İLKER AYRIK: HATANIN ALKIŞLANDIĞI BAŞKA MESLEK VAR MI? – Karaköy Mono

“İnsanlar satın aldığı bir mobilyada çizik gördüğü zaman ortalığı birbirine katıyor. Mobilya ustasını alkışladığınızı hatırlıyor musunuz hiç? Hata yapıldığında gülme ve alkış alan tek iştir oyunculuk.”


İlker Ayrık, “Küçük şehirlerde bazı şeyleri yapmanın kaderi, büyük şehirlere gitmektir.” diyor ve bir cesaretle, tiyatrocu olma sevdasıyla çıkıyor evden.  Yolculuk işte bu noktada başlıyor onun için. Küçük bir kentten koskoca bir kente attığı o ilk adımın izinde hâlâ. “Deneyimlemek…” diyor, “Devamlı deneyimlemek lazım!”

Sizi Balıkesir’den İstanbul’a getiren sadece oyunculuk sevdası mıydı?
Evet, o kadar… Tam cahil cesareti ile biraz da Yeşilçam senaryosu gibi oyuncu olmak için geldim İstanbul’a.

Peki bu yaşta olsaydınız, yine gelir miydiniz?
Küçük şehirlerde bazı şeyleri yapmanın kaderi büyük şehirlere gitmektir. İstanbul’a gelmemek demek birçok şeyden vazgeçmek demek. Maalesef bizde ülkenin ağırlık merkezi İstanbul. Kültür, sanat, spor, edebiyat…  Bugün olsa yine yapmak zorunda kalırdım. Kimse evinden kalkıp da büyük şehre gidip hayatını bu kadar fazla değiştirmek istemez. Mecbur kaldığım için… Ama yine olsa yine yapardım.

Kraliyet Akademisi’nde okuyormuş gibi hissettim

Evden çıktığınızda aklınızda yalnızca sahne mi vardı?
Sahne aşkının haricinde bir şey yoktu aklımda. Lisedeki Türkçe öğretmenim, Beşiktaş Kültür Merkezi’ndeki Caner Alkaya’nın abisiydi. O da benim oyunculuk kabiliyetimi fark etti ki aradı, “Bizim bir öğrencimiz geliyor İstanbul’a, alakadar olur musunuz?” dedi. Caner abi ile buluştuk. O da beni Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’ne yönlendirdi. Oraya gittim. Balıkesir’deki tiyatro sınıfımız 130 kişiydi. Biçki dikiş kursu gibi bir şey. Ama Balıkesir’den geldiğim için bir kraliyet akademisinde okuyormuş hissine kapıldım. Bahariye benim için dünyanın en büyük caddesi, Kadıköy Halk Eğitim Merkezi kraliyet akademisinin ta kendisiydi! Konservatuarı ilk sene kazanamadım ikinci sene de sınavlara giremedim. Müjdat Gezen’i kazandım, hep derim, hayatımın dönüm noktası, Müjdat Gezen’i kazanmak.

Okullu olmak ve alaylı olmak ayrımı var bu meslekte. Siz okullu olan taraftasınız…
Okul okumuş bir insan olarak tüm meslek dalları ile ilgili özellikle sanatla ilgili söyleyeceğim, okul şart değil çok büyük bir avantaj ama tek yol değil. Aksi takdirde halk sanatçılarına, diğer alaylı yetişmiş çok büyük ustalara, onların tedrisatından geçmiş meslektaşlara ayıp etmiş oluruz. Ama ne olursa olsun iyi iş eninde sonunda kendini bulur ve değerlendirir. O okul kaçabilir ama meslek kaçmaz. Okul insanı meslek sahibi yapmaz. İnsan mesleğini eline alır. Okul bunu öğretmeye yardımcı olur.

Tiyatroyu farklı kılan ne?
Tiyatro… Güzel şey ya! Mesela televizyon dizisi yapıyoruz, en son 200 bölüm yaptık. 200 bölümde de farklı mizansenler, farklı laflar, farklı sahne durumları ve farklı duygular var. Bir tiyatro oyunu oynuyoruz, 200 kez! Aynı söz, aynı mizansen, aynı hareket… Tiyatro oyununun bir bölümü diğer bölümlerin aynısı olurken sahne üzerinde kendini bu kadar tekrar ediyormuş gibi görünüp içinde çok farklı deneyimleri barındırması şaşırtıcı. 200 tane oyun oynadıysanız ve aynı sözleri söylediyseniz 200 farklı deneyim demek bu ve 200 kez aynı sözleri farklı söylemişsiniz anlamına geliyor. O, o anla, o anı yaşamakla ve o günün tanıklarıyla ilgili bir ayin. Evet ayin!  Hata yapıldığında gülme alan tek iştir oyunculuk. “Adam hata yaptı helal olsun!” diye alkışlamak… Bu sahne ve tiyatronun tevazusu ile ilgili bir şey. Seyirci sana o alkış ve kahkaha ile “Tamam, olsun. Hadi, hadi devam et!” diyor. Bu kadar muhteşem bir iletişim var mı başka bir meslekte? İnsanlar satın aldığı bir mobilyada çizik gördüğü zaman ortalığı birbirine katıyor. Mobilya ustasını alkışladığınızı hatırlıyor musunuz hiç? “Bir şey olmaz, olmaz” demiyorsunuz. Mesleğin tabiatını anlatan iyi bir örnek bu. Seyircinin tevazusuna mazhar olmak muhteşem bir şey.

Körebe ve Hamlet arasında bir fark yok

Birçok alandan besleniyor oyunculuk. Birçok birikimin harmanlanma meselesi. O yüzden ne zaman oyuncu olunur?
Okulu kazandığımızda ilk dersimizde Müjdat Hoca, sınıfa girdi dedi ki, “Çocuklar bu harika, çok kolay bir meslek. İyi ki buradasınız. Size çok güzel, muhteşem şeyler verecek tiyatro. Ve gerçekten çok kolay bir meslek! Sadece ilk 20-30 senesi zor.” Oldum demek, öldüm demek meselesi biraz…  İyi bir artist/aktör olmanın zamanla ilgisi olabilir ama oyuncu olmanın zamanla ilgisi yok. Körebe oynarken de oyuncu oluyorsunuz ya konuyu o basitlikte ele almakta fayda var. Bu bir oyun… Hep söylüyorum, okulda da öğrencilere anlatmaya çalışıyorum. Teorik olarak körebe ve Hamlet arasında bir fark yok. Bir tanesinde gözünü kapat ve diğerlerini bul diyorsun öbüründe sen Danimarka prensisin diyorsun.  Genelde çok yüceltilir ya… Dünyanın en önemli işi değil oyunculuk. Dünyanın en önemli işini yapıyormuş gibi hissettiğin için çok önemli hale geliyor.

Kamera önü ve sahne oyunculuğu arasındaki farklar neler?
Çok fark var. İki taraf da oynama üzerinden besleniyor. Ama hammaddesi oyunculuk olan iki farklı teknik. Duygusu farklı, iletişimi farklı, içeriği farklı, konumu farklı… Her şeyi farklı.

Sinema yönetmenin sanatıdır

Peki çok başarılı bir tiyatro oyuncusu iyi bir sinema oyuncusu mudur aynı zamanda?
Sinema aktörün değil yönetmenin sanatıdır. Ayı filminde oyuncu yok ama olağanüstü. 3-4 tane ayının hikâyesini anlatıyor. Kimi zaman bir oyuncuyu plastik bir obje olarak kullanmak zorunda kalırsın sinemada. Bu yönetmenin işi, elbette oyunculuktan beslenen bir sanat dalı. Eğer kötü bir performansı varsa oyuncunun, yönetmenle ilgisi olması gerekmez mi bunun? Repliğin içindeki her şey yönetmenin ya, o anlamda. Ama bir sonraki filminde de harikalar yaratabilir. Boyacı küpü değil ki sok çıkar. Her zaman olağanüstü bir sonuç almak da kolay değil. Tabii bunu yapan marjinal oyuncular var. Ne yaparsa yapsın muhteşem oynayan… Ortaya samimiyet koymak marifet. Aslında iyi oyunculuğun altında yatan da bu samimiyet.

Birçok alanda oyunculuk yapıyorsunuz. Sizi en çok etkileyen yer neresi?
Niye portakal mı, muz mu olsun ki? Kiminin tadı, kiminin rengi… Sinema evet, sanatında kalıcı bir eser bırakma; dizi evet, kalabalığa ulaşabilme, onların sevgisini kazanabilme, para kazanabilme; tiyatro evet, o ana ait olma, o anda olma ve sadece o an için yaşama.  Hepsinin “İyi ki var!” dedirten özellikleri var. Mesela niçin bir ressam tek bir malzeme kullanmak zorunda kalsın ki? Niye sadece yağlı boyayla yapsın resmini?

Sinema filmi, sahne, dizi, reklam… Oyuncular genellikle tek bir yerle sınırlı kalmıyor.
Sadece tiyatro yaparak hayatını geçindiremiyorsun. Bu geçinmeyi karnının doymasıyla eşdeğer yapabiliyorsan tamamdır, o yapılabilir ama insan gezmek, sosyal olmak istiyor. Bir oyuncunun seyahat etmesi, insanlarla bir arada olması, eser seyretmesi, kitap okuması gerekiyor. Yoksa karın tokluğuna dönüyor iş, bu karın tokluğu da tiyatro oyunculuğu yapan kişiyi üzüyor ve yoruyor. Kendini geliştirmesine engel oluyor. Öfkelendiriyor.

Biz talebe kelimesini kullanıyoruz

Aynı zamanda eğitimcisiniz. “Öğrenen ve öğreten” arasındaki çift taraflı duygu, bilgi aktarımı… Eğitimci olmak hayatınıza ve alanınıza neler katıyor?
Bizim işin önemli bir kısmı da izlemek. Bu, çok besleyici bir şey. Dolayısıyla okulda eğitimci olmakla olağanüstü bir izleme şansım doğdu, bunun da benim oyunculuğuma ve meseleyi anlama biçimime büyük katkısı oldu. Birinin niçin yapamadığını keşfetmek kendinde yapamadığını keşfetmekle aynı şey. Kendi mesleğime dışarıdan bakma imkânı doğurdu. Öğrenici ve öğretici, bu halk arasında öğrenci ve öğretmene döndü ya, okulda bu tanımlamayı uzak tutmaya çalışıyoruz. Okulda talebe kelimesini kullanıyoruz. Talep eden manasında… Biz talebelerimize, “Olağanüstü bir şeyi başardığınızda bu tamamen size aittir. Kimseye pay vermenize gerek yok ama hatanızda da kimseyi suçlamayın.” diyoruz.

Yönetmenlik de benzer yönlere sahip o zaman…
Bunların hepsi oyuncak, bunların hepsi deneme. Film de yönettim oyun da… Oynadım da yazdım da. Bunların hiçbiri bunları yaptım iddiası değil, hepsi deneyim, deneyimlemek ile ilgili. Bunların hepsi oyuncak ve niçin bu oyuncaklarla oynamayayım ki ben?  Benim iki tane oğlum var, şu yumurtanın içinden parçalar halinde küçük oyuncaklar çıkıyor ya onun o iki parçayı bir araya getirirkenki heyecanı bende sinemada var. Sinema birçok şeyi bir araya getirme meselesi…

Süreci yaşamaktır kıymetli olan

Önemli olan deneyimlemek yani…
Yapmadığın bir o kaldı eleştirileri geliyor. Niye yapmayayım ki? Önümdeki engel ne? Denemek istiyorum… Bu herkesin hakkı. Resim yapmayayım mı, eve bir enstrüman alıp da akşamları tıngırdatmayayım mı? “Ne haddine, sen git sahneye çık mı?” yani. O da bir oyuncak. Onu da denemek istiyorum. Resim yapmak istiyorum yapamasam da. Süreci yaşamaktır kıymetli olan sonuç için yapmıyorsun.

Fotoğraf: Okay Arda-Ali Özkul

Video: Ali Özkul