Anna Laudel Contemporary’de 11 Ocak tarihinde “Dönemler”, “Epochs” adlı kişisel sergisini açan Gazi Sansoy ile ufak bir röportaj gerçekleştirdik. Ressam 1968 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Son on yıllık çalışmalarının bulunduğu “Dönemler” sergisi ise beş farklı başlığa ayrılıyor; ‘Yüzsüzler’, ‘Kutsal Süt’, ‘Biz Kimiz?’, ‘Çıplak ve Örtülü Hikayeler/Arabesk’, ‘Dün, Bugün, Yarın, İstanbul, Dervişler’. Birden çok farklı türden eserlerden oluşan bu sergi uzatılan tarihi ile 26 Şubat’a kadar sanatseverleri Anna Laudel Contemporary’de bekliyor.
1-Hikayenizle başlayalım mı?
1994’te Marmara Güzel Sanatlar Üniversitesi, Grafik bölümünden mezun oldum, 1997’de Yüksek Lisansımı bitirdim. 1991’den bu yana kişisel sergiler, karma sergilerden oluşan 26-27 sene geçirdim.
2-Yeteneğinizi ortaya çıkaran biri var mı? Yoksa bu keşif tamamen kendi çabalarınızın sonucu mu?
Evet tabii şöyle bir süreç ki insanın hayatındaki yapabileceği, yapmak isteyeceği şeyleri görmesiyle ilgili belki de. Benim ilgi alanlarım, yapabildiğim şeyler ise ilkokul-ortaokuldan beri müzik ve resim yani sanat. Sevdiğim şeyler bunlardı. Evde yapmaktan en çok zevk aldığım şey babamın 1960’lı yıllarda Almanya’dan getirdiği resim kitaplarına bakmaktı. Aslında farklı müzelerin 7-8 ciltten oluşan müze kitaplarıydı. Onların içindeki resimlere bakıp bakıp onları kopyalamaya, babamın, annemin aynadan kendimin, arkadaşlarımın portresini çizmeye başladım. Aynı zamanda çamurdan büstlerini yapmak en çok zevk aldığım şeylerdendi. Zaten rahatlıkla yapabildiğim şeylerdi çünkü zevk alıyordum, insan zorlanarak yapabildiği şeyi yapmak istemez, rahatlıkla ve zevk alarak yaptığı şeyi yapmak ister. Yapabildiğim şeylerin üzerine gittim. O zamanlar, güzel sanatlar lisesi olmadığından düz liseye gitmek zorunda kaldım. Haliyle matematik, fizik ve kimyayla aram hiç iyi olmadı. İşkence gibi bir dönemdi diyebilirim fakat ne zaman Güzel Sanatlar Fakültesine girdim işte o zaman hayatım daha da güzelleşti. Okumaktan zevk almaya başlamıştım, lisede gitmek istemezken orda okula koşa koşa gidiyordum. O kadar sevmiştim ki mezun olmak dahi istemedim. Bitirince bile devamlı gitmeye devam ettim. Yapılan işleri görmek de her zaman bana zevk vermiştir. Kısacası insanın içinde olan bir duygu bu.
3-Örnek aldığınız, etkilendiğiniz ressamlar kimler? “İdolüm” diye adlandırabileceğiniz biri var mı?
Açıkçası idolüm diye adlandırabileceğim, örnek aldığım tek bir isim yok ama çok sevdiğim sanatçılar tabii ki var. Beni sanatıyla etkileyen.. Daha çok Rönesans ya da 1600’lerin, 1500’lerin ressamları, Falaman olarak adlandırdığımız Hollandalı ressamlar. Mesala, Jan van Eyck diye bir ressam var ama çoğu kişi tanımaz. Rogier van der Wayden gibi… Bunlar aslında ilk hiperrealist insanlar. Adem’in üstündeki tüylerin hepsini tek tek çizmiş, deli insanlar… Van Eyck 1450’lerde Kuzeyde ilk yağlı boyayı kullanan ressam. İşte sanat tarihi böyle enteresan bir şey. Caravaggio mesela 1960’larda keşfedildi. 1960’a kadar Caravaggio’nun sanatı önemsenmemiş sonrasında olan bir şey sonucu adamın farkına varılıyor. Ve bunlara benzer bir sürü insan var.
4-Türkiye’deki sanatın gelişim sürecini ve ona karşı alınan tutuma nasıl bakıyorsunuz?
Şöyle ki, Türkiye’de sanatın gelişim sürecinde bir batılılaşma var. Daha doğrusu batı sanatını anma, öykünme gibi. Örneğin; Halil Paşa gibi Fransa’ya gidip klasik çalışmalar yapanlar 1800’lerin sonlarına kadar yoktur. Levni’ye olan hayranlığım, şaşkınlığım hep onu ilk Türk ressamı olarak görmemden kaynaklı. 1750’lerde Surname-i Vehbi için, III. Ahmet’in sünnet düğününü resmediyor ki bana göre bu bir milattır. Minyatür ama resme doğru kayan bir minyatür. Aslında resim yapmak isteyen bir adamın yaptığı minyatür diyebiliriz.
5-Beş farklı başlık altında bir araya getirdiğiniz “Dönemler” adlı serginizin hazırlanışı sürecinde neler yaşadınız? Bu süreç sizin için nasıl gelişti? ‘En’ çok zorlandığınız nokta neydi?
Geçtiğimiz yaz aylarının başıydı sanırım burada sergi açabileceğim netleşmişti. Buradaki işlerim uzun soluklu işlerden oluşuyor. Öğrencilerime de aynı şeyleri söylüyorum. bunun bilincinde olursanız başarırsınız. Sabırlı olduğunuz takdirde başarılı olursunuz. Bu işte sabırlı olmak önemli bir şey çünkü; defalarca düşüp tekrar kalkmak zorunda kalıyorsun, bir çizgi üzerinde gidemiyorsun sürekli değiştiriyorsun. Sürekli yeniden değiştirip yapıyorsun. Bu yüzden Picasso’yu oldukça takdir ederim. Yaptıklarını tekrar tekrar bozuyor. Bir çok sanatçının korktuğu gibi “bir çizgi yakaladım, beğenildim, bunun dışına çıkmayayım.” bu bir cesaret işidir. Gerçek bir özgüven gerektiren bir şey. Ben hiçbir zaman “sergim olacak ona göre iş yapayım” düşüncesiyle çalışmadım. Zaten sürekli üretmeye “nasılsa bir yerde sergim olacak” diye çalışmalarıma devam ettim. Örneğin; Levni’nin çalışmalarını yaparken (ben onlara münyatür pop diyorum.) orada kesip, çıkartırken kompozisyon üstüne, o ortaya çıkan boşluktaki mesela “Yüzsüzler” serisinin çıkmasına sebep oldu. Ortaya çıkan boşlukları beğendim ve nasıl değerlendiririm diye düşünürken böyle bir seri ortaya çıktı. Ve üstüne çalıştıktan sonra tamamen kontrast pop renkler kullanınca enterasan bir tezat çıktı ortaya. “Kutsal Süt” serisinde bulunan resimlerde mizansen dikkatimi çekti ve belli yerlere yakınlaştırarak serideki eserler ortaya çıktı. Kütükten olan eser mesela; Tuzla’daki bir keresteci arkadaşım sayesinde ortaya çıktı. Yanına gittiğim bir gün kadın figürüne benzettiği bir kütüğü bana verdi. Alıp getirdim oradan. Tamamlamam üç senemi aldı. Hatta bitirdikten sonra onunla ne yapmak istediğime dair olan deseni buldum ve aslında tam da o deseni yapmıştım. Bi’ anda ortaya çıktı yani. Fakat “Boyacı Sandığı” adlı eser yaklaşık yirmi senelik geçmişi olan bir eser.
6-Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde siyasi hiciv alanında ün salmış isimlerin olduğu köklü bir aileden geliyorsunuz. Bunun eserlerinizde Osmanlı’ya dair unsurlar görmemimize bir katkısı var mı?
Osmanlı tarihi resim kadar çok sevdiğim bir konu. Buradaki eserler dışında paşaların katledilmesiyle ilgili de bir projem vardı fakat yetişmedi. Onu daha sonraya sakladım. Dediğim gibi hep bir ilgim vardı Mevlevi hikayesi gibi.. Yani dedelere sadece kaşımız gözümüz benzemiyor, ruhlarımız da benziyor. Nasıl babamın çizim yeteneği, müzik kulağı varsa benim de var. Ondan da bana geçmiş diyebilirim kısaca. Bu tür ilgi alanları da ruhsal, psikolojik şeyler de geçmiş demekki çünkü kendimi bi’ geçmişte, bi’ günümüzde yaşıyormuş gibi hissediyorum. Sanki o zamanlar yaşamışım gibi hissediyorum.
7- Dönemler adlı serginizden sonraki süreçte gerçekleştirmeyi düşündüğünüz yeni bir proje veya sergi var mı?
Elbette, karma sergiler olacak fakat henüz net bir şey yok.