldığında tarih 1874. Belki de ilk yerli romanımız Sergüzeşt-i Kalyopi. Bunu illaki akademisyenlerin mi ortaya koyması gerekiyor? Aslında basılan ilk yerli roman Sergüzeşt-i Kalyopi. Tarihe kronolojik olarak baktığımızda bunu görüyoruz. T. Abdi de bu kitabın önsözünde buna yakın bir durumdan bahsediyor: Bizim edebiyatımızda her zaman çeviri eserler vardır. İnsanın bir meyveyi gidip pazardan alıp yemesi ona tatlı gelir ama aynı meyveyi kendi bahçenden kopardığında daha tatlı olur, değil mi diyor. Dolayısıyla ben de kendi edebiyat bahçemizden size bir ilki sunmak istedim, diyor. Zaten buna soyunmuş, fikri bu. Edebiyata gönül vermiş insanlara bir hediye sunmak istemiş. Çünkü öngörüyor. Bizde de çeviri eserler vardı ama o ilk yerli yazar olmak istiyor. Hatta bu eserden Erol Üyepazarcı ‘Gösteri’ dergisinde bahsetmiş, bu kayıp kitapları kim çevirecek diye. Ben Kalyopi’nin çevrilmesini çok istiyorum, diye belirtmiş. O sıra Şaban Özdemir hocaya ulaştım, kendisi Gösteri dergisini çıkaran kişi. Hocam ben Kalyopi’yi çevirdiğimi ifade ettim ve onun aracılığı ile bu kitabı Erol Üyepazarcı gibi birine sunma şerefine eriştim.
–Nerden nereye değil mi?
BİZ NEDEN KORKU YAZMAMIŞIZ?
-Evet. Çok güzel bir tesadüf oldu. Kalyopi’nin ardından ben yine arşivlere dalmıştım. Bana ilginç gelen, kafamı sürekli işgal eden bir soru vardı: Biz neden korku yazmamışız? Gerçekten de bu alanı bizim münevverlerimiz hep es mi geçmiş? Kafamı hep kurcalıyordu bu husus benim. Fantastik bir eser bulacağım dedim kendi kendime. İçime doğdu, böyle bomba gibi patlatacağım dedim. Saçma görülebilir ama gerçekten içime böyle bir his doğdu. Sonra bir gün Ahmet Kamil’in Canvermezler Tekkesi’ni gördüm. Resimli roman diye geçiyor. Bu ne ola ki acaba dedim? Çizgi roman gibi bir şey zannettim. Çünkü o dönemin çizgi romanlarına ilgim var. Okumaya başladım. Hiç beklemediğim bir şey oldu. Zaten karanlık başlıyor kitap. Öyle bir kasvetli hava var ki sizi içine çekiyor.
–Evet girişi çok etkileyiciydi. Ormanda kaybolma sahnesi.
-Karanlık bir orman, karanlık bir atmosfer, bilmeceler… Şoka girdim resmen, Allah’ım dedim ben bir şey buldum! Hemen Mehmet Berk Yaltırık’a yazdım. Benim elimde böyle bir kitap var. Mehmet Berk, Canvermezler Tekkesi’ni ilk okuyan kişi oldu. Gerçekten de bu süreç içerinde bana çok yardımcı oldu başta Mehmet Berk ve FABİSAD grubundan bazı arkadaşlar. Ve bu kitabı da ilk keşfeden ben oldum. Şimdi de yeni bir fantastik novella geliyor. Bu sefer 1916 senesinden.
–Müjde diyelim o zaman!
KADIN YAZAR BULMALIYIM!
-Ne zaman basılır bilmiyorum tabii. Ama çalışıyorum üzerinde. Bundan öncesinde bir kadın yazar keşfim olmuştu. Ben yine kitap arıyordum arşivlerde ama içimden geçen şu: Bir kadın yazar bulmalıyım. Edebiyat dünyasında hep erkekler var. Hep erkek! Bir Halide Edip var bir de Fatma Aliyye. Bu aralar Suat Derviş’in de adını sık görür oldum. Tabii bu çok güzel bir şey. Ben de kayıp bir kadın yazar bulacağım, dedim kendi kendime. Ara tara, çalışılmamış, telifi düşmemiş kadın yazar bulmak çok zor. Bir de kadın yazarlar mahlasla, takma adla yazıyorlar o dönemde: ‘Bir Hanım’, ‘mektepli bir kız’ gibi. Gecelerce aradım Nadir kitabın arşivlerini, Milli kütüphaneleri. Bulacağım dedim. Sonra bir anda karşıma çıktı Salime Servet Seyfi’nin 1901 yılında tefrika edilmiş ‘Bir Hatıra-i Pejmürde’ kitabı. 1911 yılında basılmış ama ‘Hanımlara Mahsus Malumat’ ekinde 1901 yılında tefrika edilmeye başlanmış. Bu arada Canvermezler Tekkesi’ni çevirerek Ali Rıza Seyfi’den ilk gotik roman unvanını almıştım. Salime Servet, Ali Rıza’nın kız kardeşi. Böyle bir ahde vefa yapmış oldum. Hayatın değişik tesadüfleri yakamı hiç bırakmıyor. Ali Rıza Seyfi’nin ablası ve ikisi de donanmada çevirmenlik yapıyor. Salime Servet Hanım’ın şiirleri ve çevirileri var. Feminist olduğunu söyleyemem ama Bir Hatıra-i Pejmürde önemli bir kitap. 1901 yılında Osmanlı’da bir kadın yazar, teknik açıdan günlük ve mektup türlerinin karışımıyla bir roman yazıyorsa, bu takdir edilesidir. Teknik denenmiş çünkü romanın içinde başka bir türe yer verilmiş.
Bir kadın yazarın, daha önce adı duyulmamış bir kitabına ulaşmak, onu ortaya çıkarmak beni çok mutlu etti. Kayıp kitaplar arasında Sergüzeşt-i Kalyopi’nin, Tanzimat edebiyatının seyrini değiştirmesi açısından önem taşıdığını düşünüyorum. Canvermezler Tekkesi ise benim açımdan güzel şeylere vesile oldu.
–Peki bunlar gibi daha gün yüzüne çıkmamış eserler var mı?
-Çok var, arşivler dolu. Benim bilgisayarım sadece bunlarla dolu. Özellikle aşk hikâyeleriyle karşılaşıyorum. Çok fazla yazar var.
-Ve bunlar daha önce çalışılmamış!
-Evet.
-Çok garip. Bu kadarını beklemiyordum.
DAHA ÖNCE KULLANILMAMIŞ BİR TEKNİĞİ KULLANAN BİR YAZARLA TANIŞACAĞIM BELKİ?
-Belki bir şey çıkacak o kadar eserin içinden. Bunu bekliyorum. Daha önce kullanılmamış bir tekniği kullanan bir yazarla tanışacağım belki. Bunu çevirmeden bilemeyiz. Ben Yeni Türk Edebiyatına gönül verdim. Çok sevdiğim bir şey 19. Yüzyıl sonları ve 20. Yüzyıl başlarını çalışmak. O insanları çok takdir ediyorum, çok saygı duyuyorum. Ülke çok çok zor durumda, ülke elden gidiyor ama onlar hâlâ takır takır yazıyorlar. Buna bütçe ayırıyorlar.
–Eklemek istediğiniz başka bir şey var mı?
-Dediğim gibi çalışmaya devam edeceğim. İlk olarak fantastik novellayı sunacağım. Ardından sanat tarihi ve edebiyatla alakalı disiplinlerarası bir çalışma yapmak istiyorum. Kendime ait kurgu bir eser planım da var. İskeleti hazır diyelim. 21. Yüzyıl Türk Edebiyatı’yla ilgili bir çalışma yapmak istiyorum. Onun üzerine düşeceğim.
–Ne güzel, heyecanınız hiç bitmesin Merve Hanım. Sizi tanıdığıma çok memnun oldum.
-Teşekkür ederim.