Sonsuz Yaz’dan beslenen melankoli: Sóley – Karaköy Mono

 

2011 yılında, ilk albümü “We Sink” ile bağımsız müzik dünyasına giriş yapan, 2017 yazında “Endless Summer” albümü ile her çalışmasında kendini ne kadar ileri taşıdığını bir kez daha kanıtlayan İzlandalı müzisyen, akademisyen, anne Sóley ile İstanbul konseri öncesi, en az şarkıları kadar samimi bir sohbet gerçekleştirdik.


“We Sink” ve “Ask The Deep” albümlerinizden sonra, bu yazın ortalarında üçüncü albümünüz olan “Endless Summer”ı çıkardınız. “Endless Summer”a ilham veren şeyler ve albümün hikâyesi nedir?

Endless  Summer… Bunun için hikâyeyi biraz geriden almamız gerekiyor. Ask The Deep albümünün yapım aşaması da tur aşaması da sebebini anlamadığım bir şekilde ruhum için ağırdı. Sanırım, bir yerde sanatı da bu yüzden yapıyoruz. Duygularımızı ve hislerimizi yansıtabilmek için… Ama daha sonrasında bu duyguyu her performansınızda yansıtabilmeniz gerekiyor. Bunun beraberinde sizi sadece melankolik müzik yapan bir müzisyen olarak tanıtması da ayrı komik. Bu ağırlıktan dolayı, bu albümde daha farklı şeyler denemek istedim. Tabii ki melankolik müzik yapmaya bayılıyorum ve asla bu şekilde müzik yapmaya son vermeyi düşünmüyorum ama bir yerde de renkli bir yaz albümü yapma düşüncesini eğlenceli bulduğum için denemek istedim. Çünkü asla “La-la-la”  tadında bil albüm olmayacağının da farkındaydım. Daha önce birileri bana bu şekilde şarkılar yaptırmayı denedi ama… Bırakalım radyo için yapılan şarkıları, radyo için şarkı yapanlar yapsın.

Bu albümde ne kadar stresli veya depresyonda olduğum ile ilgili değil de her şeyde bir ışık görülebileceği üzerine ayrıntılara ulaşmak istedim. Aynı zamanda artık bir çocuğumun olması ile de ilgili bir şey sanırım. Ask The Deep’i yaparken güzel olan her şeyin göçüp gideceği ile ilgili, derin korkularım vardı, ama çocuğum oldu ve asla eskisi gibi olmadım. Sanırım kızımın hayatıma gerçekten bir ışık olması bu albüme büyük bir ilham kaynağı oldu. İnan bana, her albüm, hayatının  bir belgeseli haline dönüşüyor. Belki de beyninden geçenlerin…

İlk albümümde, ilk defa müzik yapmaya çalışıyordum ve gerçekten ne kadar çok şeyi denediğimi görebilirsin. Her şey gerçekten çok eğlenceliydi. Her şeyi yapabilirdim çünkü benim ilk albümümdü. Güzelliği buradaydı, hiçbir şeyle karşılaştıramıyordum. Bazen arkadaşlarım ilk albümlerini yapmaya başladıklarında o nostaljik duygulara kapılıyorum. Bir şeyleri düşünmeden sadece “yapabildiğin” zamanları hatırlıyorum ama sonrasında kendime de soruyorum, “Peki sen neden yapmıyorsun?” veya “Neden karşılaştıma yapmayı bırakmıyorsun?” diye. İnsanlar düşünme dedikçe de düşünmeyi bırakamıyor ve eski albümlerini düşünmeye devam ediyorsun.

Ama aynı zamanda, anladığım kadarıyla birinci albümden üçüncü albüme kadar kademeli olarak ilerleyen bir melankoli var. Evet, her ne kadar Ask The Deep melankolik müziksel yapının zirve yaptığı albüm olsa da Endless Summer’da da bu tınıları duyabiliyoruz. Özellikle ilk albümünüz We Sink’te daha tatlı akorlar hatta küçük perküsyonlar duyabiliyorken Endless Summer’da daha progressive tınılar var. Sizce bu progressive yapı, ilerleyen albümlerde daha da kendini gösterecek mi?

Sanırım Endless Summer’ı yaparken, gerçekten daha karışık, daha deneysel şarkılar ortaya koymak istedim. Bu sebeple bir sürü farklı akor ilerlemeleri ekledim. Evet, ilk duyduğumda “Aman Tanrım, gerçekten fazla garip.” diye düşünsem de bir kaç defa çaldıktan sonra daha normal gelmeye başladılar. Bir pop şarkısında beraber kullanılmayacak dediğin akorlar, bir süre sonra normal gelmeye başladığı için bunları birbirine uydurabilmeye başlıyorsun. Yani bunlar aslında müzik yapmanın basamaklarını tırmanmak gibi… Farklı şeyler deneyerek, farklı enstürümanlar katarak ilerlemek ve müziği daha akustik hale getirmek…

Ama bunu gerçekten yapmak istedim. Bu biraz daha önce keşfetmediğin her şeyi keşfetme isteğiydi. Endless Summer’dan sonra da koroyla veya bir orkestra ile çalışmak istedim. Ama, hâlâ gitmem gerektiğini düşündüğüm bir yolum var. Ben her zaman, ben olacağım ama sürekli keşfederek. Kendini tekrar etmek istemezsin. Yapabileceğini bilirsin, her zaman Ask The Deep ve Endless Summer gibi temalara geri dönebilirsin veya hepsini bir araya toplayabilirsin. Yaparken bunun seni en çok mutlu edecek albüm olacağını düşünebilirsin ama asla tam olarak memnun olmayacaksın. İşte zaten bu yüzden bir şeyleri yapmaya devam ediyoruz.  Aklımız çok karışık olduğu için ulaşamadığınız altının peşinden bu yüzden gidiyoruz. O altın orada, aklınızdayken mükemmel ama dışarıdaki dünyada asla mükemmel değil.

Evet, sonsuz bir yol gibi. Sanat ile uğraşmak sonsuz bir yol…

Sonsuz bir çaba, kendinizle “Neden daha iyi değilsin?” sorusunu sorduğun sonsuz bir kavga… Ama sonrasında sadece bunu yapmayı deniyorsunuz.

Ayrıca bu yıl ,2017’de, Smarason ve Sin Fang ile ayrılmaya başladınız. Ve elektronik ritimler denediniz. Bu çalışmalarınıza gerçekten âşık oldum. Benim için gerçekten çok hoşlar. Ve gelecekteki çalışmalarınızda elektronik ritimler olacak mı, yoksa bu sadece bir diğer proje mi?

Yani durum şu ki, bu işbirliğine başladığımda daha önce bu kadar elektronikle çalışmamıştım,sadece gerçekten uzun ritimler haricinde hiç ritim yapmamıştım. Yani sadece albümü bitirdik, vinil plağı aralık ayının sonunda piyasaya çıkaracağımız için bütün şarkıları bitirdik, yani vinil plakları üretebilmek için şarkıları tamamlamak durumundaydık. Yani burada yaptığım şey, başta “Ah, hayır!” dediğim projede zihnimi açmaktı. 10 yıl boyunca tek olduktan sonra bir fikir üretmek gerçekten zordur.

Ve sonra işbirliğine başlıyorsun ve onlara ya da birine bir fikir sunuyorsun ve onlar bunu değiştiriyorlar ve sen diyorsun ki “Evet…” Ve sonra tekrar dediğim gibi birkaç kez dinlediğinde akor dizisine âşık oluyorsun. Ama bu benim için çok iyi, hepimiz için, çünkü hepimiz yalnız çalışan sanatçılar gibiyiz ve kimsenin bize ne yapmamız gerektiğini söylemesini istemiyoruz. Dolayısıyla bu bizim için güzel bir tecrübe oldu, birlikte çalışarak çok şey öğrendik ve onlar çok iyiler, çok seviyorum onları. Bir kereliğine Sin Fang’la birlikteydim. İstanbul’a geldik.

Endless Summer’dan kesinlikle daha basit olan bu işbirlikteliği için yaptıklarım beni değiştirdi. Onların nasıl düşündüğünü düşünmeye çalışıyordum ve bu güzel bir şeydi. Şimdi bunu daha çok yapmak istediğimi biliyorum. Ama bu şekilde asla yürümezdi.

Aslında az önce dediğin gibi Sin Fang’la beraber uzun bir tur yaptınız sanırım?

Evet, doğru. Başta Seabar adlı bir grupta beraberdik daha sonra Seabear devam ederken solo projesi olan Sin Fang’e katıldım.

Kaydın yayınlanmasından sonra bu elektronik ritim müziği projesiyle bir tura çıkmayı planlıyor musunuz?

Evet planlıyoruz, bunu konuşuyoruz yani gelecek yıl belki olabilir.

Ayrıca, Endless Summer turu başladı değil mi?

Evet mayısta 3 hafta kadar bir tur yaptık Avrupa’da ve sonra temmuzda bir haftalığına İtalya’ya gittik ve bu sonbaharda da şovlar var. Ama yürüyen başka projeler var, İzlanda’da The Art Academy’de derslere de giriyorum.

Ah, bunu bilmiyordum!

Yeni başladım, bir yıl filan oldu. Ben de orada okudum ve oradan mezun oldum ve orada öğretmen olmak büyük bir onur. Gerçekten çok eğlenceli ve bundan çok şey öğreniyorum. Şu an sadece klasik besteler var ama birçok ilginç insan var ve bu çocuklar bestelemeyi bu şekilde öğrenmeli. Yani birkaç şov var ve sonar aralık ayında Japonya’ya gidiyorum, çok iş var!

Ve tabii ki istanbul’daki konserlerini sormam gerekiyor. İstanbul’daki ilk konserini hatırlıyor musun merak ediyorum?

Evet, sanırım İstanbul’a iki kez Sin Fang’la geldim, tam hatırlamıyorum, ama ilk gittiğimde, seninle konuşuyorum diye değil bak, “İstanbul müthişmiş!” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Yemekler “Aman Tanrım!”dı. Yemeğe çok düşkünüm. İstanbul’daki yemekler de müthişti. Vegan olmama ve pek seçmeden önüme geleni yememe rağmen çok çılgın bir deneyim oldu. Tam olarak anlatamam yani, bayıldım. Yemekleriniz çok iyi!

Şehir benim daha alışık olduğum İzlanda’dan ya da Batı Avrupa’dan çok farklıydı. Çok etkileyiciydi. Ve kediler! Onlara yemek veren yaşlı teyzeler… O kadar hoşlar ki! Kısaca İstanbul böyleydi. Gezip gördüğüm şehirler arasında favorilerimden biri İstanbul. Çok farklı ve güzel. Ama çok fazla tepe var, yürümesi biraz zorlu oldu.

Ve aslında Pretty Face akustik-indie bazında düşünürsek Türkiye’de baya patladı. Uluslararası olarak da aynı şekilde. İlk albümden sizin favoriniz de bu şarkı mı?

Hayır hayır, alakası yok. Böyle patlaması çok komik hatta. Avrupa turumda çok yardımı oldu ama bu şarkıyı aslında sadece “gerekli galiba” diye çalıyorum. Aslında son çalışımızda biraz daha güzel geldi. Belki çok eski bir parka olduğu için böyledir, bilmiyorum.  Ama gerçekten bazı şarkıların böyle yürüyüp gitmesi çok ilginç. Kim bu şarkının böyle patlayacağını düşünürdü ki? Müzik dünyası çok tuhaf, neler olacağını asla kestiremiyorsun. Kötü bir şey demiyorum, Pretty Face’in patlamasına memnunum, yani çalması söylemesi çok zor değil ama başka bir şarkı patlasa daha mutlu olabilirdim.

Hangi şarkın mesela?

İlk albümden… Bilmiyorum. Geçenlerde ilk albümü bir daha dinledim ve “Ugh! Wow!” dedim. Ama bir yandan da sıcak bir his verdi bana, albümü kaydeden hayat dolu halimi hatırladım. Mutluyum çünkü her şeyin bir sebebi var, bir işin sonucu o işin öncesine bağlı aslında. Ben de böyle bakıyorum.

İkinci albümünüze gelelim, açılış şarkısı “Devil” kalbimi paramparça ediyor. Bunu karanlık bir yolla yapıyorsunuz ama ayrıca hayal tadında ve ütopik de! Bu tabii ki benim şahsi fikrim, bilirsiniz, ve nasıl yaptığınızı merak ediyorum! Şarkının gerçekten muğlak sözleri var ama bir yandan da onu hayalsi yapan gizli tatlı bir yanı da var!

Evet, o büyük ihtimalle benim sesim! Öyle korkutucu bir sesim yok. Bağırabilirim, o biraz korkutucu olabilir ama şarkı söylediğim gibi söylüyorum ve büyük ihtimalle bu daha yumuşatıyor şarkıyı. Müziğin kendisi daha enstrümental olabilirdi çünkü içinde ses boyutları da var. Öteki yönden bazen vocal, şarkıyı çok korkutucu hale getirebiliyor. Şimdi keşfetmek istediğim sesimle neler yapabileceğim… Çünkü müzik yapmaya başladığımda, hemen müzik yapmaya, albüm çıkarmaya ve turlamaya başladım ve daha önce hiç ağzımı açmamıştım, Şarkı söyleyip söyleyemeyeceğimi bile bilmiyordum. 15 yıl önce biri söyleseydi gülerdim! Çünkü benim sahne korkum var, çok kolay telaş yapıyorum! Ama artık bu kötü bir şey değil, sadece elimden gelenin en iyisini yapmama vücudumun gösterdiği bir tepki. Bunu daha kolay yenmek için yogayı deniyorum ama işin aslı bu, çok rastgele! Çok rastgele oluyor. Küçük bir şey olabilir ama ben “ah!” oluyorum ama diğer şovlarda çok rahatım. Bence bu müzik yapan herkese oluyor.

Ayrıca, dinleyicinize vermek istediğiniz bellli bir duygu var mı, müziğinizle ne söylemek istiyorsunuz?

Gülümseyen ya da ağlayan her insan beni etkiliyor. Gözyaşı güzel şey, bilirsin. İnsanları eğlenirken ya da rahatlarken görmek güzel… Sahne alırken kaygılı olduğum bazı zamanlarda insanların bunun onlarla alakalı bir durum olduğunu düşünmelerinden korkuyorum. Ama içimden “10 yıldır sahnedesin, neden böyle düşünüyorsun?” diye kendime sorup gülüyorum. Ama bu kötü bir şey değil, bu olduğum kişinin bir parçası! Aktör olmayı hiç beceremediğim için sahnede bazen çok abes durabiliyorum. Nasıl normal olunacağını bilmiyorum. Kaygılı olduğum zamanlarda saçma ve garip şeyler söylüyorum. İnsanları, sadece müziğimle eğlendirmek istiyorum.

Evet, okuduğuma göre en büyük ilham kaynaklarınızdan biri de şiirlermiş, bu doğru mu?

Şarkı sözleri için, evet! İzlandaca ve İngilizce şiirler okuyorum. Her zaman bir şeyler yapmak istiyorum; turda olmadığım ya da uçakta takılıp kalmadığım sürece kitap okuyacak vakit bulamıyorum. Dolayısıyla şiirler mükemmel! Sadece okuyorsun, 2 dakikanı alıyor, mesajı anlıyorsun ve genelde hoşlar. Yazmanın bu formunu seviyorum. Şarkı sözlerine de daha çok benziyor. Bilirsin, şarkı sözleri aynı zamanda şiirdir.

Size ilham veren bir idolünüz var mı?

Evet, tabii ki! İdol gibi değiller ama bana bir şekilde ilham veren; kadınlar. Erkekler de var ama sanırım müziğe başlama nedenim, müzik yapan kadınlar. Ondan önce, 16 yaşlarındayken, erkek müzisyenleri dinlerken hiç ilham almadım. Tabii ki çok sevdiklerim var aralarında ama kadın müzisyenler daha farklı…

Benim hayatımı değiştiren iki CD var; bunlardan biri “Olof Arnalds”, diğeri “Joanna  Newsom”un ilk albümü. İki albümü de aynı zamanlarda duydum. Olof’un albümünü dinlediğimi hatırlıyorum ve o The Art Academy’deydi, dedim ki: “Ben de onun gibi olacağım!”, ben de The Art Academy’e girdim. Newsom’un albümünü duyduğumda, en azından ilk albümünde, ikisinin de olağandışı sesleri olmasa da birbirlerinden farklı söylüyorlar. Newso, albümünde yüksek perdeden ve çocuksu bir tonda söylüyor. Besteler daha önce duyduğum her şeyden o kadar farklı ki… Ben de “Wow! Ben müzik yapacağım! Bundan daha fazlasına gerek yok. İkisi de bana ilham veriyor.” demiştim.

O zamandan sonra ikisi de büyük birer ilham kaynağı oldular benim için. Müzik yapmamı sağladılar. Bu harika bir şey. Ve Olof’ın eşi, bas çalıyor, o da çok güzel müzik yapıyor. İlk gençlik yıllarımda dinlediğim ve her zaman hatırlayacağım birkaç albüm var.

Ve Björk… Her gün dinlemesem de o da idol listemde. Onunla iletişim kurduğumda onun dünyadaki en güçlü kadın olduğunu gördüm. Sadece müziğiyle değil, kişiliğiyle bir idol ve ilham kaynağı… Doğayı koruyor ve vizyonu o kadar güçlü ki seni, “Ona dair neyi sevemem ki?” diye düşündürtüyor. O kadar havalı ki, işlerini ya yalnız başına ya da sadece birkaç kişiyle yapıyor. Onun röportajlarını okumak çok hoşuma gidiyor. İnsanlar, “Bu albümü kim yaptı?” dediklerinde kadınsı bir çırpınma alıyor onu. Björk’ü çırpınırken görmek de çok güzel. Çünkü on erkeğin içinde tek kadınsan ve bu insanlar sana bir mikrofonu en iyi şekilde nasıl kaldıracağını söyleyip duruyorlarsa dünyada yalnız olduğunu düşünüyorsun. “Kahretsin, bunu yüz kere yaptım zaten” daha da kötüsü… Her kadının bir şekilde sıkıntı yaşadığını bilmek lazım. Evet, kadınlar bana bir şekilde daha çok ilham verdiler müzik yapmak için. Bence kadınların diğer kadınların neler yaptığını görmesi önemli. Erkeklerin yaptıklarını görmekten çok daha ilham verici bir şey bu. Neden, bilmiyorum. Kimse bilmiyor.

Türk dinleyicileriniz için bir mesajınız var mı?

Oraya gelip yeni şarkılar çalacağız ve tabii ki eskileri de… Tekrar İstanbul’a gelmek için sabırsızlanıyorum.